Hasan Karakaya
Yalanlamalar mı doğru... Doğrulamalar mı yalan?
"Masa tenisi"ni bilirsiniz... Bir "pinpon topu", iki oyuncunun "raket"leri arasında bir o tarafa gider, bir bu tarafa...
Oyunu seyredenlerin gözleri de, tıpkı, "raket"lerin vurduğu "pinpon topu" gibi bir sağa gider, bir sola!..
Ne yalan söyleyeyim;
"Yazılara" ve onlara gelen "yalanlamaları" veya "doğrulamaları" takip etmekten, ben de, iki "raket" arasında gidip-gelen "pinpon topu"na döndüm...
Birileri bizimle oynuyor!..
Biz bakıyoruz!..
O kadar "hızlı" oynuyorlar ki, şahsen ben; kafamı bir sağa, bir sola çevirmekten "emme-basma tulumba"ya döndüm!..
Kim "olanları" yazıyor,
Kim "olmasını istediği" şeyleri yazıp, "niyet beyanı"nda bulunuyor, anlamak mümkün değil...
Zaten, "anlayıncaya" kadar da,
Ya "Atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor", ya da "Üsküdar'da sabah oluyor!"
Bazıları, öyle "hayali senaryolar" yazıyor ki, son derece "inandırıcı" geliyor insana... Ama, yazan adama bakıyorum, bir tek; "Allah bir, Hz. Muhammed de O'nun elçisi" sözüne inanılır... Onun dışında ne dese "şüphe" duyulur...
Dolayısıyla, her yazdığının altında "çapanoğlu" ve "menfaat" aramak gerekir.
YILDIRIM'DAN SAVAŞ İLÂNI!
Bu "genelleme"den sonra, gelelim "doğru" mu "yalan" mı olduğundan kuşku duyduğum yazılara...
Efendim, Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök, 4 Temmuz günkü yazısında, "Şike Dâvâsı"ndan ceza alan ama tahliye edilen Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'la yaptığı "sabah kahvaltısı"nda konuştuklarını yazdı.
Ertuğrul Özkök'ün, "sürmanşetten haber" olarak verilen yazısına göre, Aziz Yıldırım, Fethullah Gülen Hocaefendi'ye "savaş" açmıştı...
Buyrun, Özkök'ün yazdıkları:
"Özellikle Fethullah Gülen'e çok öfkeli.
Görüşlerini hiçbir sansüre tabi tutmadan, isim vererek, açıkça söylüyor.
Onlar hakkında "cemaat" kavramının kullanılmasına içerliyor. O yüzden bizzat Gülen'in adını vererek tarif ediyor.
İçerde bu konuda epey de çalışmış.
Yakınları, bu konuda konuşmamasını tavsiye ediyorlar. "Herkes susmuş, kenara çekilmiş, bir tek biz mi mücadele edeceğiz" diyorlar.
Onun görüşü ise şöyle:
Tek başıma kalsam da mücadele edeceğim. Bu yargılamalar artık Türkiye'nin meselesidir."
Aziz Yıldırım böyle konuşunca, Ertuğrul Özkök de bunu yazınca, "çarşı karıştı" tabiî!..
Birçok gazete, Özkök'ü kaynak göstererek, "Aziz Yıldırım'ın Fethullah Hoca'ya savaş açtığını", manşet ve sürmanşetine taşıdı!..
Medya için;
"Aranan kan" bulunmuştu.
İşte, "Fenerbahçe" ve "Cemaat" karşı karşıya gelmişti...
Bu kavga, iyi "reyting" yapardı, pardon iyi "tiraj" getirirdi!..
Öyle ya;
"Kaos"tan iyi ekmek çıkardı.
HOCA'DAN REST'E REST!
"Senaryolar" yazılmaya ve "kılıçlar çekilmeye" başlanmıştı ki; "fısıltı gazetesi"nden bir haber geldi:
"Hoca cevap verecek... Hem de okkalı ve anlamlı bir cevap!"
Sanıyorum, "Hocaefendi'nin cevap vereceği" Aziz Yıldırım'ın da kulağına gitmiş olmalı ki; Aziz Yıldırım, "Ertuğrul Özkök'ü harcama" pahasına, Fenerbahçe'nin internet sitesinde şöyle bir "yalanlama" yaptı:
"Son birkaç gündür, dostlarımın ve sevenlerimin gösterdiği yoğun ilgi ve teveccüh nedeniyle herkese ayrı ayrı şükranlarımı sunmak isterim.
Buna karşı, bu ziyaretler sırasında dost sohbeti şeklinde geçen diyalogların, iradem ve bilgim dışında 'haber' adı altında yazılı ve görsel medyaya taşındığını üzülerek görmekteyim.
Bilinmesini isterim ki, bu ziyaretler sırasında karşılıklı yapılan konuşmalarda hiçbir kişi, kurum veya oluşum adı kullanılmadığı gibi, yine hiçbir kişi, kurum veya oluşum hakkında övgü ya da yergi niteliğinde ifadeler kullanılmamıştır."
YALANLAMA DOĞRU MU?
Şimdi, gel de merak etme;
Aziz Yıldırım'ın bu "yalanlama"sı mı doğrudur, yoksa Ertuğrul Özkök'ün yazdıkları mı?..
"Aziz Yıldırım'ın yalanlaması" üzerine Ertuğrul Özkök, önceki günkü yazısında dedi ki;
"Polis ve yargıdaki bütün olumsuz şeylerin faturası Fethullah Gülen cemaatine kesiliyor.
Onların da bu dönemi, bu olumsuz imajı düzeltmek için kullanmalarında yarar var.
Neticede kazanan herkes olacaktır.
Aziz Yıldırım'ın yalanladığı yazım, böyle bir şeye hizmet ederse, yalanlanmaktan dolayı çok mutlu olacağım.
Böyle bir mesleki mazoşizme bünyem de, ruhum da çoktan hazır."
Ben, Ertuğrul'u az-çok tanırım.
Aziz Yıldırım'ın, kendisine yaptığı "yalanlama"sını yayınlıyor ama, aslında "yazdıklarının doğruluğunda" ısrarlı!..
Şahsen ben;
"Aziz Yıldırım'ın yalanlaması"nın değil, "Ertuğrul Özkök'ün yazdıkları"nın "doğru" olduğuna inanıyorum.
Öyle anlaşılıyor ki;
Aziz Yıldırım "öfke" ile kalkmış ama "zararla" oturmak yerine "hassas dengeleri" gözetmiş ve "şimdilik" geri adım atmıştır!
Ama, "savaş" olacaktır!..
Haa, kim "kârlı" çıkar, kim "zararlı" çıkar, onu da zaman gösterecek... Bekleyelim ve de görelim!..
SÜRMANŞETTİN SABAHATTİN!
Malûm, "patlama"lardan korkmayan bir milletiz... O kadar "cesur"uz ki; "tüpgazdaki gaz kaçağı"nı bile "kibrit" veya "çakmak"la kontrol ederiz...
"Patlama"lardan ve "bomba"lardan korkmayan yurdum insanı böyle olur da, yurdum gazetecileri "bomba haber" yapmaktan geri kalır mı?..
İşte Türkiye gazetesinden Yeniçağ'a, oradan da Aydınlık'a transfer olan "Sürmanşettin Sabahattin" namlı Sabahattin Önkibar'ın, önceki gün "sürmanşet"ten patlattığı balon, pardon bomba;
"Apo Zana'ya telefonla talimat verdi!"
"Sürmanşettin Sabahattin"in Ankara'nın İncek köyünde buluştuğu "çok önemli isim" demiş ki;
"Öcalan'ın İmralı dışında misafir edildiği ve ABD'lilerle buluşturulduğu doğrudur!"
Eee, daha sonra?..
"MİT, Öcalan'la hedeflenen yeni süreç bağlamında hem İmralı'da hem de Bursa'daki misafirhanesinde günlerce konuştu; lakin Öcalan ısrarla 'Amerikalılar bu işin neresinde?' sorusunu sormuş, MİT, 'merkezinde' karşılığını verince Öcalan, 'Beni buna inandırın' diye ısrar etmiş. Bunun üzerine MİT'ten bir Başkan Yardımcısı, ABD'li bir diplomat ve bir CIA ajanı Öcalan ile yat gezisine çıkmışlar."
Daha daha sonra?..
"Öcalan, Leyla Zana'ya telefonla talimat verdi. Böyle bir görüşme olmasa ve Leyla Zana, Öcalan'dan talimat almasa 6 ay önce 'Silah, Kürtlerin sigortasıdır' diyen Zana, şimdi tam tersini söyler ve Kandil ile BDP'yi karşısına alabilir mi? Nitekim bu durum yani Zana'nın, Öcalan'ın emri ile hareket ettiği Kandil ve BDP tarafından anlaşılınca onlar da Leyla Hanımı hedefe oturtmaktan vazgeçtiler!"
APO İLE GÖRÜŞME TALEBİ
Bu "senaryo"ya inanmak üzereydim ki, Sabahattin'in "kumar tutkusu" geliverdi aklıma... Acaba, yine "kumar" mı oynuyor?.. Ne oynuyor bilmiyorum ama, "büyük oynadığı" kesin!..
Derken; zaman zaman "PKK ve BDP'nin sözcüsü" gibi yayınlar yapan Taraf'tan Kurtuluş Tayiz'in yazısı çekti dikkatimi...
"İkisi de aynı gün" yazan Sabahattin Önkibar'a göre; "Apo, Zana'ya telefonla talimat verdi ve Erdoğan-Zana görüşmesi bundan sonra gerçekleşti!"
Kurtuluş Tayiz'e göre ise;
"Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından, Zana'nın köşesine çekileceğini hiç sanmıyorum.
Bundan sonra barış için daha aktif bir çaba içinde olacağa benziyor.
Başbakan ile yaptığı toplantının ardından Leyla Zana'nın yakın çevresinde İmralı'ya gitmek istediği ve bunun için daha önce yaptığı girişimlere cevap beklediği konuşuluyor.
Aslında Zana geçen sene Temmuz ayında, Silvan hadisesinden sonra Adalet Bakanlığı'na başvurarak İmralı'da Abdullah Öcalan ile görüşme istediğini iletmiş... Ancak Adalet Bakanlığı şu ana kadar Zana'ya yanıt vermiş değil... Altı ay kadar önce de yine BDP'li kadınlardan oluşan bir heyetle birlikte İmralı'ya gitmek için tekrar bakanlığa başvuruda bulunmuş... Bu girişime de bakanlıktan cevap verilmemiş.
Adalet Bakanlığı'nın, neredeyse bir yıldır avukatları ve ailesiyle görüştürülmeyen, sağlığı ve durumu hakkında kamuoyunda şüphe uyanan ve tartışmalar yaşanan Öcalan'la görüşme için Zana'ya yeşil ışık yakması, silahların susması için olumlu bir başlangıç adımı olabilir.
Öcalan-Zana görüşmesi barış için yeni bir sürecin kapısını da aralayabilir."
ACABA HANGİSİ DOĞRU?
Gelin de, çıkın işin içinden...
Sürmanşettin Sabahattin'e göre;
"Apo, Leyla Zana'yı telefonla aradı ve talimat verdi."
Kurtuluş Tayiz'e göre ise;
"Leyla Zana, Apo ile görüşebilmek için Adalet Bakanlığı'ndan izin bekliyor!"
Acaba, hangisi doğru?..
"Görüştüğü" mü, yoksa "görüşmek için izin beklediği" mi?.. Zana, eğer Apo ile "görüştü" ve üstelik "talimat" aldı ise, "yeniden görüşebilmek" için bu kadar niye ısrar ediyor ki?..
Uzun lâfın kısası;
Sabahattin Önkibar'a pek de inanmıyorum... "Habercilik şehveti" ile yazıp, gündeme gelmek istiyor ama, "zar"lar her zaman "düşeş" gelmez!..
Ve son söz:
Hiç kimse, bizimle oynamasın!..
Zira;
Bizim kafamız "pinpon topu" değil!..
İllegal Konsey kınamış!
İran'da, "hangi cumhurbaşkanı"ydı hatırlamıyorum, biraz "ılımlı" bulunduğu için; "seçildiği"nin açıklandığı gün, ABD tarafından "mesaj" yayınlanmış, "tebrik" edilip, "başarılar" dilenmişti...
"ABD'nin bu tebriği" üzerine, İran'ın yeni Cumhurbaşkanı bir açıklama yapmış ve demiş ki; "Büyük Şeytan bizi kutladığına göre; demek oluyor ki, yanlış yoldayız!"
"İllegal Basın Konseyi"nin bize gönderdiği "kınama" yazısını görünce, İran'daki bu örnek geldi aklıma...
Efendim, muhabirimiz Furkan Altınok'un, 25 Mayıs tarihli "Üniversitede bir PKK yandaşı" başlıklı haberinde Doç. Dr. Ersan Arsan'ı hedef göstermişiz!..
Bizden "savunma" istemişler, biz iplemeyince de oy çokluğu ile "kınama" vermişler!..
Hep söyledik, yine söyleyelim: Basın Konseyi'ni "illegal" buluyor ve tanımıyoruz...
Tanımadığımız bir kuruluşa da "savunma" vermeyiz!..
Ve son söz: Basın Konseyi bizi ve muhabirimizi "kınadığına" göre; demek oluyor ki, "doğru yolda"yız!..
yeniakit