Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Zorba kadrolar, tahakkümlerini "hukukun üstünlüğü" adına...

Zorba kadrolar, tahakkümlerini "hukukun üstünlüğü" adına perçinlemekteler...

TC. Anayasa Mahkemesi, mütegallibe zümresinin tahakkümlerinin sürmesine halel gelmemesi, güçlerinin ve sırtlarını dayadıkları "kemalist / laik jakobenliğin"  karşı çıkılamaz olduğunun daha bir iyice anlaşılması/ görülmesi için,  "hukukun üstünlüğü"  gibi yaldızlı lafların arkasına sığınarak, yargıçlar diktatöryasının bir diğer örneğini gösterdi, Meclis"e.. 

Meclis"e haddini bildirdi, bir bakıma...

O Meclis ki, değiştirilmesi gerekli daha yığınla maddeler varken, mecvud Anayasa"nın sadece 1-2 temel maddesindeki değişiklikleri bir ayı aşkın bir süre boyunca, gece-sabahlara kadar varan sözkonusu ne çetin tartışmalar, kavgalar ve küfürleşmeler arasında, müthiş bir "sinir savaşı" içinde karara bağlıyabilmişti..

Ama, yapılan değişiklikler yine de,  12 Eylûl Askerî Darbesi"nden sonra süngüucu zorlamasıyla yapılan ve millete "ölümlerden ölüm beğen.." dercesine bir zorbalıkla, hile, ikrah ve cebr ile kabul ettirildiği için, taa baştan, "mutlak butlanla bâtıl" ve hattâ "keenlemyekûn (bütünüyle hükümsüz ve yok) sayılması gereken bir anayasada aradan geçen 30 yıl içinde yapılabilmiş en köklü değişiklerdi..

Şimdi, bazıları ülkeyi yönetmeye mevcud kanun ve anayasa sistemi içinde kalarak tâlib olan ve milletten geniş bir destekle siyasî iktidar makamlarına gelen AK Parti"nin niçin daha köklü değişiklikler yapmadığını sorabilir ve eleştiriler getirebilir.. Ve, zahîrî- surî mantık açısından haklıdırlar da..

Amma, onların böylesine küçük birkaç maddeyi değişikliğinde, nasıl çetin bir direnme ile karşılaştığı görülmezse, o zaman, yapılan eleştirilerin bir mânâsı kalmaz..

*

250- 300 yıl öncelerde yaşamış olan Fransız düşünürü Montesquieu"den kalma bir teoridir, "kuvvetler ayrılığı" prensibi..

Bu kuvvetler de, "teşri" (kanun koyma/ yasama), icra (hükûmet etme, yürütme) ve  kazâ (yargı) olarak gösterilmişti..

Bu "kuvvetler ayrılığı" prensibine göre, kanun koyan güç odağı ile o kanunları uygulayan, hükûmet eden güç odağı ayrı olmalı ve hükûmet eden, yöneten gücün uygulama ve tasarruflarının âdil olmadığına inanan kimselerin haklarını korutmak için başvuracakları bir bağımsız yargı kurumunun olması öngörülür..

Genel hatlarıyla, üzerinde durulabilir..

Ancak, sultanların, kralların iktidarını frenlemiş, sınırlamış veya tamamen kaldırmış olan Batı sisteminde, asırlar içindeki uygulamalarda, TC."deki uygulama örneğiyle kıyaslanmıyacak derecede, bağımsız bir yargı kurumu oluşturulmuştur..

(Bir de, yönetilen kitlelerin, yönetim şeklinden memnun olup olmadıklarını ortaya koymak için geliştirdikleri çeşitli muhalefet vasıtaları ve örnekleri de, fiilen, "dördüncü kuvvet"   olarak sayılmıştır ve bu genelde medya olarak nitelenmiştir..)

Montesquieu"ye göre, "kuvvetler ayrılığı"nın kabul edilmediği sistemlerde diktatörlük var demektir.."

Bu formül, elbette ki çekilen nice acılardan imbiklenmişti, Batı"da..

TC"deki uygulama ise, M. Kemal anlayışıyla, ona nisbet olunan ilke ve eylemlere göre şekillendiğinden ve geçmişteki saltanat kültürü" nün de devamı mahiyetinde bir durum meydana gelmiş ve "kuvvetler ayrılığı" lafı tekrarlanmakla birlikte, bütün bu "kuvvet" odakları; "resmî ideoloji"nin genel çerçevesi içinde tek bir potada eritilmiştir.. (Prof. Mete Tunçay"ın açıkça belirttiği üzere, M. Kemal, "kuvvetler ayrılığı" (tefriq-i quvva) olur mu?.. "Tevhîd-i quvva" (kuvvetler birliği) olmalı ki, devlet güçlü olsun.."  demiştir..)

*

Bizde ise, Sultan"ın sınırlandırılması ayrı bir konudur..

Ünlü Alman generali Helmuth Karl von  Moltke, 1830"larda, henüz bir yüzbaşı iken geldiği Osmanlı"nın yapısını anlatırken, "burada, Sultan deyince, Avrupa"daki gibi kendisini sınırsız güç sahibi sanan bir diktatör yönetici anlaşılmamalıdır. Çünkü onlar Kur"an"la sınırlandırılmışlardır."  der özetle, "Türkiye Mektubları" ismiyle yayınlanmış eserinde.. Bu tesbit, tam doğıru olmasa bile, Batı ile yapılan mukayese açısından, yine de dikkate değer özellikler taşımaktadır..

(Önceki yazımda ele aldığım bir konu dolayısiyle, bir okuyucu ise, müslüman bir toplumun başında İslam Hukuku"na uygunluk adına bulunan kişiye tavsiyede bile bulunulamıyacağını sanıyordu.. Halbuki, Asr Sûresi"nde, hüsrana uğramıyacak olanlar sayılırken, "karşılıklı tavsiyeleşmelerde bulunanlar" da belirtilmektedir; tek taraflı tavsiyede bulunmak değil, karşılıklı tavsiyeleşmede bulunulması.." 

Demek k, kültürümüzün mayasında yanlış yerleşmiş bir takım aykırı kanaat kırıntıları ve sanılar bulunmaktadır..)

*

Ve, Cumhuriyet denilen ve ömrünün üçte ikisinden fazlası diktatörlükler, sıkı yönetimler, OHAL"ler  altında geçen ve milleti adetâ rehine alan 90 yıla yaklaşan kemalist/laik uygulama döneminde ise..

Bir Meclis ki,  millet iradesinin yansıdığı mekan olarak belirtilir.. Ama, m. vekili olarak seçilenlerin bu sıfatlarının resmiyet kazanabilmesi için, Meclis"te, malûm "ilke ve devrimlere bağlı kalacakları"na dair sözlerin de içinde bulunduğu bir yemin metnini yüksek sesle okumak zorundadırlar..

Bu izahlardan sonra, şu noktayı belirtelim ki, TC. sisteminde, taa baştan beri olmayan bir  "kuvvetler ayrılığı"  varmış gibi gösterilir ve herkes, resmî ideolojinin genel çerçevesi içinde hareket etmek şartına göre kodlanmıştır. Bunun dışına çıkmak isteyenlerin karşısına, askerî darbeler ve darbeciler dikilir ve onlara karşı  "27 Nisan 2007 Muhtırası"nda olduğu üzere, "dik duruş ma gösterilince, bu kez de "yargı" adına oyunların, entrikaların tezgâhlanması başlar; hem de, "kutsal" ve "yüce yargı" gibi yaldızlamalarla.. 

Ve Anayasa Mahkemesi, Meclis"in yaptığı kanunların mevcud Anayasa"ya uygun olup olmadığını, -re"sen, kendiliğinden değil- kendisine müracaat etme hak ve yetkisine sahib bulunanlarca yapılan başvurular üzerine ele alır.. Ama, Meclis"in Anayasa"da yaptığı değişiklikleri sadece, Meclis"teki görüşmeler ve oylamalar sırasında  şekil hataları olup olmadığı açısından ele alır, esasa giremez..

Ne var ki, Anayasa"nın ilk dört maddesinde zikrolunan ve "değiştirilmesinin teklif bile edilemiyeceği"ne dair maddelere aykırılık görülürse, bunu Anayasa Mahkemesi ibtal eder. Ama, bu, açıktır ki, o maddelerin değiştirilmesi durumunda öyledir.. Ancak, Anayasa Mahkemesi, o hassas maddelerin dolaylı olarak etkileneceği zehabına kapıldığında da, ibtal edebileceğini göstermiştir, Meclis"in 411 üyesince kabul ettiği bir anayasa değişikliğini ibtal ederek..

*

Ve şimdi de, Anayasa Mahkemesi, aynı şekilde, yapılan Anayasa değişikliğini, esasa girmek yetkisi yokken, entipüften ve dolaylı gerekçelerle, son Anayasa değişikliğinde de, hiçbir şey bulamayınca, Meclis"in üstünde olduğunu hissettirmek için, entipüften noktalardan birkaç noktayı yine değiştirdi..

Evet, burada bir güç gösterisi vardır ve Anayasa Mahkemesi, yetkisini kendisi belirlemektedir ve kararlarının itiraz mercii bulunmayan bir kesinlik taşıdığını kötüye kullanmıştır..

Bu tavır, gerçekte zorbalık/ jakobenizm- tepeden inmecilik, darbecilik, komitacılık mantığı üzerine kurulu bir rejimin güç odaklarının milletin iradesine meydan okuma tavrıdır.. Bu zorbalık tavrı, yetki-metki tanımamakta ve gizli iktidarını korumak ve kadrolarını fedâ etmemek ve güç denemesinde, bütün temel organların üstünde olduğunu göstermek için, elinden geleni yapmaktadır..

Bu yetki gasbı, ülkenin ve müslüman halkımızın iradesi karşısında sergilenen gerçek bir yol kesiciliktir..

*

Bir diğer yetki gasbını da Org. Başbuğ tekrarladı..

 

 Anayasa Mahkemesi"nin "dediğim dedikçi" ve kimseye hesab vermek durumunda olmayan tavrı yüzünden dilediği gibi hareket ederken; bir diğer yetki gasbını da, bir diğer diğer fiilî  "dediğim dedikçi"  tavrı, Gen. Kur. Başk. Org. Başbuğ, 5 Temmuz akşamı, bir tv. kanalında yaptığı konuşmada ortaya koydu..

Genelkurmay Başkanı, Başbakan"a bağlı bir devlet memurudur.. Ve Başbakan"a karşı sorumludur..

Kendi iç bünyesinde, kurallara ve kanunlara uyulması sözkonusu olduğunda, bunlara en fazla riayet olunan, en disiplinli kurum görüntüsünü veren, TSK"dır..

Ve TSK içinden bir makam, Gen. Kur. Başkanı"nın veye âmir durumunda olan makamların izni olmaksızın, herhangi bir konuda açıklama yapamaz ve görüş açıklayamaz, bir tartışmaya katılamaz..

Yaparsa, fren mekanizmasını derhal harekete geçirilir..

Öyle değil mi, Org. İlker Başbuğ bey?

O zaman, nasıl olur da, üzerinize düşmeyen, yetkinizde olmayan konularda ahkâm kesersiniz?

Sizin, hele de şu son iki yıl boyunca, Ergenekon ve devamı yargılamalar sırasında takındığınız hukuk tanımaz tavır ve iddialarınızın hemen tamamının boşa çıktığı görülmüştür.. İleri sürdüğünüz iddialar, boş olmaktan öteye, sorumsuzluk örneğiydi ve nice suçları ve suçluları korumaya çalıştınız..

Hangi birisini sayalım.. Poyrazköy"de denizden ve topraktan çıkarılan silahları hafife alan kimdi?

Lav roketleri iddiasını çürütmek için, elinize bir soba borusu gibi nesneyi alıp, "borudan lav silahı mı olur?" diyen siz değil miydiniz?

Kur. Alb. Dursun Çiçek"e nisbet olunan ve "müslüman halk kitlelerine karşı nasıl tuzaklar kurulacağı"na dair korkunç planları içeren bir belge yayınlandığında, o kişinin imzasını taşıyan belgeyi, "kağıt parçası" diye niteleyen kişi değil miydiniz?

TSK"yla ilgili konular olduğu zaman, kesin hüküm olmadan kimse suçlu sayılamaz, suçlanamaz diyerek, âleme hukuk dersi ve huhuh bağlılığı dersi vermeye çalışan da sizdiniz.. Ve sonra, aylarca süren tartışmalardan sonra, o belgenin o kişiye aidiyeti, devletin en yetkili uzman kuruluşlarının verdikleri raporlara göre kesinleşmedi mi?

Ve siz, devam etmekte olan yargılamalara dair görüşler açıklanmasının suç olduğunu bildiğiniz halde, bundan kaçınmadınız..

Siz bu konularla meşgul olurken ve de ordunun karargâh birimlerinde siyasî hayata yön vermek için nice entrikaların içinden hep, TSK"nin muvazzaf veya emekli mensublarının herbirisinin çıktığı görülürken, sınır boylarında halkın çocukları birbirini boğazladı.. Ve sizler eğitimi görmüş, yüksek rütbeliler "önemli" siyasî manevralar içindeyken, hele gerilla savaşına dair hiçbir eğitimden geçmemiş 15-20 günlük erler bile, bir "uzatmalı çavuş"un komutasında  ölümlerele göönderildi.. Ve siz, o dağ başlarındaki boğuşmalarda can verenlerden bir tarafı, "kemalist/ laik rejim"in korunması için, İslamî terimlerle "şehîd" ilan ederken; diğer tarafın "etkisiz hale getirildiği"yle iftihar etmekten elçekmediğiniz halde, şimdi nasıl olduysa, "öldürülen teröristler de bu ülkenin vatandaşı"  demek noktasına geldiniz..

Ve hele, daha geçen yıl, "maalesef, devlet dağa çıkışı önleyemedi.."  diye yakındığınızı unutup, şimdi, özellikle kürd kavminden olan TC vatandaşlarından nicelerine, "dağlara çıkmaları" gibi bir yol gösterdiniz.. Sanki, dağdaki mevcud teröristlerle olan problemi çözmüş gibi..

Hoşunuza gitmeyen haber ve yorumları yayınlayanları "böylelerinin türk kanı taşıdıklarına inanmadığınızı" söyleyerek, tuhaf bir kan soyu ırkçılığı yapmaktan çekinmediniz..

Sanki, sivil hayata hazırlanırken,  kendinize bir yer açmaya çalışıyor gibisiniz..

Son yaptığınız konuşmada ise, adetâ bütün olup bitenlere tüy diktiniz.. Kemalist-laik rejimin yağlanması için, "yüce yargı" ve "kutsal ordu" gibi yaldızlamalarıyla meşhur U. D. isimli sunucuya verdiğiniz son açıklamaların hangi birisine değinelim...

Güneydoğu"da 20 küsur insanı öldürttüğü ve "fail-i mechul" nice cinayetleri işlettiği  iddiasıyla aylarca yargılanan Alb. Temizöz"ün ve diğer bazı TSK mensublarının yargılanmalarına üzüldüğünüzü dile getirebildiniz.. Hele, Jandarma İstihbaratı"nın yıllarca başında bulunmuş ve yakalanacağını anlayınca Rusya"ya kaçan ve sonra gizlice geldiği Türkiye"de bir hasatanede, kılık-kıyafet değiştirerek, tedavi olmak üzereyken yakalanan  Levent Ersöz isimli bir em. generalin aylardır hastanelerde olmasına;  keza iki yıla yakın zamandır tutuklu olmasına rağmen, hastaneden bir türlü çıkartılmayan Prof. Mehmed Haberal"ın durumuna da üzüldüğünüzü açıklayarak mahkemeyi etkilemeye çalışmaktan ve suç sanıklarını himayeye çalışmaktan çekinmeyen de sizdiniz.. 

"Bazı belgelerin polis tarafından servis edildiğine inanıyorum.." diye, devletin polis gibi bir temel güvenlik kurumunu, TSK gibi bir diğer temel güvenlik gücünün en başındaki kişi olarak, sorumsuzca suçlayan da sizdiniz.. Yapmanız gereken, o  belgelerin doğru olup olmadığını araştırmak ve açıklamak iken,  siz onların sızdırılmasını eleştirmekle tuhaf bir mantık sergilediniz..

Terör mücadelesinde artık sözün bittiğinden dem vuracak kadar, topyekûn bir boğuşmanın kapılarını açacak laflar eden de sizdiniz..

Barzanî"yle görüşmelerin faydasız olduğu gibi, üzerinize düşmeyen konularda görüş açıklayan da, keza..

Ama, siyonist İsrail rejiminin bizzat TC. vatandaşlarından 9 kişiyi de hunharca katlettiği saldırılar ve sonrası gelişmeler konusunda tek kelime etmediniz, adetâ dut yemiş bülbüle döndünüz.. TC. rejiminin bütün sivil makamları en küstah şekilde suçlanırken, İsrail rejiminin Gen. Kur. Başkanı"nın size övgüler yağdırmasından rahatsızlık bile duymadınız..

Evet, Org. İlker Başbuğ bey, emekliliğe adım atmaya şunun şurasında 40 gün kadar kalmışken, bu sözleri nereye koyacaksınız?.

Hava mı atıyorsunuz?

Sivil hayatta, etrafınızı çevirip, sizi eleştirecek olan emekli meslekdaşlarınıza mazeret olarak, belge olarak göstermek üzere mi dillendirdiniz yoksa, bu sözleri?

Sizin hakkınız, gerçekte, emekliye ayrılmanızı beklemeksizin, derhal azledilmeniz idi.. Ama, bunu yapmanın ne kadar zor olduğunu da bilmiyor değiliz.. Çünkü, TSK"nın millete ve ülkeye bakışı, adetâ ülkenin ve milletin sahibi ve babası imiş gibi, onlar üzerinde dilediği gibi tasarruf sahibi bilmesinden kaynaklandığı açık.. Ve sizin gibilerin yargılanmasının ne kadar zor olduğu, yüzlerce yıllık yeniçeri uygulamalarından da ortada iken..

Rusya"da, Almanya"da, Brezilya"da, Amerika"da Başkanların, siyasî âmirlerine aykırı görüşler dile getiren silahlı kuvvet komutanlarını nasıl azlettiklerini hatırlayıp, bunların sizin için de tekrarlanmasını istemek hakkımız, ama, buhranı zamana yayarak, sizin gibileri, silinip gideceğinizi bir emekli hayatına itmek gibi bir yol da bazı durumlarda demek ki çözüm yolu olarak görülüyor..

Biliniz ki, General İlker Başbuğ bey, siz de nice selefleriniz gibi, hukuk ve kanun"un kendi iradeniz olduğunu ve yetkisizce hareket etmeyi modern komutanlık sandınız..

Temennimiz, yerinizi alacak olanların, haleflerinizin sizin gibi olmaması..

Umulur ki, halefleriniz,  seleflerinin emekli olduktan sonraki durumlarını ve bütün diğer güce taparların âkıbetlerini görüp ibret alırlar.. Yoksa, millete tahakküm etmek, zorbalık yapmak isteyenlerin kendi icadları olan ve kendilerine aid bir hak olarak vehmettikleri zorbalık yetkilerinden vazgeçmek istemiyeceklerinin yeni zulüm örnekleri, halefleriniz tarafından da sergilenmek istenecektir.. Ama, bu hep böyle gitmez.. Çünkü, daha bir kaç sene öncesine kadar, nice anlı-şanlı generallerin yargılanması bile hayal iken, şimdi bu yol açılmıştır.. İlerisinde, daha da çetin hesablar vermek zorunda kalabilirsiniz.. En iyisi, vakit varken, kendinizi millete affettirmek ve helallik dilemenizdir.. Buna olsun, fırsatınız var..

haksöz

Bu yazı toplam 2146 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar