Yüzyılın Yalanı
Savaş yapmak için halkına yalan söyleyen bir yönetimle ilgili olarak hatırlanması gereken yeni bir şey yok aslında.
Michael Rivero
“Tüm savaşlar aldatmaya dayanır - Sun Tzu, Savaş Sanatı
Savaş yapmak için halkına yalan söyleyen bir yönetimle ilgili olarak hatırlanması gereken yeni bir şey yok aslında. Çünkü birçok insan kanlı ve korkunç ölümlerin yaşandığı savaş ortamında yaşamaktansa aslında barış ortamında yaşamayı tercih ettiğinden, savaş başlatma heveslisi tüm yönetimler için tek seçenek, savaşı destekleyen yanılsamalar yaratmak için mutlaka halklarına yalan söylemekle işe koyulmaktır.
Başkan McKinley Amerikan halkına Birleşik Devletlerin Havana’daki gemisinin İspanyol mayını tarafından batırıldığını söylemişti. Görünüşe bakıldığında kışkırtılmamış olan bu saldırıyla oldukça kızgın hale gelmiş olan Amerikan halkı, böylece İspanyol Amerikan savaşını desteklemişti. Geminin kaptanı, geminin batmasına neden olay şeyin kömürlükteki patlama olduğu üzerinde ısrar etmişti ve savaş sonrası yapılan araştırmalar durumun bundan kaynaklandığını ortaya çıkarıyordu. Mayın falan yoktu.
Hitler de işgale başlamak için halkını böylesi bir yalan mekanizması kurarak kandırmıştı. Alman halkına, ilk önce saldıran tarafın Polonya olduğunu söylemişti. Almanlar gerçekten tehdit edildiklerine ikna edilmişler, Hitler’i takip ederek Polonya’ya saldırmışlar ve II. Dünya Savaşına girmişlerdi.
Roosvelt, Pearl Harbor saldırısının beklenmeyen bir saldırı olduğunu söylemişti. Oysa öyle olmamıştı. Birleşik Devletler, Amerikan halkının Japonya ile savaşmaya karşı olmasına rağmen bunu Almanya ile savaşa girmek şeklinde anlamak istemişti. Bu yüzden Roosvelt, ilk olarak Japonya’nın saldırmasına ihtiyaç duyuyordu. Savunma İstihbaratınca planlanan 8 aşamalı plana göre Roosvelt Japonya’yı saldırmaya tahrik edecekti. Resmi hikâyenin tersine filo telsiz dinlemesi yapmıyordu ama Birleşik Devletler telsiz istasyonlarınca şifrelenen ve durdurulan mesajlar gönderiyordu. Amerikalılar, sürpriz bir şekilde saldırıya uğradıkları yalanıyla birlikte savaşa girdiler.
Başkan Johnson, Amerikalıları Vietnam’a savaşmaya göndermek için Tonkin Körfezi hakkında yalan söylemişti. Körfez’deki sularda torpido falan yoktu. L.B Johnson, Kongre’yi Vietnam’a saldırma konusunda kışkırtan acemi bir sonarın şikâyetini avantaj olarak kullanmıştı.
Milletlerin liderlerinin, halklarını savaşa sokmak için yalan söylemiş oldukları kaçınılmaz bir tarihi gerçektir, çünkü aksi durumda halklar savaşa karşı çıkarlar. Liderlerin halklarını savaşa sokmak için hileye başvurduklarını dile getirmek ‘komplo teorisi’ değildir. Bu, inkâr edilemez bir gerçektir.
Bu da bizi mevcut soruna göz atmaya yöneltmektedir.
Birleşik Devletler hükümeti Amerikan halkına yalan mı söyledi veya Başkan Bush ve neo-con ortakları Irak’ı işgal etmek için Kongre’ye yalan mı söylüyor?
Bu sorunun cevabı Britanya hükümetinin mevcut politikayla ilgili olarak hazırladığı bir kararda açıkça ortaya çıkmıştı. Ama bu notun hazırlanmasından çok uzun süre önce Birleşik Devletler hükümetinin Büyük Britanya’nın yardımıyla Irak’ta bir savaşa hazırlık yaparken halk desteği almak için yalan söyleme amacında olduğu ortaya çıkmıştı.
İlk olarak Tony Blair’in ‘Sahte Klasör’ olarak bilinen belgeyi halkın desteğini almak için Başkan tarafından ifade edilen iddiaları gündeme getiriyordu. Daha sonra dosyalarda dile getirilen iddiaların 12 yaşındaki bir çocuğun tez konusundan aşırıldığı ortaya çıkmıştı!
İşgal için iyi gerekçelere sahip olsa da, dosyalardaki içerik çağın gereklerine uymayan eski moda bilgilerdi.
Aldatma girişimi için kullanılma niyetiyle üzerinde iyice düşünülmeden ortaya atıldığı açık olan bu materyali kullanmak hâlihazırda mümkün de değildi.
Sonraları ‘taşınabilir biyolojik silah laboratuarları’ iddiası gündeme geldi. İşgalden uyandıktan sonra sunulan gerçek laboratuarların olmadığı ortaya çıktığında da Birleşik Devletler’in en büyük medya grupları tarafından bu laboratuarların tanıtım filmleri gösterilmeye başlandı ve biyolojik işlemlerle ilgili herhangi bir bulguya rastlanmadığına dair eksikliğin, televizyonlarda gösterilenden çok daha büyük çaplı yıkımlara neden olabilecek biyolojik silahların Irak’ta toplandığının göstergesi olduğu iddia edildi.
Bu hilenin en büyük destekçisi 5 Şubat 2003’te bu görüntüleri Birleşmiş Milletler’de gösteren Colin Powell idi.
Söz konusu görüntülerin hava balonlarını şişirmek için kullanılan hidrojen gazı jeneratörleri olduğu anlaşılınca iddianın yalan olduğu ortaya çıkmış oldu.
Bu jeneratörlerin parçalarının bir Britanya şirketi tarafından üretildiği ve Irak’a satıldığı hem Amerikan hem de Britanya hükümetleri tarafından bilinen bir gerçekti.
Colin Powell, BM’de yaptığı konuşmada yalan üstüne yalan söylüyordu. Powell, Irak’ın tek kullanım alanı uranyum zenginleştirme santrifüjü olan özel alüminyum tüpleri satın aldığını iddia ediyordu. Hem CIA hem de Powell’ın kendi Bakanlığı tüplerin Saddam’ın legal olarak satın almaya izin verildiği füzelerin parçaları olduğunu onaylıyordu. İşgal sonrası ne santrifüj, ne alüminyum, ne de başka bir şey bulunmuştu.
Yine Powell Birleşmiş Milletler’de gösterdiği resimlerde ‘Zehirli Araçları’ da göstermişti. Ama işgal sonrası bölgeyi gezen müfettişler bu araçların yangınla mücadele amaçlı araçlar olduğunu keşfettiler.
Powell, Iraklıların Irak’ın batısında yasadışı roketlere ve roket rampaları sakladıklarını iddia etti. Powell, Iraklıların 8.500 litre şarbona sahip olduklarını iddia ediyordu. Böyle bir şey asla bulunamadı.
Powell, Irak’ın dört ton VX sinir gazına sahip olduğunu iddia etmişti. BM daha önce bunun yok edildiğini onaylamıştı. VX ile ilgili olarak bulunan tek şey Birleşik Devletler’in ‘standart’ olarak bıraktığı örneklerdi. BM Amerika’ya ait örneklerin Iraklıların savaş başlıklarını zehirli hale getirmelerinden şüphelendiklerinde, Amerika, karşılaştırma testlerinden geçirilmemesi için derhal örnekleri yok etti.
Powell, Irak’ın özellikle biyolojik silahları taşımaları için uzun mesafelerde etkili asalaklar ürettiğini iddia etti. Bulunan tek şey kısa mesafeler için yapılmış keşif asalaklardı.
Powell, Irak’ın toplamda 100 ile 500 ton arasında kimyasal ve biyolojik savaş ajanına sahip olduğunu iddia etti. Powell bu iddiası için hiçbir temel bulamadı ve aynı zamanlarda yayımlanan bir DIA (Amerikan Savunma İstihbaratı) raporu iddia ile tamamen çelişiyordu. İşgalden sonra Irak’ta hiçbir biyolojik veya kimyasal silah bulunamadı.
Powell, ‘adı belirtilmeyen kaynaklara’ dayanarak Saddam’ın, komutanlarına biyolojik silah kullanma konusunda yetki verdiğini iddia etti. Iraklılar işgale karşı savunmalarında böylesi bir silah kullanmadılar ve tabii ki Irak’ta böyle bir silah bulunmadı.
Powell BM müfettişlerince bulunan 122 mm’lik savaş başlıklarının kimyasal silah olduğunu iddia etti. Savaş başlıkları boştu ve kimyasal silah içerdiklerine dair hiçbir emare bulunamadı.
Powell, Irak’ın yasadışı olarak uzun menzilli Scud füzelerine sahip gizli bir güce sahip olduğunu iddia etti. Hiçbiri bulunamadı.
Powell, Saddam’ın Usame bin Laden’i desteklediğine dair bir ses kaydı olduğunu iddia etti ama kaydın tercümesini yapan bağımsız kaynaklar Usame’nin Saddam’ın ölümünü istediğini ortaya çıkarıyordu.
Colin Powell’ın, BM’de rezalete neden olan konuşmasında yüksekten uçan hava araçları ve casus uyduları görüntüleri de gösterilmişti. Bu fotoğraflarda farklı beyaz çizgilerle işaretlenen daireler ve oklarla laboratuar olduğu ve Saddam’ın büyük çapta yıkım sahip program için yığınak yaptığı iddia edilen yerler de vardı. İşgalden sonra gerçekleşen teftişlerle fotoğraflarda gösterilen yerlerin aslında verimli topraklar olduğu anlaşılıyordu. En azından Powell’ın fotoğraflarını gösterdiği yerlerden birinin operasyon dışında bir bölge olduğu açıktı. Birçokları Powell’a neden normal koşullarda renkli olarak gösterilen uydu fotoğraflarının söz konusu Irak olunca siyah beyaz olarak gösterildiğini soruyordu.
Bilgi ve kanıt içerdiği iddia edilen belgelerden biri de Başkan Bush’un 2003’teki Ulusa Sesleniş konuşmasında dile getirdiği iddiaydı. Bush’a göre bu belgeler Irak’ın ‘Sarı Kek’ olarak adlandırılan tonlarca uranyum oksidi Nijer’den aldığı yolundaydı. İsrail Irak’ın nükleer güç fabrikalarını yıllar önce bombalamış olduğundan Saddam’ın uranyum oksit almak istemesinin tek nedeninin bomba yapmak olduğu iddia ediliyordu. BM Atom Kurumu sahtekârlığın örtüsünü kaldırmakla kalmadı, Bush hükümetindeki herhangi birinin bu belgelerin sahte olduğundan haberinin olmamasının da imkânsız olduğunu belirtti.
En sonunda Irak silahlarıyla ilgili olarak dile getirilen gerçek kanıtlar açıklandı ve Irak’ta kitle imha silahı olduğu iddiasının yalan olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıktı. Bu da açıkça şu anlama geliyor ki Irak’a kitle imha silahları olduğuna dair ileri sürülen her bir belge sahte, hileli ve yalandı. Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu ileri süren herhangi bir iddiayı destekleyecek kanıt yoktu, .çünkü Irak kitle imha silahlarına sahip değildi. Bu yönüyle Irak’ta kitle imha silahları olduğuna dair sahte belgeleri delil olarak ileri sürmek gerçekte bir suç itirafıdır. Bir insan sahte belge hazırlamakla zaman geçiriyorsa bundaki saklı anlam sahtekârın gerçek belge olmadığının farkında olduğudur.
Birleşik Devletlerin elindeki TÜM her şey, HER TÜRLÜ BELGE öğrenci kâğıtlarından kopya edilmiş, ‘Sarı Kek belgesi, biyolojik silah laboratuarı olduğu ileri sürülen balon şişiriciler ve üzerlerinde bilerek yanlış yönlendiren fotoğraflar bulunan tüm belgeler sahteydi. Hattın bir tarafında birileri bu yanlış yönlendirici işaretleri fotoğraflara işaretleyerek, balon şişiricileri taşınabilir biyolojik silahlarmış gibi göstererek ve öğrenci kâğıtlarını çağdaş tahliller olarak sunarak bizlere sunmaya karar vermişlerdi.
Ve BU, aldatma niyetini açıkça göstermektedir.
‘İstihbarat hatası’ denilen şey de koskoca bir yalandır. Hata falan yoktu. Aslında Ordu istihbaratınca yanlışlıkla uzun menzilli tüplerin uranyum santrifüjünün parçaları olduğunu iddia eden ajanlar bonus kazandırırken Pentagon Hans Blix’i (1) karalıyor ve John Bolton (2) da Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu başkanı Jose Bustani’yi (3) suçluyordu, çünkü Bustani kimyasal silah denetçilerini Bağdat’a göndermeye çalışıyordu.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ve yandaşı neo-conlar Birleşik Devletler halkını savaşa göndermek için yalan söylüyorlardı.
Hükümetin savunucuları yukarıda listeleyerek dile getirdiğimiz gerçekleri liderlerin işinin yalan söylemek olduğunun kanıtı sayarak buna alışmamız gerektiğini savunacaklardır. Ve ‘bunu herkes yaptığı için’ mevcut yönetimi suçlamamamız gerektiğini söyleyeceklerdir. Ama bu bir çılgınlıktır. Tüm katilleri yakalamıyoruz, bir katili yakaladığımızda da ona mümkün olduğunca sert davranıyoruz ki diğer katilleri caydıralım.
Şu an suçlular elimizde ve tarihteki diğer liderler savaş başlatmak için yalan söyledilerse de, tarihte ilk olarak yalanla başlayan savaşın açıkça ortaya çıkışı ve yalanların şiddetle söylenmeye devam edilmesine ve üniformalı kadın ve erkeklerimizin zarar görmesine ve ölümlerine tanık olmaktayız. İyi ahlaka sahip olmakla bu yalanın üstesinden gelemeyiz, bu suçu işleyerek geleceğin liderlerini de çocuklarımızı anlamsız savaşlara göndermeleri konusunda cesaretlendiriyoruz. Savaş yapmak için yalana başvurmak, suçlama yaparak rahatsızlık vermenin çok daha ötesinde bir şeydir, bir hükümetin halkına karşı işleyebileceği en büyük suçtur. Savaş yapmak için yalan söylemek sadece ulusların askeri gücünü ve parasını haksız yere zimmete geçirmek değil aynı zamanda geniş çapta ölümlere yol açan haksız bir cinayettir de. Savaş başlatmak için yalan söylemek askeri alanlarda görev yapan sivil birimlerdeki her fert ve kişiye ihanet etmek demektir. Savaş başlatmak için yalana başvurmakla, Bush yönetimi, asker ölümlerine ve çocukları savaşta ölen ailelere neden çocuklarının ölülerinin kendilerine gönderildiğini sorma haklarının olmadığını söylemiş oluyor. Bu onları ilgilendirmez!
Ulusumuz yönetilme hakkının rızaya dayalı olduğu temeline göre kurulmuştur. Çünkü Biz Halk olarak bizlere yalan söylenmesine rıza göstermeyiz, yönettiklerinin rızasını gözetmeyen bir yönetimce yönetilmek yönetilenler için ancak köleliktir.
Olduğunuzdan daha kızgın olmalısınız. Öfke içinde olmalısınız. Bir yalanla başlayan bu savaşta öldürülmüş veya sakat kalmış kadın ve erkeklerin aileleri kadar öfkeli olun. Yeterince kızgın olmalı ve bu kızgınlığınızı sürdürmelisiniz çünkü ben bu satırları yazarken bile aynı hükümet Irak’ın nükleer silahları hakkında konuştuğu gibi aynı yöntem ve yalanlarla İran’ın nükleer kapasiteleri hakkında da yalan söylemeye devam etmektedir. Yazılanların içeriği açıktır, Irak’ta savaş yapmak için söyledikleri yanına kar kalan A.B.D yönetimi İran’la savaşmak için de yalan söyleyecektir ve birbiri ardına söylediği yalanların ardı arkası kesilmeyecek, siz sessiz ve tepkisiz kalınca da yalan söyleyenler artık durmayacak ve saldırıya geçeceklerdir.
Siz tepkisiz kaldıkça yalancıların durmak için hiçbir nedeni yok.
Yalancıları kovma zamanıdır
ÖYLEYSE NE YAPMALI?
Bush yönetimi ve medyadaki arkadaşları bu meselenin unutulup gitmesini istiyorlar. Unutulup gitmesinden öte, aslında panik içindeler ve bunu durdurmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Her kirli işe, her ödenecek akçeye ve her türlü baskıya başvuracaklardır. Bu yüzden, sizden isteğim bu makaleyi kopya ederek her yere yollamanız. Bu makalenin kamuya açık şekilde ortaya çıkarılması gerekir. Onu arkadaşlarınıza yollayın. Yerel medyaya, A.B.D Temsilciler Meclisi üyelerine ve tanıdığınız herkese yollayın. Telefonlara sarılın. İşyerlerine akın yapın.
Bu terime ‘viral pazarlama’ deniyor ve ürün ihtiyacı olan kişinin ayağına giderek ürününüzü pazarlamak anlamına geliyor. Evet, bu ulusun ‘ürünümüze’ İHTİYACI var. Ulusumuz bu savaşın yalanlarla başladığını bilmeli. KASITLI yalanlar. Bu konuda yapabilecekleri bir şeyler olduğunu da bilmeliler ve bu, gücü elinde bulunduranların kapılarını çalmak için bir başlangıçtır.
Çünkü böylesi mesajlar Kongre’ye ve medyaya akın ettiğinde duyacakları tek şey artık zaman kalmadığıdır. Ya tamamıyla bu yalanlarla ve yalancılarla ilgilenecekler ya da hükümet ve medya olarak tüm güvenilirliklerini kaybedeceklerdir.
Halkına yalan söyleyen bir hükümet bu toprakların legal hükümeti olamaz. Anayasa’nın onların size yalan söylemesine izin vermediğini halkın bildiğini kendilerine fark ettirin. Anayasa asli olarak ‘Amerika ile sözleşmedir’ ve yalanlarla ayakta kalan bir yönetim Anayasa’daki bu sözleşmeyi ihlal etmiştir.
Dipnotlar:
1-Denetimlerden sorumlu BM izleme, tespit ve denetleme komisyonu başkanı.
2-George Bush’un onayıyla Senato tarafından onay beklenmeksizin BM büyükelçiliğine atanmış kişi
3-ABD hükümetinin ‘Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu OPCW’nin genel direktörü.
Irak işgalinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra yazılan bu makale önemine binaen Süleyman Kaylı tarafından bihangul.net için yeniden tercüme edilmiştir.
“Tüm savaşlar aldatmaya dayanır - Sun Tzu, Savaş Sanatı
Savaş yapmak için halkına yalan söyleyen bir yönetimle ilgili olarak hatırlanması gereken yeni bir şey yok aslında. Çünkü birçok insan kanlı ve korkunç ölümlerin yaşandığı savaş ortamında yaşamaktansa aslında barış ortamında yaşamayı tercih ettiğinden, savaş başlatma heveslisi tüm yönetimler için tek seçenek, savaşı destekleyen yanılsamalar yaratmak için mutlaka halklarına yalan söylemekle işe koyulmaktır.
Başkan McKinley Amerikan halkına Birleşik Devletlerin Havana’daki gemisinin İspanyol mayını tarafından batırıldığını söylemişti. Görünüşe bakıldığında kışkırtılmamış olan bu saldırıyla oldukça kızgın hale gelmiş olan Amerikan halkı, böylece İspanyol Amerikan savaşını desteklemişti. Geminin kaptanı, geminin batmasına neden olay şeyin kömürlükteki patlama olduğu üzerinde ısrar etmişti ve savaş sonrası yapılan araştırmalar durumun bundan kaynaklandığını ortaya çıkarıyordu. Mayın falan yoktu.
Hitler de işgale başlamak için halkını böylesi bir yalan mekanizması kurarak kandırmıştı. Alman halkına, ilk önce saldıran tarafın Polonya olduğunu söylemişti. Almanlar gerçekten tehdit edildiklerine ikna edilmişler, Hitler’i takip ederek Polonya’ya saldırmışlar ve II. Dünya Savaşına girmişlerdi.
Roosvelt, Pearl Harbor saldırısının beklenmeyen bir saldırı olduğunu söylemişti. Oysa öyle olmamıştı. Birleşik Devletler, Amerikan halkının Japonya ile savaşmaya karşı olmasına rağmen bunu Almanya ile savaşa girmek şeklinde anlamak istemişti. Bu yüzden Roosvelt, ilk olarak Japonya’nın saldırmasına ihtiyaç duyuyordu. Savunma İstihbaratınca planlanan 8 aşamalı plana göre Roosvelt Japonya’yı saldırmaya tahrik edecekti. Resmi hikâyenin tersine filo telsiz dinlemesi yapmıyordu ama Birleşik Devletler telsiz istasyonlarınca şifrelenen ve durdurulan mesajlar gönderiyordu. Amerikalılar, sürpriz bir şekilde saldırıya uğradıkları yalanıyla birlikte savaşa girdiler.
Başkan Johnson, Amerikalıları Vietnam’a savaşmaya göndermek için Tonkin Körfezi hakkında yalan söylemişti. Körfez’deki sularda torpido falan yoktu. L.B Johnson, Kongre’yi Vietnam’a saldırma konusunda kışkırtan acemi bir sonarın şikâyetini avantaj olarak kullanmıştı.
Milletlerin liderlerinin, halklarını savaşa sokmak için yalan söylemiş oldukları kaçınılmaz bir tarihi gerçektir, çünkü aksi durumda halklar savaşa karşı çıkarlar. Liderlerin halklarını savaşa sokmak için hileye başvurduklarını dile getirmek ‘komplo teorisi’ değildir. Bu, inkâr edilemez bir gerçektir.
Bu da bizi mevcut soruna göz atmaya yöneltmektedir.
Birleşik Devletler hükümeti Amerikan halkına yalan mı söyledi veya Başkan Bush ve neo-con ortakları Irak’ı işgal etmek için Kongre’ye yalan mı söylüyor?
Bu sorunun cevabı Britanya hükümetinin mevcut politikayla ilgili olarak hazırladığı bir kararda açıkça ortaya çıkmıştı. Ama bu notun hazırlanmasından çok uzun süre önce Birleşik Devletler hükümetinin Büyük Britanya’nın yardımıyla Irak’ta bir savaşa hazırlık yaparken halk desteği almak için yalan söyleme amacında olduğu ortaya çıkmıştı.
İlk olarak Tony Blair’in ‘Sahte Klasör’ olarak bilinen belgeyi halkın desteğini almak için Başkan tarafından ifade edilen iddiaları gündeme getiriyordu. Daha sonra dosyalarda dile getirilen iddiaların 12 yaşındaki bir çocuğun tez konusundan aşırıldığı ortaya çıkmıştı!
İşgal için iyi gerekçelere sahip olsa da, dosyalardaki içerik çağın gereklerine uymayan eski moda bilgilerdi.
Aldatma girişimi için kullanılma niyetiyle üzerinde iyice düşünülmeden ortaya atıldığı açık olan bu materyali kullanmak hâlihazırda mümkün de değildi.
Sonraları ‘taşınabilir biyolojik silah laboratuarları’ iddiası gündeme geldi. İşgalden uyandıktan sonra sunulan gerçek laboratuarların olmadığı ortaya çıktığında da Birleşik Devletler’in en büyük medya grupları tarafından bu laboratuarların tanıtım filmleri gösterilmeye başlandı ve biyolojik işlemlerle ilgili herhangi bir bulguya rastlanmadığına dair eksikliğin, televizyonlarda gösterilenden çok daha büyük çaplı yıkımlara neden olabilecek biyolojik silahların Irak’ta toplandığının göstergesi olduğu iddia edildi.
Bu hilenin en büyük destekçisi 5 Şubat 2003’te bu görüntüleri Birleşmiş Milletler’de gösteren Colin Powell idi.
Söz konusu görüntülerin hava balonlarını şişirmek için kullanılan hidrojen gazı jeneratörleri olduğu anlaşılınca iddianın yalan olduğu ortaya çıkmış oldu.
Bu jeneratörlerin parçalarının bir Britanya şirketi tarafından üretildiği ve Irak’a satıldığı hem Amerikan hem de Britanya hükümetleri tarafından bilinen bir gerçekti.
Colin Powell, BM’de yaptığı konuşmada yalan üstüne yalan söylüyordu. Powell, Irak’ın tek kullanım alanı uranyum zenginleştirme santrifüjü olan özel alüminyum tüpleri satın aldığını iddia ediyordu. Hem CIA hem de Powell’ın kendi Bakanlığı tüplerin Saddam’ın legal olarak satın almaya izin verildiği füzelerin parçaları olduğunu onaylıyordu. İşgal sonrası ne santrifüj, ne alüminyum, ne de başka bir şey bulunmuştu.
Yine Powell Birleşmiş Milletler’de gösterdiği resimlerde ‘Zehirli Araçları’ da göstermişti. Ama işgal sonrası bölgeyi gezen müfettişler bu araçların yangınla mücadele amaçlı araçlar olduğunu keşfettiler.
Powell, Iraklıların Irak’ın batısında yasadışı roketlere ve roket rampaları sakladıklarını iddia etti. Powell, Iraklıların 8.500 litre şarbona sahip olduklarını iddia ediyordu. Böyle bir şey asla bulunamadı.
Powell, Irak’ın dört ton VX sinir gazına sahip olduğunu iddia etmişti. BM daha önce bunun yok edildiğini onaylamıştı. VX ile ilgili olarak bulunan tek şey Birleşik Devletler’in ‘standart’ olarak bıraktığı örneklerdi. BM Amerika’ya ait örneklerin Iraklıların savaş başlıklarını zehirli hale getirmelerinden şüphelendiklerinde, Amerika, karşılaştırma testlerinden geçirilmemesi için derhal örnekleri yok etti.
Powell, Irak’ın özellikle biyolojik silahları taşımaları için uzun mesafelerde etkili asalaklar ürettiğini iddia etti. Bulunan tek şey kısa mesafeler için yapılmış keşif asalaklardı.
Powell, Irak’ın toplamda 100 ile 500 ton arasında kimyasal ve biyolojik savaş ajanına sahip olduğunu iddia etti. Powell bu iddiası için hiçbir temel bulamadı ve aynı zamanlarda yayımlanan bir DIA (Amerikan Savunma İstihbaratı) raporu iddia ile tamamen çelişiyordu. İşgalden sonra Irak’ta hiçbir biyolojik veya kimyasal silah bulunamadı.
Powell, ‘adı belirtilmeyen kaynaklara’ dayanarak Saddam’ın, komutanlarına biyolojik silah kullanma konusunda yetki verdiğini iddia etti. Iraklılar işgale karşı savunmalarında böylesi bir silah kullanmadılar ve tabii ki Irak’ta böyle bir silah bulunmadı.
Powell BM müfettişlerince bulunan 122 mm’lik savaş başlıklarının kimyasal silah olduğunu iddia etti. Savaş başlıkları boştu ve kimyasal silah içerdiklerine dair hiçbir emare bulunamadı.
Powell, Irak’ın yasadışı olarak uzun menzilli Scud füzelerine sahip gizli bir güce sahip olduğunu iddia etti. Hiçbiri bulunamadı.
Powell, Saddam’ın Usame bin Laden’i desteklediğine dair bir ses kaydı olduğunu iddia etti ama kaydın tercümesini yapan bağımsız kaynaklar Usame’nin Saddam’ın ölümünü istediğini ortaya çıkarıyordu.
Colin Powell’ın, BM’de rezalete neden olan konuşmasında yüksekten uçan hava araçları ve casus uyduları görüntüleri de gösterilmişti. Bu fotoğraflarda farklı beyaz çizgilerle işaretlenen daireler ve oklarla laboratuar olduğu ve Saddam’ın büyük çapta yıkım sahip program için yığınak yaptığı iddia edilen yerler de vardı. İşgalden sonra gerçekleşen teftişlerle fotoğraflarda gösterilen yerlerin aslında verimli topraklar olduğu anlaşılıyordu. En azından Powell’ın fotoğraflarını gösterdiği yerlerden birinin operasyon dışında bir bölge olduğu açıktı. Birçokları Powell’a neden normal koşullarda renkli olarak gösterilen uydu fotoğraflarının söz konusu Irak olunca siyah beyaz olarak gösterildiğini soruyordu.
Bilgi ve kanıt içerdiği iddia edilen belgelerden biri de Başkan Bush’un 2003’teki Ulusa Sesleniş konuşmasında dile getirdiği iddiaydı. Bush’a göre bu belgeler Irak’ın ‘Sarı Kek’ olarak adlandırılan tonlarca uranyum oksidi Nijer’den aldığı yolundaydı. İsrail Irak’ın nükleer güç fabrikalarını yıllar önce bombalamış olduğundan Saddam’ın uranyum oksit almak istemesinin tek nedeninin bomba yapmak olduğu iddia ediliyordu. BM Atom Kurumu sahtekârlığın örtüsünü kaldırmakla kalmadı, Bush hükümetindeki herhangi birinin bu belgelerin sahte olduğundan haberinin olmamasının da imkânsız olduğunu belirtti.
En sonunda Irak silahlarıyla ilgili olarak dile getirilen gerçek kanıtlar açıklandı ve Irak’ta kitle imha silahı olduğu iddiasının yalan olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıktı. Bu da açıkça şu anlama geliyor ki Irak’a kitle imha silahları olduğuna dair ileri sürülen her bir belge sahte, hileli ve yalandı. Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu ileri süren herhangi bir iddiayı destekleyecek kanıt yoktu, .çünkü Irak kitle imha silahlarına sahip değildi. Bu yönüyle Irak’ta kitle imha silahları olduğuna dair sahte belgeleri delil olarak ileri sürmek gerçekte bir suç itirafıdır. Bir insan sahte belge hazırlamakla zaman geçiriyorsa bundaki saklı anlam sahtekârın gerçek belge olmadığının farkında olduğudur.
Birleşik Devletlerin elindeki TÜM her şey, HER TÜRLÜ BELGE öğrenci kâğıtlarından kopya edilmiş, ‘Sarı Kek belgesi, biyolojik silah laboratuarı olduğu ileri sürülen balon şişiriciler ve üzerlerinde bilerek yanlış yönlendiren fotoğraflar bulunan tüm belgeler sahteydi. Hattın bir tarafında birileri bu yanlış yönlendirici işaretleri fotoğraflara işaretleyerek, balon şişiricileri taşınabilir biyolojik silahlarmış gibi göstererek ve öğrenci kâğıtlarını çağdaş tahliller olarak sunarak bizlere sunmaya karar vermişlerdi.
Ve BU, aldatma niyetini açıkça göstermektedir.
‘İstihbarat hatası’ denilen şey de koskoca bir yalandır. Hata falan yoktu. Aslında Ordu istihbaratınca yanlışlıkla uzun menzilli tüplerin uranyum santrifüjünün parçaları olduğunu iddia eden ajanlar bonus kazandırırken Pentagon Hans Blix’i (1) karalıyor ve John Bolton (2) da Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu başkanı Jose Bustani’yi (3) suçluyordu, çünkü Bustani kimyasal silah denetçilerini Bağdat’a göndermeye çalışıyordu.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ve yandaşı neo-conlar Birleşik Devletler halkını savaşa göndermek için yalan söylüyorlardı.
Hükümetin savunucuları yukarıda listeleyerek dile getirdiğimiz gerçekleri liderlerin işinin yalan söylemek olduğunun kanıtı sayarak buna alışmamız gerektiğini savunacaklardır. Ve ‘bunu herkes yaptığı için’ mevcut yönetimi suçlamamamız gerektiğini söyleyeceklerdir. Ama bu bir çılgınlıktır. Tüm katilleri yakalamıyoruz, bir katili yakaladığımızda da ona mümkün olduğunca sert davranıyoruz ki diğer katilleri caydıralım.
Şu an suçlular elimizde ve tarihteki diğer liderler savaş başlatmak için yalan söyledilerse de, tarihte ilk olarak yalanla başlayan savaşın açıkça ortaya çıkışı ve yalanların şiddetle söylenmeye devam edilmesine ve üniformalı kadın ve erkeklerimizin zarar görmesine ve ölümlerine tanık olmaktayız. İyi ahlaka sahip olmakla bu yalanın üstesinden gelemeyiz, bu suçu işleyerek geleceğin liderlerini de çocuklarımızı anlamsız savaşlara göndermeleri konusunda cesaretlendiriyoruz. Savaş yapmak için yalana başvurmak, suçlama yaparak rahatsızlık vermenin çok daha ötesinde bir şeydir, bir hükümetin halkına karşı işleyebileceği en büyük suçtur. Savaş yapmak için yalan söylemek sadece ulusların askeri gücünü ve parasını haksız yere zimmete geçirmek değil aynı zamanda geniş çapta ölümlere yol açan haksız bir cinayettir de. Savaş başlatmak için yalan söylemek askeri alanlarda görev yapan sivil birimlerdeki her fert ve kişiye ihanet etmek demektir. Savaş başlatmak için yalana başvurmakla, Bush yönetimi, asker ölümlerine ve çocukları savaşta ölen ailelere neden çocuklarının ölülerinin kendilerine gönderildiğini sorma haklarının olmadığını söylemiş oluyor. Bu onları ilgilendirmez!
Ulusumuz yönetilme hakkının rızaya dayalı olduğu temeline göre kurulmuştur. Çünkü Biz Halk olarak bizlere yalan söylenmesine rıza göstermeyiz, yönettiklerinin rızasını gözetmeyen bir yönetimce yönetilmek yönetilenler için ancak köleliktir.
Olduğunuzdan daha kızgın olmalısınız. Öfke içinde olmalısınız. Bir yalanla başlayan bu savaşta öldürülmüş veya sakat kalmış kadın ve erkeklerin aileleri kadar öfkeli olun. Yeterince kızgın olmalı ve bu kızgınlığınızı sürdürmelisiniz çünkü ben bu satırları yazarken bile aynı hükümet Irak’ın nükleer silahları hakkında konuştuğu gibi aynı yöntem ve yalanlarla İran’ın nükleer kapasiteleri hakkında da yalan söylemeye devam etmektedir. Yazılanların içeriği açıktır, Irak’ta savaş yapmak için söyledikleri yanına kar kalan A.B.D yönetimi İran’la savaşmak için de yalan söyleyecektir ve birbiri ardına söylediği yalanların ardı arkası kesilmeyecek, siz sessiz ve tepkisiz kalınca da yalan söyleyenler artık durmayacak ve saldırıya geçeceklerdir.
Siz tepkisiz kaldıkça yalancıların durmak için hiçbir nedeni yok.
Yalancıları kovma zamanıdır
ÖYLEYSE NE YAPMALI?
Bush yönetimi ve medyadaki arkadaşları bu meselenin unutulup gitmesini istiyorlar. Unutulup gitmesinden öte, aslında panik içindeler ve bunu durdurmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Her kirli işe, her ödenecek akçeye ve her türlü baskıya başvuracaklardır. Bu yüzden, sizden isteğim bu makaleyi kopya ederek her yere yollamanız. Bu makalenin kamuya açık şekilde ortaya çıkarılması gerekir. Onu arkadaşlarınıza yollayın. Yerel medyaya, A.B.D Temsilciler Meclisi üyelerine ve tanıdığınız herkese yollayın. Telefonlara sarılın. İşyerlerine akın yapın.
Bu terime ‘viral pazarlama’ deniyor ve ürün ihtiyacı olan kişinin ayağına giderek ürününüzü pazarlamak anlamına geliyor. Evet, bu ulusun ‘ürünümüze’ İHTİYACI var. Ulusumuz bu savaşın yalanlarla başladığını bilmeli. KASITLI yalanlar. Bu konuda yapabilecekleri bir şeyler olduğunu da bilmeliler ve bu, gücü elinde bulunduranların kapılarını çalmak için bir başlangıçtır.
Çünkü böylesi mesajlar Kongre’ye ve medyaya akın ettiğinde duyacakları tek şey artık zaman kalmadığıdır. Ya tamamıyla bu yalanlarla ve yalancılarla ilgilenecekler ya da hükümet ve medya olarak tüm güvenilirliklerini kaybedeceklerdir.
Halkına yalan söyleyen bir hükümet bu toprakların legal hükümeti olamaz. Anayasa’nın onların size yalan söylemesine izin vermediğini halkın bildiğini kendilerine fark ettirin. Anayasa asli olarak ‘Amerika ile sözleşmedir’ ve yalanlarla ayakta kalan bir yönetim Anayasa’daki bu sözleşmeyi ihlal etmiştir.
Dipnotlar:
1-Denetimlerden sorumlu BM izleme, tespit ve denetleme komisyonu başkanı.
2-George Bush’un onayıyla Senato tarafından onay beklenmeksizin BM büyükelçiliğine atanmış kişi
3-ABD hükümetinin ‘Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu OPCW’nin genel direktörü.
Irak işgalinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra yazılan bu makale önemine binaen Süleyman Kaylı tarafından bihangul.net için yeniden tercüme edilmiştir.