Hasan Karakaya
Yine hedef gösterme... Akit kadar taş düşsün başınıza!
Şimdi ne yapalım?.. "Akit" lâfını ağzına alıp, "ağzına geleni söyleyen" herkese "cevap" mı yetiştirelim, yoksa "susmayı" mı tercih edelim?..
Susmasına susalım da, o zaman diyecekler ki; "Baak, gördünüz mü, cevap bile veremediler!.. Susmak, ikrardandır!.. Sustuklarına göre, demek oluyor ki, iddiaları kabul ediyorlar!"
Susmayıp cevap versek, bu defa da avazlarının çıktığı kadar bağırıp, diyecekler ki; "Heyy millet, görün işte, Akit, bizi hedef gösteriyor!"
İnanın biz de ne yapacağımızı şaşırdık... "Haber" yapsak veya "yazı" yazsak, hemen "yafta"yı yapıştırıyorlar;
"Nefret içerikli söylem!"
Hedef gösteriyorlar!"
Cevap vermesek, bu defa da "İddiaları kabul ettiler, susuyorlar!" diye suçlanıyoruz.
Söyleyin, ne yapalım biz?..
Susup, oturalım mı?..
Yoksa;
"Hırsız"lara, "yolsuz"lara, "soysuz"lara, "donsuz"lara, "üçkâğıtçı"lara, "bölücü"lere ve "ölü sevici"lere hak ettikleri cevabı verip, onları "deşifre" mi edelim?..
Yaptıklarını "deşifre" edince, oturdukları yere "raptiye" konulmuş gibi, hop oturup, hop kalkıyorlar ve "Bremen Mızıkacıları" gibi hep bir ağızdan avazlarının çıktığı kadar bağırıyorlar;
"Bizi hedef gösteriyorlar!"
Yapmayın Allah aşkına;
Madem ki "Maskenizin düşürülmesinden", madem ki "gerçek çehre"nizin ortaya çıkarılmasından, madem ki "deşifre" edilmekten hoşlanmıyorsunuz, o halde o işi yapmayın, o lâfı söylemeyin!..
HABER YAPMAYALIM MI?
Ne yani;
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi"nde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersini veren ve geçtiğimiz hafta Cuma günü final sınavını yapan Aydınlık gazetesi yazarlarından Yrd.Doç.Dr. Orhan Çekiç; sorduğu sorularla başörtüsü düşmanlığı yapacak, sorduğu soruda, "kamusal alanda örtü yasağını" savunacak, öğrenciler buna tepki gösterecek ve biz bunu haber yapmayacağız, öyle mi?..
Haber yapınca da, bunun adı "hedef gösterme" olacak, öyle mi?..
O zaman;
Sen o "soru"yu sormaz, "kamusal alanda örtü yasaktır" deyip "yasadışı zorbalığa" geçit vermezsin, biz de o haberi yapmayız!..
Ne yani;
Kayseri"de, Gıda Mühendisleri Odası"na üyelik başvurusunda bulunan Alime Büşra Nur Sarıoğlu"na, sırf "başörtülü" olduğu için "hayır" denilecek ve biz bunu haber yapmayacağız, öyle mi?..
Haber yapınca da, yafta hazır;
"Hedef gösterdiler!"
Ne yani;
Geçtiğimiz hafta sonu Açık Öğretim Fakültesi Güz Dönemi 1. Ara Sınavı"nda GAP Kız Lisesi"nde gözetmen olarak görev yapan "başörtülü" öğretmen Melahat Erdemöner"in, yasakçı profesör Ramazan Sağlam tarafından sınıftan zorla çıkarılmasını haber yapmayacak mıyız?..
Onlar "kendi keyiflerine" ya da "ideolojik görüşlerine" göre istedikleri gibi at oynatacaklar ama biz bunları haber yapmayıp, susacağız öyle mi?..
Nerede bu yoğurdun bolluğu?..
HAKK"A VE HALK"A GÜVENİYORUZ
Örnekler saymakla bitmez...
Zannediyorlar ki;
"İktidardan güç alıyoruz!"
Nitekim, Milliyet"ten Mehveş Evin, önceki günkü yazısında öyle demiş...
"Yeni Akit"i kim koruyor?" başlıklı yazısında demiş ki;
"Yeni Akit gazetesi, kişilerin ırk, inanç, fikir ve tercihleri üzerinden yalan, karalayıcı ve nefret içerikli haberler yapmayı sürdürüyor. Dizilerden sinema filmlerine, gazetelerden yazarlara, kitaplardan heykellere, her konuda topluma şekil şemal vermeye meraklı iktidar, nedense bu nefret dolu yayınlara gelince suspus oluyor! Kınamak bir yana, Vakit gazetesi başköşelerde ağırlanıyor. Yeni Akit, gazetecilere, akademisyenlere, ODTÜ"ye, muhalefete yönelik utanç verici yayınlarını sürdürürken, imza kampanyaları ve kınamalar birbirini kovalıyor."
Akit"in "sivri" yayınları "Mehveş Evin"e niye battı?" orasını pek anlayamadım ama, şunu bilmesinde yarar var;
"Bu gazeteyi koruyan hiç kimse yok!.. Arkamızda iktidar da yok, holding veya bankalar da!.. Biz, devletten ihale alan bir holding gazetesi de değiliz, zenginler tarafından beslenen bir gazete de!.. Biz halkın gazetesiyiz ve halkın desteği ile gazete çıkarıyoruz!"
Haa, şunu da söyleyeyim;
Hani herkesin sustuğu, neredeyse "hazırol"da durduğu ve "asker kıçı yalamaktan dillerin kahverengileştiği" günler vardı ya, hani bu ülke karanlık "28 Şubat darbe süreci"ni yaşıyordu ya, işte o günlerde de bu gazete "dik" durdu, "ilkeli" yayınını sürdürdü!.. "Asker" lâfı geçince, birçok gazetecinin "ödünün bokuna karıştığı" o süreçte, biz "haddini aşan generaller"e bile postamızı koyduk ve meselâ Tümgeneral Yalçın Işımer"e dedik ki;
"Bellendiniz paşam!"
Demek istiyorum ki;
Mehveş Evin"in anladığı mânâda, "bizi koruyan" ya da "bizim güvendiğimiz" hiç kimse yok!..
Bizim arkamızda Allah (c.c.) var!..
Biz, Allah"a güveniyoruz!..
Ve de "halk"a yaslanıyoruz...
Her zaman dediğimiz gibi;
"Bir Hakk"a güveniyoruz,
Bir de halka!"
2 GENELEV HABERİ
Bunu böylece ifade ettikten sonra, dönelim şu "hedef gösterme" meselesine...
Biraz önce dediğim gibi;
Ya "çarpık" bir lâf etmeyeceksin ya da "ahlâk, edep ve inanca mugayir" bir iş yapmayacaksın!.. Yapıyorsan da "deşifre" edilmeyi göze alacaksın!..
Biz, geçmişte de bunun örneklerini çok gördük, o zaman da hak ettikleri cevabı verdik.
Meselâ, dönemin Şanlıurfa Belediye Başkanı İbrahim Halil Çelik"e; şu anda "kim" olduğunu hatırlayamadığım bir "bayan gazeteci", hiç de "kadınlık onuru"na yakışmayacak tarzda, şöyle bir soru sormuştu;
"Şanlıurfa"da niçin genelev yok?.. Bir genelev açmayı düşünüyor musunuz?"
İbrahim Halil Bey"in, bu bayan gazeteciye verdiği cevap, tam bir "zekâ ürünü"ydü ve şöyleydi;
"Evet, açarım!..
Ama, ilk sermaye siz olursanız!"
Biz, o zaman da bu olayı hem haber yapmış, hem de yazı konusu!..
İbrahim Halil Çelik"in verdiği cevap, gerçekten de "zekâ ürünü"dür ve hâlâ hafızalardadır.
Ne yapsaydık yani;
Bir bayan gazeteciye "İlk sermaye siz olursanız, Şanlıurfa"da genelev açarım" dediği için İbrahim Halil Bey"e tepki gösterip, "terbiyesiz, ahlâksız" mı deseydik?..
Hem, niye diyelim ki?..
O soruyu soran bayan gazeteci "terbiyesiz ve ahlâksız" olmuyor da, "Başkan" mı olacak?..
Ve bir başka "genelev" olayı...
Yıl 1990, aylardan Ağustos!..
O dönemde, Gaziantep Belediye Başkanı olan CHP"li Celal Doğan, o günün parasıyla 10 milyar Lira"ya malolan bir "genelev" yaptırmıştı!..
Yapar mı, yapar!..
Bir diyeceğimiz yok!..
Ancak Celal Doğan; bu genelevin açılışında "kurban" kestirir, "tekbir" getirtir ve "vatan evlâtlarımıza hayırlı-uğurlu olsun" der ve keser kurdeleyi!..
Önce Rize Belediye Başkanı, daha sonra RP milletvekili olan Şevki Yılmaz da, "kerhane" açılırken "kurban" kesilmesine, kurban kesilirken "tekbir" getirilmesine, tekbir getirilirken de "kahkaha" atılmasına, tepki gösterip, iddialara göre, der ki;
"Pez.....k!"
Malûm, bu suçlamadan sonra, Celal Doğan acayip celallenmiş ve Şevki Yılmaz aleyhinde dâvâ açmıştı.
İyi, hoş da;
"Genelev" açan bir adam, bu tür suçlamalara da hazır olmalı değil mi?.. Hem "genelev" yaptıracaksın, hem de "pez..." denilmesine kızacaksın!..
Ne yani;
"Peze...." değil de;
"Beyefendi" mi demeliydi?..
GENELEV"E KİM GİDECEK?
Biliyorum; aradan yıllar geçtikten sonra, bu "genelev muhabbeti"nin de nereden çıktığını merak ediyorsunuz...
Siz merak ediyor olsanız da, öyle inanıyorum ki, Mehveş Evin hanımefendi lâfın nereye geleceğinin farkındadır.
Efendim;
Milliyet yazarı Mehveş Evin, önceki günkü yazısına "Yeni Akit"i kim koruyor?" diye başlamış ve şöyle tamamlamış;
"Zürafa Sokak"ta Cuma günü yapılan protesto küçük de olsa gazetelerde yer aldı... Haftaya tebdil-i kıyafetle genelev haberini yapmaya bakalım kim cesaret edecek?"
Şu hâle bakın;
Hanımefendinin aklı "genelev"de!..
Orasını "dert" etmiş kendisine!..
Neymiş;
Adı "Yüksek Kaldırım" olmasına rağmen, "alçakça işler"in döndüğü genelev kapatılıyormuş da, Mehveş Hanım ona üzülüyor!..
Diyor ki;
Biri cesaret etse de, tebdil-i kıyafetle geneleve gidip haber yapsa!..
Evet, "cesur biri"ni arıyor!..
Bana kalırsa;
"Cesur birisi"ni aramasına hiç gerek yok... Kendisi, bu yazıyı yazma cesaretini gösterdiğine göre, pekâlâ "genelev"e gitme ve "haber" yapma cesaretini de gösterir!..
Öyle, "tebdil-i kıyafet"le gitmesine de hiç gerek yok... "Gazeteci" dediğin "ajan" değildir ki, kendini gizlesin!.. Gazeteci dediğin "şeffaf"tır!.. Mehveş Hanımefendi de, "şeffaf" bir şekilde gitsin oraya ve "kadınlık onuru"nun nasıl çiğnendiğini, "kadın bedeni"nin azgın iştahlara nasıl sunulduğunu yerinde görsün!..
Öyle ya;
Gazetecilik "masa başında" oturup, "Akit"i kim koruyor?" diye ahkâm kesmek değildir!.. Gazetecilik, biraz da "arazi"ye çıkmak, "olay yeri"nden yazmaktır!..
Masa başında herkes ahkâm keser, "internet"ten kes-yapıştır yapıp, herkes yazı yazar!..
Madem "genelev kadınları"nın problemlerini "dert" edindin, madem "zinaya destek" vereceksin, o zaman gideceksin "genelev"e ve yazını "olay yerinden" yazacaksın... Hem "pazarlanan kadınlar"la, hem de "müşteri"(!)lerle dertleşeceksin ki, yazacağın yazı dört dörtlük olsun!..
Yalnııızz;
"Milliyet yazarı genelevde görüldü" dediğimizde de, bizi "nefret söylemi"yle ya da "hedef göstermek"le suçlamayacaksın!..
Ne yapalım, mesleğin doğası böyle;
Bir "iş" yapan, yazılır!..
Komünizm önce kullanır, sonra unutur!
Nazım Hikmet"in; 24 yaşındayken tanışıp, 28 yaşındayken evlendiği Vera Tulyakova adlı "Rus eşi"nden olan kızı Anna, geçtiğimiz günlerde Literaturnaya Rossiya gazetesine konuşmuş ve demiş ki;
"Annem Sovyetler Birliği döneminde Nazım"ın bizimle oturduğu evi müzeye dönüştürmeye çalıştı. Ama tüm bu işler için para lazımdı, komşuların rızası, itfaiye dairesinden izin ve başka resmi işlemler gerekiyordu. Sovyetler, Nazım"ı komünizme olan inancından dolayı kullandı, fakat sonra büyük hayal kırıklığı yaşadı ve bundan dolayı öldü."
Bu "Komünist"ler, "Marksist"ler, "Leninist" ve "Stalinist"ler var ya, bunların ortak özelliği, herhalde insanları hep "kullanmak!"
Önce "kullanıyorlar", sonra da "unutuyorlar" ve "atıyorlar"."
Baksanıza, dün; Rusya, Nazım"ı kullanmış!.. Bugün "PKK"lı Marksistler" de Kürt gençlerini kullanıyorlar!..
Yalnız, şunu da söylemek lâzım: Komünistler, nasıl ki "önce kullanıp, sonra unutuyor" ise, demek oluyor ki; Nazım da "iyi bir komünist"ti!..
Baksanıza,Türkiye"de Münevver Andaç"la evli olduğunu unutup, Rusya"da Vera ile evlendi!..
Demek ki; "kullanıp, unutmak" komünizmin genlerinde var!..
yeniakit