Hasan Karakaya
Uyuma ey halkım... Uyan ve gör gerçekleri!
29 Ekim akşamı, Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün davetlisi olarak Çankaya Köşkü'nde verilen "Cumhuriyet Resepsiyonu"na katıldım... 30 ve 31 Ekim günleri de Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan'ın davetlisi olarak "Almanya ziyareti"ne iştirak ettim... Dolayısıyla, bu birkaç gün içinde yazı yazamadım... Tabiî, gündemdeki tartışmalara da giremedim...
Neydi gündemdeki tartışmalar?..
Birincisi; "Ulus'taki barikatları kimin kaldırttığı" meselesi... İkincisi, Akit'in; "Biz kuzu kebabına, siz ölüm orucuna" başlıklı haberi... Ve üçüncüsü; CHP İstanbul Başkanı Oğuz Kaan Salıcı'nın çok tartışılan sözleri... Dün de; "Özal'ın zehirlendiği"ne dair haber tartışma gündemine girdi ama onu yazmayı daha sonraya bırakalım...
GÜL-ERDOĞAN KARDEŞLİĞİ
Önce "sürtüşme iddiası"ından başlayalım...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan arasına "fitne" sokmak isteyenler yine avuçlarını yaladılar.
29 Ekim günü, Ulus'ta kaldırılan "barikat" meselesinden hareketle, Zirve'de "iki ayrı tarikat" olduğu izlenimi doğurmak isteyenler, Gül'ü de tanımıyor, Erdoğan'ı da...
Bu iki isim arasında, bir "kardeşlik hukuku" ve hatta "kardeşlikten de öte" bir hukuk vardır... Dolayısıyla, aralarında bir "gerilim" olması, bir "çatlak" veya "sürtüşme" olması, kesinlikle mümkün değildir.
İki isim arasında "gerilim varmış gibi" bir izlenim oluşturmak ve bunu körüklemek isteyenlerin "sinsî bir beklentisi" vardır.
O beklenti şudur:
2014'te "Cumhurbaşkanlığı seçimi" var... Bu defa, Cumhurbaşkanı'nı "Meclis" değil, "halk" seçecek...
Bu durumda;
"CHP'nin hiç şansı yok!"
Yani;
CHP'nin "Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanma" gibi bir ihtimal, kesinlikle yok.
O halde;
Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan arasında bir "ikilik" çıkaralım veya böyle bir "görüntü" pompalayalım ki, ikisi de yıpransın, ikisi de itibar kaybetsin!..
Hesap budur!..
Ne var ki;
Önce Abdullah Gül'den, sonra da Tayyip Erdoğan'dan gelen açıklamalar, aralarında bir "sürtüşme"nin, bir "fikir ayrılığı"nın, bir "ihtilaf"ın olmadığını cümle aleme göstermiştir.
Uzun lafın kısası;
Ankara'daki "barikat" olayından kendilerine bir "ekmek" çıkarmak isteyenler, yine "aç" kalmaya mahkûm olmuşlardır.
Çünkü;
Buradan onlara "ekmek" çıkmaz!..
O FOTOĞRAF YALAN MI?
Gelelim ikinci tartışma meselesine...
Akit'in 30 Ekim Salı günü sürmanşetten yayınladığı "Biz kuzu kebabına, siz ölüm orucuna" başlıklı haber ve fotoğraf; kim ne derse desin, bir "gazetecilik olayı"dır...
Bu haberden dolayı, Ankara Temsilcimiz Yener Dönmez'i ve muhabirimiz Emre Küskün'ü bir defa daha kutluyorum.
Neymiş;
"Bu fotoğraf eski"ymiş ve biz bu fotoğrafla Başbakan'ı aldatmışız!..
Peki, nasıl aldatmışız...
Fotoğrafın "eski" olduğunu söylememişiz... Başbakan da; "BDP'lileri kuzu kebap yerken gösteren fotoğraf"ın "yeni" olduğunu sanarak, Akit'in yayınladığı bu fotoğrafı gündeme taşımış!..
"Başbakanı aldattığımızı" iddia eden her kim veya kimlerse; ya "sağır"dır, ya "kör"dür, ya da "geri zekalı" veya "Akit'i çekemeyen kifayetsiz muhteris"in tekidir!..
Kim bilir, belki de;
Akit'ten bir "kuyruk acısı" vardır!..
Bu "aptal"ların, bu "gerzek"lerin kulakları sağır mıdır ki, "Erdoğan'ın açıklamaları"nı duymamış...
Gerek AK Parti Grup Toplantısı'nda, gerek Almanya'da Merkel ile birlikte düzenledikleri ortak basın toplantısında, Erdoğan o "fotoğraf"la ilgili olarak aynen dedi ki;
"Yemeğin yenildiği tarih 17 Temmuz 2012... Yer, Kızıltepe'de Kasrı Kanco... Ziyafet veren kişi de Ahmet Türk."
Yemeğin "yer"ini, "tarih"ini ve yemeği kimin verdiğini bilen bir Başbakan nasıl aldanmıştır, bunu hangi "dunkof" iddia etmektedir, hala anlayamadım...
KÜRT AYRI, BDP AYRI
Peki, Başbakan'ın "tarih, isim, yer" belirterek BDP'ye yüklendiği "fotoğraf" konusunda Akit'in haberinde niye bir açıklık yoktu?..
Açıklık yoktu;
Çünkü, bizim amacımız, bir "çelişki"yi ortaya koymaktı... Evet; "Kürt halkı" ile "PKK" veya "BDP'liler" arasında yıllardır görülen bir "çelişki"yi!..
Ne yani;
PKK veya BDP ile Kürt halkı arasında bir "çelişki" yok mu?..
Sayalım mı bu "çelişki"leri?..
_ Kürt halkının çok büyük çoğunluğu, "alnı secdeli birer Müslüman"dır... PKK veya BDP ise, "Marksist, Leninist, Ateist ve Sosyalist"lerden oluşan örgütlerdir!..
_ Kürt halkı, Ramazan ayında "oruç" tutar "teravih" kılar...
Ya PKK'lılar veya BDP'liler?..
Bengi Yıldız örneğinde olduğu gibi; onlar, Ramazan ayında Bodrum'a kaçar, "metres"leriyle birlikte, havuz başında "bira"larını yudumlarlar!..
_ Kürt halkı "cami"lere gider, "Cuma namazları"nı camilerde kılarlar.
BDP'liler de, PKK'lılardan aldıkları talimatla sokakta veya çadırda "alternatif Cuma Namazı"(!) kılar!..
_ PKK'lılar, "Kürt çocukları"nın okuduğu okullara saldırır, molotof atar ve "asimilasyona yol açıyor" dediği bu okulları yakar!.. Okulları yakar ki, Kürt çocukları "cahil" kalsın!..
BDP'lilerin çocukları ise, hem "en özel", hem de "en pahalı" okullarda okurlar!..
Daha sayalım mı?..
Bunun gibi; "Kürt halkı" ile "PKK veya BDP'liler" arasındaki "çelişki"yi ortaya koyacak yığınla örnek var...
30 Ekim Salı günü yayınladığımız "Biz kuzu kebabına, siz ölüm orucuna" başlıklı haberimiz de, "Kürt halkı" ile "PKK ve BDP'liler" arasındaki yığınla çelişkiden bir tanesini gösteren "çarpıcı bir örnek"tir!..
Yalan mı o fotoğraf?..
Montaj mı?..
Elbette değil...
Fotoğrafta da görüldüğü gibi;
BDP'li baronlar şaraplar eşliğinde kuzu kebabını mideye indiriyor... Gariban Kürt çocukları ise dağlarda sefil hayat yaşıyor.
BDP'li baronlar cezaevlerindekilere de ölüm orucu tutturuyor. BDP'liler, bir yandan ortalığı karıştırıp, diğer yandan saltanat sürüyor.
Söyleyin, yalan mı?..
Biliyorum; "PKK kıçı yalamaktan dilleri kahverengileşenler" diyecekler ki;
"Ama fotoğraf eski... O fotoğraf çekildiğinde açlık grevi falan yoktu!"
Tamam yoktu...
Ama, "açlık grevi"ne gerekçe gösterilen "talep"ler o zaman da vardı... Yani; "Anadilde eğitim!.. Kürtçe savunma!.. Apo'ya tecrite son" talepleri o zaman da dillendiriliyordu...
Asıl onlara sormak lazım;
Bu talepler o zaman da vardı, peki siz niye şimdi "açlık grevi" yapıyorsunuz?!?..
Yoksa;
Şimdi "kuzu kebap"ları yiyelim de, "açlık grevi"ni sonra düşünürüz diye mi düşündünüz?..
LÜKS LOKANTADA AÇLIK GREVİ!
Farz edelim ki, yayınladığımız ziyafet fotoğrafı "açlık grevinden önce"ydi...
Peki, "açlık grevinden sonraki" fotoğrafa ne diyeceksiniz?.. İşte, önceki günkü gazetelerden bir foto haber;
"BDP'li Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, destek verdiği açlık grevi ve ölüm orucunu müthiş bir kebap ziyafetiyle noktaladı!.. Sadak, Siirt'te 19 Ekim'de bir basın açıklaması yapıp, açlık grevlerine destek vereceğini, kendisinin de bu eyleme katılacağını açıkladı.
Ancak Sadak, bu sözünü yedi... Basın açıklamasından bir gün sonra Siirt'ten Ankara'ya gitti. Burada 3 arkadaşı ile buluşan Sadak, lüks bir restorana geçti. Sadak'ın restorana girdiğini gören bir vatandaş ise cep telefonu kamerasıyla çekim yapmaya başladı. Görüntülerde Sadak ve arkadaşları ilk olarak pahalı bir şarap sipariş etti... Selim Sadak'ın diğer arkadaşı ise bira içmeyi tercih etti. Ardından lavaşlar, kebaplar geldi... Yaklaşık 2 saat süren içkili ve zengin mönülü akşam yemeğinin ardından Sadak ve arkadaşları keyifli bir şekilde restorandan ayrıldı."
Buyrun, şimdi konuşun!..
Bizim yayınladığımız fotoğrafa kafayı takanlar, buyursunlar "taze"sine baksınlar ve görsünler BDP'lilerin nasıl bir "şov" yaptığını!..
Üstüne basa basa diyorum ki;
PKK ve BDP, Kürt halkının bırakın "temsilcisi" olmayı, onların "tırnağı" bile olamaz...
Zira, "dünyaları ayrı"dır!..
Kürt halkının kıblesi "Kabe"dir...
PKK ve BDP'nin ise;
İmralı'dır, Kandil'dir!..
Var mı ötesi?..
CHP'DE "ASKER" ÇATLAĞI!
Yazının başında da dedim ya; Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında "problem varmış gibi" göstermek isteyenler, aslında "CHP'nin içine" bakmalıdır.
Asıl problem, CHP'nin içinde!..
Buyrun, "olay"a bir bakalım...
CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, 28 Ekim günü, CHP'nin ilçe başkanlarını da yanına alarak, Taksim'e çıkıyor... Orada, bir "çelenk tartışması" yaşanıyor.
Saatler, 13.13'ü gösterdiğinde,
Oğuz Kaan Salıcı, "orada bulunan askerlere" dönüp, elini kaldırarak ve bağırarak diyor ki;
"Sizin koruyamadığınız Cumhuriyet'e biz sahip çıkıyoruz!"
Anlayacağınız;
CHP'nin her zaman yaptığı gibi, resmen ve alenen "darbe çağrısı" yapıyor... Kendisine, "askerlere bir tepki mi koydunuz?" diye soran gazetecilere de "evet" cevabını veriyor.
Ertesi gün... Yani, 30 Ekim...
Salıcı'nın "darbe çağrısı" yapan sözleri, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun gündemine giriyor... Kılıçdaroğlu, CHP Grubu'nda diyor ki;
"Darbeden medet uman CHP'li olamaz!"
Sonra, peş peşe "tornistan"lar geliyor...
28 Ekim günü, elini askerlere doğru uzatarak; "Sizin koruyamadığınız Cumhuriyet'e biz sahip çıkıyoruz" diyen Oğuz Kaan Salıcı, Kılıçdaroğlu'nun; "Darbeden medet uman CHP'li olamaz" demesi üzerine, 30 Ekim günü tornistan edip, diyor ki;
"Sözlerimin hedefi askerler değil, sivil bürokratlardır!"
Ve 31 Ekim...
Salıcı, yine sahnede;
"O sözleri; asker, sivil hepsine birden söyledim!.. Sözlerimin arkasındayım!.."
Tabiî, Kılıçdaroğlu'ndan da tornistan;
"Başkan ne söylemiş ki, durumu parti yönetiminde gündeme gelsin?!?"
Buyrun, buradan yakın!..
Görüyorsunuz ya;
CHP'de yaşanan bu olay "kriz" olmuyor ama Gül ve Erdoğan arasında olmayan ihtilaf, "çatlak" gibi gösteriliyor, iyi mi?!?..
Demek oluyor ki;
Gül ve Erdoğan'ın şahsında "Devlet" ve "Hükümet"le ilgili "gizli gündem"leri olanlar, böyle olaylarda "iyot" gibi açığa çıkıyorlar ama "CHP" ya da "PKK ve BDP" söz konusu olduğunda "örtbas" etmek için bir yerlerini yırtarcasına "savunma" yapıyorlar!..
Kamuoyu, bunları elbette görüyor.
Benim yaptığım ise;
Hala uyuyanları, uyandırmak!..
Merkel'in "keşke"leri!
Başbakan Tayyip Erdoğan ile Almanya Başbakanı Angela Merkel'in ortaklaşa düzenlediği basın toplantısını ben de izledim.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle; gerek "ikili görüşme" esnasında, gerek "basın toplantısı" esnasında, Merkel, "son derece olumlu bir tavır" içindeydi... Hem; "Türkiye'nin önündeki müzakere sürecini engellemeyeceklerini" söylüyor, hem de Türkiye'nin "PKK terörü" ile mücadelesine "destek" vereceklerini ifade ediyordu...
Hatta, basın toplantısında iki defa "keşke" dedi; "Türkiye'nin ekonomik dinamizmine keşke Avro bölgesi ülkeler de sahip olsa!"
Bu "olumlu gelişme"den kuşkulanan bazı dostlar, Almanya dönüşünde şunu sordular bana; "Türkiye'nin sırtını sıvazlayıp, yine gaz mı veriyorlar?"
Merkel, "gaz" vermiş olamaz... Kaldı ki; karşısında gaza muhtaç bir Başbakan yok... Tam aksine, Erdoğan, "ültimatom" verdi bu gezide... Dedi ki; "Türkiye, AB kapısında uzun süre bekletilirse, kaybeden onlar olur... Biz yük olmak değil, yük almak istiyoruz... Ancak, beklemeye daha fazla tahammül edemeyiz!"
Demek istediğim şu: Türkiye'nin bu tür "gaz"lara karnı tok... Çünkü Türkiye'nin; Merkel'in bile, "keşke" deyip gıpta ettiği "sağlam bir ekonomi"si var...
Bundan sonrası AB'nin sorunu... Alırlarsa ne ala... Almazlarsa!!!..
yeniakit