Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Türkiye müdahalesi, bütün denklemleri alt-üst edebilir.

Suriye sınırı hele de bugünlerde oldukça iltihablı..
DAİŞ savaçılarıyla, Amerikan destekli PYD=PKK savaşçıları arasında cereyan eden mücadelelerde, DAİŞ’in ilk planda Kobani civarından uzaklaştırıldığı anlaşılıyor. Ancak, DAİŞ savaşçılarının, yenildikleri sanılan yerlere hiç beklenmedik şekil ve zamanlarda geri dönebildikleri denemelerle sâbit..
Ancak, bölgedeki savaşan tarafların mantıkları sığ ve düz mantık kurallarına göre çalışıyor..
PYD ile işbirliği halinde değilseniz, siz DAİŞ destekçisisiniz..
Ya da tersi.. DAİŞ’E sıcak bakmıyorsanız, siz PYD= PKK tarafdarısınız..
Bu ikilemeli mantık, Suriye’deki diğer güçler arası savaşlarda da aynı şekilde çalışıyor.
Suriye’deki Baasçı- Esed rejimine karşıysanız, siz ona karşı savaşan bütün muhalif güçlerin destekçisisiniz.. Ya da, onlara karşı iseniz, siz Esed rejiminin yanındasınız..
Denklemlerin bütün tarafları mantık dışı bir kerteye getirdiği, ellerin tetikte bulunduğu, her an onlarca-yüzlerce insanın ölebildiği bu gibi kriz dönemlerinde, mantıkların bu şekilde çalışmasına da çok şaşırmamak gerek..
Böyle bir durumda, Türkiye’nin, 910 km.lik Suriye sınırı boyunca her an teyakkuz halinde bulunması da tabiîdir.
*
Bölgemizdeki bu gelişmelerin yakın tarihteki geçmişini kısaca hatırlamakta fayda olsa gerek..

1514-1923 arasındaki 400 yıllık beraberlik, Osmanlı Devleti’nin çökertilmesinden sonra meydana getirilen irili-ufaklı birçok devlet meyanında, Suriye ve Türkiye de iki ayrı devlet halinde ortaya çıkarılınca.. Bu iki devletin münasebetleri, 90 yıl boyunca hep gerilimli tutulmuştu, bu devletleri oluşturulan emperyalist iradelerce.. Hele de, A. Öcalan’ın, Hâfız Esed rejiminin himayesinde Suriye’de gizlenip korunması yüzünden 1998’de iki ülke neredeyse savaşın eşiğine gelmişti, ama, Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla bu tehlike son anda atlatılmıştı. İki ülke arasındaki ilişkiler Hâfız Esed’in ölümü ve yerine oğlu Beşşar’ın geçmesinden ve Türkiye’de de Tayyîb Erdoğan’ın iktidara gelmesinden sonra ise, sadece 2003-2011 arasındaki bir bahar havası yaşamıştı.
*
Ama, Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi arab ülkelerinde 2011’in ilk aylarında arka arkaya başlayan büyük sosyal patlamalar, Suriye’ye de dev kitlevî protestolar şeklinde sıçrayınca..
Suriye Baas rejimi, Hâfız Esed zamanındaki şiddetli ve kanlı bastırma tekniklerine başvurmakta tereddüd etmedi. Halbuki, Tayyîb Erdoğan, Ahmed Davudoğlu’nu Beşşar Esed’e defalarca göndererek, sivil protestolara karşı silah kullanılmaması ve kanunlarda yapılacak değişikliklerle bu fırtınayı atlatabileceğini anlatmaya çalışmıştı, ama, bu tavsiyeler ters etki yaptı.. Ki, daha sonraları Beşşar Esed, Tayyîb Erdoğan’la hattâ ailece dostluk kurduklarını, ama, onun kafasının ‘İkhwan’ kafası olduğu için, devamlı olarak İkhwan-ul’Muslimiyn’i sosyal plana çekmek yönünde tavsiyeler yaptığını ve onun bu önerilerinin sekularizmin bölgedeki bekçisi olan Suriye rejimince kabul edilemiyeceğini dile getirmişti, İstanbul’da yayınlanan Cumh. gazetesinde yayınlanan uzun röportajında..
*
Beşşar Esed rejimi, başlangıçta, Ürdün sınırındaki Dera’a başta olmak üzere, sivil yerleşim birimlerini bombardıman etmeye ve bunu diğer şehirlerde yaygınlaştırmaya başlayınca, Tayyib Erdoğan- Beşşar Esed ilişkileri 2011 Eylûlünden itibaren kesildi.
Türkiye, Suriye’de yaşanacak bir krizin kendisini de etkileyeceğini düşünüyordu elbette..
Ama, Suriye de, Türkiye’yi geçmişte olduğu gibi yine tehdid edebilecek güç odaklarını ve uyku halindeki hücreleri uyandırmaktan meded umdu ve Türkiye sınırı boyunca yaşayan 2 milyona yakın ve önceleri vatandaş saymayıp kimlik kartı bile vermedikleri kürd unsurlarına özyönetim hakkı tanıdı, mahallî yönetimler, kantonlar oluşturmasına yeşil ışık yaktı..
*
Suriye’deki halk patlamaları gelişirken, devreye silahlı unsurlar da girdi.. İlk planda uluslararası odaklarca da kabul ‘Özgür Suriye Ordusu’ndan ayrı olarak daha başka güç ve mukavemet odakları da ortaya çıkıvermişti..
Ancak, Esed, kuzeydeki kürd bölgelerine mahalli yönetimler oluşturma hakkı ve de silah verip oradaki mahallî kürd organizasyonları arasından en çok da, PKK kontrolünde olanlar örgüt organizasyonu tecrübeleriyle kısa zamanda inisiyatifi ele alınca, tablo değişik bir renk almaya başladı ve dahası, devreye (Irak- Şâm İslam Devleti) gibi iddialı bir isimle ortaya çıkıp, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye ve Irak’ı içine alan bir geniiiş bir coğrafyada hakimiyet kurmayı amaçlayan IŞİD’den ayrı olarak ‘en’Nusra’ ve Ahrar-uş’Şâm gibi yığınla başka mücadele grupları da eklenince, bu güç odaklarının herbirisi bölgede kendi ideolojik ve silahlı mücadele yöntemlerine uygun yapılanmaları gerçekleştirdi ve bu da Türkiye’yi derinden rahatsız etmeye başladı. Hele de, IŞİD / DAİŞ örgütünün bütün dünyayı dehşete düşüren ve acımasızlığın da ötesinde vahşi görüntüleri dünyaya yansıttığı katı ve kanlı mücadele yöntemi Türkiye’yi de sarstı..
IŞİD tehlikesinden ayrı olarak, sınırın öte tarafında örgütlenen bir diğer yeni güç odağı da, Türkiye’yi, son 30-35 yıldır derinden meşgul eden silahlı mücadele örgütü PKK’nın uzantısının, sınırın hemen öbür tarafında ve 910 km. boyunca etkili duruma gelen PYD idi.
*
İlk anda, IŞİD/ DAİŞ, son derece şaşırtıcı bir sür’atle hareket etmiş ve şaşırtıcı şekilde, Irak’ın batısında ve Suriye’nin doğusundaki geniiiş ve 200 bin km. kareyi aşan bir alanda hâkim duruma gelmiş ve Irak’ın ikinci büyük şehri Musul ile, Suriye’nin de doğusundaki önemli askerî merkezlerinden Rakka ve diğerler yerlerde hâkimiyet sağlayıvermişti.
Bu arada IŞİD, Türkiye’yi de hareketsiz tutmak için, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu da işgal etmiş ve oradaki 49 personelini rehine alıvermişti. Türkiye, bu personelini, kimsenin burnu kanamadan kurtarabilmek için ümidiyle 4 aya yakın bir zaman bekledi ve sonunda onları kurtardı, ama, bu gibi örgütlerin ne kadar tehlikeli olduğunu da hissetmişti..
*
Ancak, bölge birçok güç odaklarının bilek güreşi alanı haline gelmişti.. Amerika / İsrail ve Rusya, ve İran bu konuda kendi başlarına, müstakil hareket eden güç odakları olarak, diledikleri gibi at koşturuyorlardı, sahada.. Özellikle İran, Amerika’yla olan nükleer teknoloji görüşmelerinin sekteye uğramamasına dikkat eden Amerikan çevrelerini iyi kullanmış ve Irak ve Suriye’de kendi hedeflerine uygun hareket ederken, Amerikan hava bombardımanlarının da gölgesinde hareket edebilmişti ve ediyor. Bu durum Amerikan emperyalizminin bölgedeki en yakın müttefiki olan Suûdî rejimini, – İran’ın kendi yerini alacağı ihtimaliyle- korkutuyor.
*
Türkiye ise, ateşin kenarında olduğu halde, NATO üyesi olarak, öteki müstakil ve diledikleri gibi hareket eden devletler gibi hareket edemiyor, bölgede.. Başlangıçta, Amerika ve diğer müttefikleri, Suriye’ye girmesi için Türkiye’yi devamlı teşvik ve tahrik etmişlerdi.. Ama, Erdoğan Türkiyesi bu oyuna itibar etmedi. O zamandan itibaren de NATO üyesi olan Türkiye’nin, NATO’nun başkomutanı olan Amerika’yla ve diğer müttefikleriyle arası Suriye siyaseti yüzünden bozuldu.
Bölgede serbestçe at oynatan güçlerden bir diğeri olan İran da, Suriye ve Irak’daki askerî varlığını gizlemeye bile ihtiyaç duymuyordu. Türkiye, İran’la da gerilimli bir noktaya geldi..
Türkiye’nin münasebetlerinin oldukça serin olduğu İsrail rejimi ise, bölgedeki bütün bu gelişmeleri başından beri Amerikan gözüyle gözetliyor.
*
Ve, Türkiye, şimdi, Kuzey Suriye sınırlarındaki Rojava denilen bölgede güçlenen PYD’nin Akdeniz’e ulaşması ihtimalinin getireceği tehlikelerle karşı karşıya.. Çünkü böyle bir şey olursa, Türkiye ile güney komşuları ve arab dünyası arasına bir coğrafî sed çekilmiş olacak.. Hele de, Tel Abyad’ı Amerikan bombardımanları yardımıyla DAİŞ savaşçılarının elinden aldıktan sonra PYD güçlerinin, DAİŞ kontrolünde olan ve Cerablus’tan ve Antakya’ya kadar olan bölümünü de ele geçirmeleri mümkün olursa, Türkiye’nin korkusu gerçekleşmiş olacak..
Yani, Türkiye, hem DAİŞ’in oluşturduğu tehlikenin; hem de Suriye’nin kuzeyinde bir kürd ulus devleti kurulması planları olan Amerika’nın o planını tutturması halinde, kendis elinin-kolunun daha bir bağlanacağının endişesini taşıyor ve buna seyirci kalmıyacağını söylüyor.
Ancak bunu nasıl yapacaktır?
Çünkü, Türkiye bir NATO üyesi ülke olup ordusunu NATO izni olmaksızın kullananamaz.
NATO ise, ‘Türkiye-Suriye sınırında Türkiyeye bir tehdid olursa, Türkiye’yi biz savunuruz’ diyor. Ama, Türkiye, NATO’nun öyle bir, re’sen yardıma kalkışması durumunda, bir takım emperyalist manipulasyonlarla inisiyatifin elinden tamamen çıkacağından endişe etmekte.. yaparak, durumu Türkiye’yi istemediği bir noktaya çekebilir. Bu yüzden Türkiye, NATO’nun devreye girmesini istememekte ve ben kendi sınırlarımı kendim korurum demekte..
*
Bu durumda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Bedeli her ne olursa olsun, müdahale ederiz..’ sözü hem Türkiye’nin herşeyi göze almayı gerektirecek şekilde sıkıştırıldığını gösteriyor.
Ancak, zor soru şudur: Türkiye, NATO’yu filan takmadan müdahalede bulunabilecek midir?
Suriye’de bir kürd devleti kurulması halinde.. İran ve diğer bölge ülkeleri ve hele de Kuzey Irak’da, Barzanî başkanlığındaki kürd yönetiminin tavrı ne olacaktır? Bu da ayrı bir konu..
PKK’nın dağ kadrosunun bulunduğu Kandil ise, daha şimdiden, ‘Eğer Rojava’ya müdeahale olursa, Türkiye’nin her tarafını savaş alanına çeviririz..’ gibi tehdidlerde bulunuyor..
Nitekim, PKK Yürütme Kurulu üyesi ve dağ ekibinin etki önde gelen isimlerinden Murad Karayılan, 29 Haziran günü yaptığı açıklamada, ‘Türkiye, Rojava’daki kantonlara müdahale kararını alırsa, bu müdahale Rojava’ya değil, tüm kürd halkına karşı yapılmış bir müdahale olacaktır. Eğer onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de o zaman Türkiye’nin tümünü bir savaş sahasına dönüştürürüz..’ tehdidinde bulunuyor ve gözdağı veriyordu.
Böyle bir durumda.. Unutulmamalıdır ki, 100 yıl önce Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’na, kaybedilen yerlerin geri alınabileceği umuduyla girmiş ve netice ise çok acı olmuştu..
Elbette Türkiye, eli-kolu bağlı duramaz, ama, bu konu, hamâsî nutuk ve heyecanlarla ile geçiştirilecek bir konu değildir.
Bu gibi müdahalelerde, bütün Ortadoğu bambaşka denklemlerle karşı karşı karşıya gelinebilir. Amerika, İsrail ve NATO dünyası bir yanda, Rusya bir yanda, İran bir yanda, arab rejimleri bir yanda.. Bir büyük buhranda kimin kiminle ve nerede yer alacağını kestirmek zordur.
Hem haklı, hem güçlü, hem de başarılı olmak kolay değildir.
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 919 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar