Yüreklerdeki Yara: Hama

Yüreklerdeki Yara: Hama

Hama, Halep'le Humus arasında Asi nehri vadisinde, nehrin iki yakasına yerleşmiş bir şehirdir. Kelime olarak "sıcak" anlamına gelir. Hem iklim olarak hem de...

Hama, Halep'le Humus arasında Asi nehri vadisinde, nehrin iki yakasına yerleşmiş bir şehirdir. Kelime olarak "sıcak" anlamına gelir. Hem iklim olarak hem de taşıdığı manevi hava itibariyle sıcak bir şehir olduğu için böyle adlandırılmıştır. Manevi sıcaklığı ise tarih boyunca tevhid mücadelesenin önemli merkezlerinden biri olmasından ileri gelmektedir. M. Ö. 2150 yılında kurulduğu tarihlerde kayıtlıdır. Bu şehir, Hz. Ömer (r.a.)'in hilafeti döneminde gönderilen Ebu Ubeyde ibnu Cerrah komutasındaki ordular tarafından fethedilmiştir. İşte bu, sıcak kalpli ve sevimli insanların yaşadığı sıcak şehir 1982'de Hafız Esed rejiminin yürekleri parçalayan vahşi bir katliamına sahne oldu.

Katliamla ilgili bilgileri aktarmadan önce bu konuda Türkiye'de oldukça yaygın olan bir yanlışı düzeltmek istiyoruz. Bu katliamın, Müslüman Kardeşler cemaatinin başlattığı bir isyan üzerine gerçekleştirildiği sanılıyor. Oysa gerçek böyle değildir. Suriye'deki Müslüman Kardeşler, cemaat olarak Hama'da herhangi bir isyan organize etmemiş ve başlatmamıştır. Bu cemaatin o şehirde çok sayıda mensubu ve destekçisi vardı. Dolayısıyla etkili faaliyetleri de vardı. Ancak 1982 katliamına gerekçe gösterilen gelişmeler cemaat adına organize edilen bir "isyan hareketi" değil bir halk isyanıydı. Ancak baskıcı Esed rejimi zaten Hama'ya ve Müslüman Kardeşler cemaatine uzun süreden beridir diş biliyordu. Bu cemaati kendi sultasına karşı duran en tehlikeli akım olarak görüyor ve üzerine gitmek için fırsat kolluyordu. Bu yüzden Hama'daki katliama gerekçe gösterilen gelişmeler bu cemaatin organize ettiği sistemli bir isyan hareketi olarak gösterildi. Olayların gelişme sürecini bazı ayrıntılarıyla aktardığımızda bu husus daha net bir şekilde anlaşılacaktır.

Baskıcı Esed rejimi Hama'ya zaten epeyden beridir bir komplo hazırlıyordu. Bu hazırlıklar katliama gerekçe gösterilen gelişmelerden çok önce başlamıştı. Bu açıdan suları ısıtan aslında Hama ahalisi değil Hafız Esed rejiminin bizzat kendisiydi.

Rejimin Hama'ya bir komplo hazırladığı katliamdan iki yıl öncesinden itibaren izlediği tutumla ve başvurduğu uygulamalarla belli oluyordu. Daha iki yıl önceden diktatör Esed adamlarını ve cellatlarını fitne tohumları ekmeleri, insanları tahrik etmeleri için şehre göndermişti. Bu kişiler insanların inançlarına saldırmak, erkeklerin onur ve haysiyetlerini kadınların namuslarını kirletmek için gönderilmişlerdi. Amaç ise toplumu tahrik ederek bir katliamın zeminini, alt yapısını hazırlamaktı. Gönderilen bu tahrikçi vahşiler kendilerinden istenenden fazlasını bile yaptılar. Öyle ki büyüklere değil küçük yaştaki çocuklara bile saldırdı, küçük kız çocuklarının namuslarını kirletmeye bile kalkıştılar.

Bu arada Suriye Ceza Kanunu'nda bazı değişiklikler yapılarak halkın kendi kendini savunması zorlaştırıldı, halk savunmasız ve zor durumda bırakıldı.

Esed yönetimi Hama'da bu tahrikleri yaparken bir yandan da askeri tedbirleri artırmayı, bölge ahalisini güvenlik yönünden sıkı bir denetime almayı da ihmal etmedi. Şehir tamamen Örfi İdare (Sıkıyönetim) kontrolüne alındı. Askeri ve sivil istihbarat için karargahlar kuruldu. Kısacası bir yandan halk devlete isyan etmesi için her yönden tahrik edildi, diğer yandan da isyan edenlerin anında ortadan kaldırılması için her türlü tedbir alındı. Hafız Esed'in kardeşi ve suç ortağı Rıfat Esed olaylardan iki ay önce Örfi İdare komutanlığına getirildi. Çünkü o vahşette sınır tanımayacak bir ruha sahipti. O aynı zamanda ağabeyinin halefi olmak, ondan sonra yerine geçmek istiyordu. Bu yüzden de kendisinden isteneni tereddütsüz yapabileceği, ağabeyinin bir dediğini iki etmeyeceği biliniyordu.

Rıfat Esed, Örfi İdare komutanlığına getirildikten sonra kendisine bazı talimatlar ve bu arada önemli birtakım yetkiler de verildi. İşte bu önemli yetkilerden biri:

"Kimsenin onayını almadan beş bin kişiyi bile öldürebilirsin!"

Üstelik bu yetki el altından değil resmi olarak veriliyordu.

İnsanlar Örfi İdare altında her geçen gün daha da kıskaca alınıyorlardı. Durum öyle bir noktaya gelmişti ki Hamalılar: "Biz her gün ölüyoruz veya şehrin büyük bir kısmı ölüyor. Bu iş nereye kadar sürecek?" diye sormaya başladılar.

İslami kimlik taşıyanların hepsinin evleri aranıyordu. Bir tek ev bazen on defadan fazla aranıyordu. Adeta Hulagu'nun askerleri kabirlerinden çıkmış gibiydiler. Belki Esed'in cellatları onları da geçmişti. Halkı en çok rahatsız eden ise insanların inançlarının rencide edilmesi, şerefleriyle ve namuslarıyla oynanmasıydı. İlimlerinden dolayı hürmet gören insanlar Esed'in cellatlarının taarruzuna uğruyor, haysiyetleri kirletiliyordu. Evlerde kadınlara saldırılıyordu. Çocuklar anne - babalarının gözleri önünde öldürülüyorlardı.

Bir ispiyoncu: "Bir adamın şu binaya girdiğini gördüm, hala çıkmadı" diyecek olsa Esed'in cellatları hemen içeriye dalıyor, içeride yakaladıklarına tekme tokat saldırıyor, kimseyi bulamazlarsa binayı içindekilerin üstüne yıkıyorlardı.

İşte bu vahşi saldırılarda gerek Müslüman Kardeşler cemaatinden ve gerekse rejime muhalif farklı kesimlerden pek çok insan vahşice katledildi.

Halin böyle olmasına rağmen cumhurbaşkanı Hafız Esed dünya kamuoyuna yönelttiği mesajlarında Suriye'de her şeyin yolunda gittiğini, sükunetin hakim olduğunu iddia ediyordu. Bu tür mesajlar vermesinin amacı ise kendisinin gerçekleştireceği katliamın sebeplerinin rejim tarafından değil "isyancılar" tarafından hazırlandığı iddiasını haklı göstermek için yanıltma yapmaktı.

İşte bütün bu zulümler artık iyice dayanılmaz hale gelince halk tepkisini ortaya koymaktan, her gün ölmektense bir kere ölmeyi tercih etmekten başka bir yol olmadığını düşündü. Vahşet rejimi ise katliam gerçekleştirmek için bir kıvılcım bekliyordu.

Hama'da rejimin insanlık dışı uygulamalarına karşı gösterilen tepki bir örgütsel isyan değil bir halk isyanıydı. Eğer ki bu bir örgütsel hareket yani Müslüman Kardeşler'in yönetimi ele geçirme amacına yönelik olarak başlattığı bir isyan olsaydı hıristiyanlar böyle bir eyleme katılırlar mıydı? Oysa civardaki hıristiyanlar da rejimin o vahşi saldırılarına karşı bölge ahalisinin onur ve haysiyetinin korunması için verilen mücadeleye, ortaya konulan onurlu direnişe katılmışlardır.

Ama vahşi Esed rejimi Hama ahalisini ekin biçer gibi biçmek için bütün hazırlıklarını yapmıştı. Havadan ve karadan füzeler, bombalar, top mermileri yağdırdı insanların üzerine!

Katliama katılmak istemeyen askerler anında oracıkta öldürülüyorlardı. Bu yüzden asker tarafından öldürülenlerin de birçoğu bizzat rejimin cellatlarının katlettiği kişilerdi.

Sonuçta geride otuz bine yakın masum insanın cesedi, yerle bir edilmiş koskoca bir şehir kaldı! O şehir ki tarih boyunca tevhid mücadelesini temsil etmiş, büyük alimler ve mücahitler yetiştirmişti!

Hafız Esed kendini haklı gösterebilmek için olayların Müslüman Kardeşler cemaatinin bir isyan başlatması üzerine patlak verdiğini ileri sürdü ve bu cemaati bir "terör örgütü" olarak ilan etti. Bu iddiasının amacı ise söz konusu cemaatin ülke genelindeki tüm faaliyetlerini yasaklamak, bütün cemaat mensuplarını veya taraftarlarını suçlu ilan etmek için gerekçe hazırlamaktı. Nitekim bu olaylar dolayısıyla oluşturduğu zemini kullanarak Müslüman Kardeşler'in bütün faaliyetlerini yasakladı. Bu cemaate mensup olmayı idamla cezalandırmayı gerektirecek bir suç kabul eden kanun çıkarttırdı.

Ne yazık ki Suriye diktatörünün dünya kamuoyunu yanıltmak için ortaya attığı iddiaların bugün birçok medya organı tarafından dile getirildiğini ve Hama katliamının Müslüman Kardeşler'in örgütsel isyanı sebebiyle gerçekleştirildiği iddiasının tekrar edilip durulduğunu görüyoruz. Oysa Hama isyanı bir halk isyanıydı. Rejimin yaptığı da bir isyanın bastırılması değil bir halkın topluca imhasıydı. Öyle ki bu toplu imhadan bölgedeki hıristiyanlar da paylarını almışlardı.

Aşık karalı mısın, candan yaralı mısın?
Nedir sendeki bu hal, yoksa Hama'lı mısın?

http://www.vahdet.com.tr