Züleyha’nın Beyanı Esas mı?
Hasta yakınını veterinere götüren toplumlar aradığı şifayı bulabilecek mi ?
Tevfik Akıltanesi / Tevhidhaber
Züleyha’nın Beyanı Esas mı?
Tarih bilinci ile düşündüğümüzde nasıl ki banknotun ( evraka dayalı nakit ödeme aracı) mucidi Hz. Yusuf (a.s.) ise İstanbul sözleşmesinin ilk mağdurlarından birisi de yine Hz. Yusuf’tur (a.s.).
Züleyha’nın beyanı ile zindana atılan Hz. Yusuf (a.s.) bu haliyle de tüm beşeri hüküm koyucuların uyduruk hezeyanları ile üretilerek oluşturulmuş sözde hukukun zulmüne maruz kalmış mazlumların temsilcisi gibidir.
İnsanların arızi durumlarının çözümünü yaratıcısının emir ve nehiy dairesinde aramak yerine kendisi gibi az sonrasını bilmekten aciz beşer topluluğunun günlük değişken his ve duygulardan arınamayan zihinleri ile ürete geldikleri sözde kanunlarla toplumun dünya ve ahiretini şekillendirici tüzükleri her kuşak değişiminde yeniden gözden geçirmeye namzetken “üstün hukuk” pozlarına girerek her geçen gün daha da komik duruma düşmektedir.
Müslüman Türkiye toplumunun aile yapısına yönelik çok yönlü operasyonların hukuksal ayağını oluşturan “İstanbul Sözleşmesi” kadın hakları perdesi adı altında Lut Kavmi’nin günah ve hastalıklı zeminine de çanak tutuyordu. Kaldı ki ne hikmetse(!) alınıp satılan, cinsel obje olarak reklamlardan tutunda kasiyerliğe kadar kapitalist hayatın her alanında kullanılmaya kalkışılan kadının sömürülen insani haklarından bihaber davranarak sadece aile içindeki kadının haklarını koruduğunu iddia eden sözde tüzük maalesef yıllarca Müslümanlar eliyle de varlık gösterme imkânı buldu. Aslında bir FETÖ projesi olan “İstanbul Sözleşmesi” FETÖ’den sonra da yaşamaya devam etti zira masumiyet perdesi kalındı.
Peki, Müslümanlar FETÖ zokasını, İstanbul Sözleşmesi zehrini nasıl yutabildiler. Hani Allah’ın nuru ile bakıp hakikati görebilecek yetiye sahiptiler? Bu soruya cevap olarak ancak şu denebilir; Allah’ın nuru ile bakmadılar ki… Karşılaştıkları sorunları yada ileriye dönük planlamalarını Allah’ın dinine göre değerlendirmediler ki ferasetle görebilsinler. Teoride İslam Hukuku’na bağlı, kalben Kur’an’a ve Sünnet’e tabi olup her işini her hadiseyi her başa geleni İslâm’a göre tartıp düşüneceğini ona göre davranacağını beyan ederek mü’minlik sıfatına haiz olan İslam toplumunun bireyleri ve idarecileri pratikte nasıl davrandılar? Kimisi kendince zamanın gereğine göre, kimisi Freud’un ürettiği psikolojik metotlara göre, kimi Avrupai yasalara göre, kimi de nefsine hoş gelen rüzgârlara göre tarttı ve biçti. “Kahrolası ne de kötü tartıp biçti” (Müddesir 20) Âyeti ile ne de kötü ölçüp biçtiğimizi neyi neye göre tarttığımızı unutarak kendini hak pazarında bâtıl ayıklayıcısı olarak görerek ahkâm kesti.
Ey Kalabalıklar, insanın yaratıcısı olan Allah Teâla’dır ve insanın gizli açık tüm hastalıklarını bilen ve yegâne şifasını elinde tutan Allah’tan başka ilah yoktur ve O’ndan başka bireysel ve toplumsal dertlere derman olabilecek bir Hüküm ve Hikmet sahibi hekim yoktur. İyiliğin ve kötülüğün, çirkinliğin ve güzelliğin, eğri ve doğrunun tanımlamalarını, tespitlerini, teşhislerini ve tedavilerini Allah’ın hukuku dışında arayarak çare bulacağını sananlar hasta yakını veterinere götüren gibidir ya da hastalanan kedisini ziraat mühendisine götüren gibidir.
Bu gün için “İstanbul Sözleşmesi’nin bâtıllığını fehmedenlerin yarın daha nice nice çıkmaz sokağa götüren tüzük, kanun vs fehmedecekleri kaçınılmazdır. Ancak fehim gerçekleşene kadarki süreçte heba olan hayatlar, sönen ocaklar, dağılan aileler, gözü yaşlı yavrular, ahlaksızlık çukuruna itilmiş namusların bedelini kim ödeyecek? Ahiret günü çetin olacak ve zalimler için cehennem yaşayacak!