Selâhaddin Çakırgil
’Ukrayna’ Örneğinden Alınacak Ders
Ukrayna’da sokak gösterileri ve protestolar, -24 yıl önce Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan- Karadeniz’in kuzeyinde ve Kırım Yarımadası gibi oldukça hassas stratejik mıntıkaları da elinde bulunduran, bu 620 bin km.kare büyüklüğündeki ve yaklaşık 55 milyon nüfuslu ülkeyi çözülmenin, çöküşün eşiğine getirdi ve o sokak gösterilerinden iktidar koltuğuna geçiveren güçler şimdi şaşkın vaziyetteler..
Çünkü hayallerinde bile yoktu böyle bir netice..
97 yıl önce de, Rusya’daki asırların Çarlık rejimi ve bu rejimin başında bulunan 300 yıllık Romanofflar Hanedanı büyük sosyal buhranlar sonucunda çöktüğünde, o çöküşün gerçekleşmesi için on yıllardır mücadele veren yığınla gruplar bir araya gelip, günü kurtarmak için, Alexander Kerensky liderliğinde bir Menşevik Hükûmeti kurmuşlardı. Ancak, en küçük muhalefet gruplarından olan ve amma Kerensky liderliğindeki hükûmette yer almayan ve sadece iktidar için bir araya gelen grupların birbirleriyle iktidar kavgası içine gireceklerini ve bu yüzden, sonunda iktidarın kendi ellerine düşebileceğini ve bunun için önlerinde iki senelik bir zaman dilimi olduğunu düşünen Bolşevik- Komünist Partisi lideri Lenin -asıl adıyla Viladimir İllich Ulyanov -, 6-7 ay gibi kısa bir süre sonra, o Menşevikler Hükûmeti’nin kendi aralarındaki iç iktidar kavgalarıyla yıkılması üzerine, hazırlıksız olarak yakalanmış ve beklemediği bir anda iktidara gelivermişti. Lenin bu durumu, ’Sosyal karışıklıklar çalkantılar alanından, meydanlardan, Agora’dan iktidar mevkıine o kadar hızlı geçtik ki, başım dönüyor..’ şeklinde itiraf edecekti.
Bugün Ukrayna’da da benzer bir tablo tekrar yaşanabilir. Çünkü, sadece yıkmakta ve iktidara gelmek hedefinde birleşmiş olanların, neyi nasıl yapacakları ve iktidarı nasıl paylaşacaklarının iç hesablaşması içinde, enerjilerini tüketirken, sahneye daha küçük ve amma yıpranmamış güçlerin çıkması da muhtemeldir. Nitekim yolsuzluk suçlamasıyla 7 yıllık hapis cezasına çarptırılan ve bu son hadiseler sonunda cezasının son 4 yılı kaldırılarak serbest bırakılan eski başbakanlardan Julia Timoşenko daha şimdiden, kendisini geleceğin devlet başkanlığına hazırlarken, eski ağır siklet dünya boks şampiyonu Dr. Vitali Klischko da -arkasına Almanya’nın desteğini de alarak- devlet başkanlığı adaylığına hazırlandığının işaretlerini vermektedir. Hakezâ, daha başkaları da..
Ukrayna, sadece AB (Avrupa Birliği) üyeliğine (ve savunma açısından da NATO sistemi içine) girmeyi sağlıyacak bir anlaşmanın imzalanması eşiğindeyken, bu büyük ülkeyi AB’ne kaptırmamak için Rusya Lideri Putin bir hamle yapmış ve doğalgaz bakımından yoksul olan Ukrayna’ya verecekleri gazın fiyatını, neredeyse yüzde 45 kadar ucuzlatmış ve Viktor Yanukowitz de, esasen gönlünün de istediği şekilde, Rusya tarafında yatıvermiş ve o AB anlaşması imzalanmamış ve Ukrayna’nın geniş fakir halk kitleleri de bu durumdan memnun gözükürken.. AB tarafdarları, sokak gösterilerinde şiddeti giderek artan bir yöntem izlemeye koyulmuşlardı.
Ve bu gelişmeler içinde, hele de son haftalardaki birkaç gün içinde ölenlerin sayısı 150’yi aşınca.. Hadiselerin kontrol edilemez boyutlara geleceğini tahmin etmek zor değildi. Nitekim, öyle de oldu ve protestocular başkent Kiev’deki Başkanlık sarayını ve önemli kamu binalarını ele geçirmeye başlayınca, işin iyice sarpa sardığının işaretleri de böylece verilmiş oldu.
Üç yıl önce seçimle iktidara gelen Ukrayna Devlet Başkanı Yanukowitz, onca sert müdahalelerden sonra, uzlaşmayı kabul etmiş, muhalefet liderleriyle bir araya gelmiş ve anlaşma imzalanmıştı, ama, sokaktaki kalabalıklar yatıştırılamamış ve muhalefet liderleri de duruma hâkim olamayıp sokaktan gelen dalgalara teslim olmuşlardı. Ve Devlet Başkanı Yanukowitz de, -kendisini daha güçlü hissettiği-, ülkenin ikinci büyük şehri ve rusça konuşan halk kitlelerinin asıl merkezi durumundaki Harkov’a gitti ve sonra da kamuoyunun gözü önünden gaiblere karıştı.. Sonunda da, Moskova’da ortaya çıkıverdi ve orada yaptığı basın toplantısında, kendisinin hâlâ Ukrayna C. Başkanı olduğunu ve istifa etmediğini ve Rusya’dan askerî müdahale talebinde bulunmadığını da ekliyordu, ama, artık, ne dese boştu..
(8-9 ay kadar önce İstanbul- Taksim’de meydana ge(tiri)len karışıklar sırasında, Tayyîb Erdoğan da, aşağıdan alınmasını düşünen yakın çalışma arkadaşları gibi hareket etseydi, muhtemelen aynı sonuca ulaşılacaktı. Ama, o, orada büyük sessiz kitleleri meydanlara çağırınca, uluslararası ellerin de içinde olduğu o oyun bozulabilmişti.)
Şimdi, Kiev’de iktidar makamlarını dolduran -geçen haftaya kadar fazla bir ümidleri ve iddiaları da olmayan- muhalifler C. Başkanlığı’na ve başbakanlığa gelmiş bulunuyorlar.
*
lk planda Putin Avrupa Birliği (AB)’ne, ve Yanukowitz de AB’nin desteklediği muhaliflerine yenik düşmüştü.
Ancak, Putin bu duruma seyirci kalacak mıydı?
Çünkü, Putin, 24 sene öncelerde dağılan Sovyetler Birlği’nin hâkimiyet alanında oluşan 16 devletten en güçlüsü ve uluslararası hukuk açısından da o birliğin hukukî temsilcisi sayılan ve amma yerlerde sürünen Rusya’yı, son 13-14 senedir öylesine güçlendirmişti ki, o kadar güçlü bir Rusya’nın Ukrayna’daki yenilgi karşısında yutkunmakla yetinmesi zor gözüküyordu. Üstelik, daha önce Gürcistan’ın AB ve NATO’ya üye olmak noktasına yaklaştığı sırada da, Putin Rusyası’nın Gürcistan’ı bölmesi ve bu saldırısı karşısında, Amerikan emperyalizminin Karadeniz’e savaş gemilerini göndermekle yetinmesinden ileri bir şey yapamadığı da görülmüştü.
Çünkü bu gibi kendi nüfuz alanlarında büyük güçler karşı karşıya gelmemek ve savaş ateşini kendilerinden uzak Afrika, Latin Amerika, Uzak ve Ortadoğu ve Balkanlar gibi coğrafyalarda tutuşturmak dikkatini gösteriyorlardı, hep.. Aynı taktiğin bu kez de tekrarlanabileceğini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Putin Rusyası da, Amerikan emperyalizminin nüfuz alanlarına dair bir müdahaleci tavır sergilememeye çalışıyor ki, hele de Barack Obama liderliğindeki Amerikan emperyalizminin, ’Ukrayna’ya bir Rusya müdahalesinin ağır neticeleri olacağının unutulmaması gerektiği’ şeklindeki ihtarlarından öteye fazla bir şey yapmıyacağı tahmin edilebilir.
Obama da eski USA başkanlarının teamülünü sürdürebilir..
Bu noktada unutulmaması gereken bir diğer nokta da Obama’nın artık 8 yıllık Başkanlık süresinin son iki yılına girmiş olması.. Bilindiği üzere, Amerika’da başkanlar ilk 4 yıllık dönemde, ikinci 4 yıllık dönemin seçimini de kazanmak için çaba harcarlar.. İkinci dönemde ise, artık, yeni bir dönem için tekrar seçilme ihtimalleri olmadığından, bu dönemi, tarihe nasıl geçeceklerinin / geçmek istediklerinin ve ülkeyi, savaşa sokmamış / savaşlardan el çektirmiş en az problemli bir şekilde bırakan bir ’başkan’ olarak geçmek hesabı üzerine yaparlar. Obama da bu hesablardan uzak düşünülemez. Ayrıca, onun Afrika kökenli bir Amerikan vatandaşı olması hasebiyle, -kendi babasının olmasa bile- kendisi gibi milyonlarca Afrika kökenli Amerikalı siyahîlerin atalarının da bu kıt’aya korkunç cinayetlerle, barbarca usûllerle köle olarak getirildiğini unutmayan ve o acıların genlerinde izlerinin olması ihtimali de düşünülebilir.
Avrupa Birliği’nin ise, Rusya’nın Ukrayna’ya veya bir başka ülkeye müdahalesi karşısında bir tepki vermesi, neredeyse sıfır ihtimaldir. AB, evet, ekonomik açıdan bir ’dev’dir, ama, siyasî bakımdan bir ’cüce’ ve askerî bakımdan ise bir ’böcek’ hükmündedir. Bütün bu durumlar gözönüne alındığında, Rusya’nın Ukrayna’yı AB’ye yedirmek istemiyeceği ve ona diz çöktürmek isteyeceği veya en azından Kırım Yarımadası’nı ve rusça konuşan bölgeleri Ukrayna’dan koparmak için bir takım manipulasyonlara başvuracağı ihtimal dışı sayılmasa gerek..
Ama, bütün bu ihtimallerin dışında, Ukrayna gibi, Rusya’nın yüzlerce yıl parçası olan ve stratejik açıdan kolayca vazgeçemiyeceği bir ülke için, Amerika açıkca bir askerî müdahaleye kalkışacak olsa, bunun bir 3. Dünya Savaşı’na varması bile mümkün olabilir. Bu açıdan, Amerika da, Rusya gibi diken üstünde..
Ancaak, Putin, inisiyatifi elinden çıkarmak istemiyor ve Rus ordusunun Ukrayna’da konuşlandırılması ve vazifelendirilmesi yetkisini Rusya Parlamentosu’na da kabul ettirmiş bulunuyor, son olarak.. Yani, Putin böylece, Gürcistan’da 6 yıl öncelerde yaptığı emr-i vâkîyi tekrarlamak noktasına gelebilir. Öyle bir durumda Amerikan emperyalizminin ve onun gölgesindeki AB’nin nasıl bir tepki vereceğini kestirmek de kolay olmasa gerek..
*
Burada, bir diğer noktaya da değinmek gerekiyor..
Sovyetler Birliği dağılırken, Ukrayna’da nükleer silahlar olduğundan, bu silahların kullanılmaması için USA, İngiltere ve Rusya’ya garantörlük yetkisi verilmiş ve o silahların bu ülkelerin izni dışında kullanılamıyacağı ve buna karşılık Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün de garanti altına alınacağı kararlaştırılmıştı. Bu bakımdan, bugün, Rusya’nın bir müdahalesi karşısında, öteki garantör devletlerin müdahaleye kalkışması veya Rusya’ya karşı çıkmaları kağıd üzerinde mümkün ise de, anglo-sakson emperyalizminin böyle bir müdahaleye yaklaşmayacağı tahmin edilebilir.
Hatırlayalım, Kıbrıs Cumhuriyeti 1959-60’daki Londra ve Zurich andlaşmalarıyla, bir sözleşme ile oluşturulan bir devlet olarak doğarken, bu ülkenin varlığını İngiltere, Türkiye veYunanistan garantör devletler olarak taahhüd etmişlerdi. Ama, 1974 yılında, Kıbrıs’da Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, son demlerinde bir çıkış yolu ararken, Kıbrıs’da Devlet Başkanı statüsündeki Makarios’a karşı Nicos Samson’a, Kıbrıs‘ı Yunanistan’a bağlamak ümidiyle yaptırdıkları bir darbe üzerine, Türkiye derhal İngiltere’ye, garantör devletlerden birisi olması hasebiyle ortak müdahale teklifinde bulunmuş, ama, İngiltere buna yaklaşmadığından, Türkiye o hukukî andlaşmalardan doğan yetkisini tek başına kullanmış ve buna karşı Türkiye’ye, bir takım protestolardan ve ambargolardan ileri bir başka yaptırım uygulanamamıştı. Şimdi, benzer bir durumun Ukrayna’da tekrarlanması için hiç bir engel olmadığı da ortada..
*
Sovyetler Birliği dağılmasına rağmen, onun yerini alan Rusya, son 200-300 yıl ve hattâ daha uzun zaman dilimlerinde hükmettiği asırlarca birlikte yaşadığı ülkeleri ve halkları sosyo-kültürel ve hattâ politik açıdan da bütünüyle terketmedi ve asırlarca süren beraberliklerini yeni dünya şartlarına göre yeniden kurmaya çalıştı, çalışıyor. Gerektiğinde savaşları bile göze alarak..
Bir de Osmanlı sonrası, TC’ye yüklenen dış sişyasete bakalım..
Bir de, 6 asırlık Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda aldığı ağır yenilgileri takiben dağı(tı)lmasından sonraki duruma ve uluslararası hukuk açısından onun yerini alan Türkiye’nin siyasetine bakalım..
80 yıl boyunca, o eski ve 500 yılı bulan birlikteliklerin üzerine, emperyalist güçlerin planlarına uygun olarak, kemalist-türkçü-laik rejim tarafından tonlarca kül dökülmekle yetinilmemiş, asırlarca bir arada yaşanılan hele de müslüman halklar aşağılanmış, onlarla yanyana durmaktan 80 yıl boyunca uzak durulmuştu.. Ancak, merhûm Necmeddin Erbakan’ın çırpınışlarıyla ve daha sonra, Tayyîb Erdoğan’ın son 10-12 yıllık siyasetiyledir ki, şimdi, düne kadar aşağılanan, dışlanan o halklar ve ülkeleriyle , asırlarca beraber olmanın ve aynı inanç ve kültür değerlerini paylaşmış olmanın zengin hatırası da dayanılarak nisbeten olumlu adımlar atılmaya ve biraz farklı bir tablo oluşturulmaya çalışılıyor.
Ama, ilginç ve de teessüf edilecek bir durumdur ki, bu yaklaşımlara, müslüman kimlikleriyle bilinen kimseler bile karşı çıkıyorlar ve konuya sadece ekonomik getiriler ve götürüler açısından bakmaktan kendilerini kurtaramıyorlar.
Ki, bunun en som örneğini Suriye Buhranı’nda ve hattâ Mısır’da serebest seçimle iktidara gelen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursî‘nin askerî darbe ile düşürülmesinden sonra Tayyib Erdoğan’ın takib ettiği ve günlük ekonomik ve politik çıkarlardan ziyade, müslüman halklara yapılan zulümlere karşı durmak şeklinde geliştirdiği siyasetine karşı çıkılmasında gördük, görmekteyiz.
Halbuki, bütün müslüman coğrafyalarında olduğu gibi hele de Ortadoğu‘da ve hele de Suriye ve Mısır gibi coğrafyalar üzerinde, Amerika ve onun Ortadoğu’daki yapışık kardeşi sionist İsrail, Avrupa Birliği ülkeleri, Rusya ve Çin gibi ülkelerin herbirisi etkili olmaya çalışır ve bu güç odakları bu coğrafyanın bir takım yerli güçlerini de kendi siyasetlerine uygun olarak devreye sokmaya çalışır ve kurdukları nice şeytanî tuzaklarla müslüman halkları perişan ederlerken..
Suriye’yle 910 km. sınırı ve sınırın iki tarafında, 400 yıllık bir birlikte yaşanmışlıktan sonra bölünen yüzbinlerce ailenin varlığı ve bütün bölge coğrafyalarıyla da 400- 500 yılı bulan birlikte yaşanmış bir tarihî geçmiş varken; Türkiye’nin bu coğrafyalara ve kardeş ve komşu halklara uzak, ilgisiz ve hattâ düşmanca durmasını ya da onlarla ilgiyi sadece ekonomik menfaatlerle değerlendirilmesin isteyenlerin, bir de Rusya’nın ve Amerika’nın ve dünya siyasetine kendi hedeflerine göre yön vermek isteyen bütün güç odaklanın siyasetlerine bakması gerekmez mi?
haksöz