-3- PEYGAMBERLİĞİN GEREKLİLİĞİ
Merhum Ebûl-Alâ el-Mevdûdi, bu eseri ömrünün son günlerinde kaleme aldı. Bu eser, başlangıcından bu yana süre gelen küfre karşı Tevhid mücadelesinin hurafelerinden arınmış olarak derinliğine anlatımıdır.
İnsanın En Büyük İhtiyacı
"Ve doğru yolu gösterme işi Allah'a aittir, halbuki kötü yollar da vardır."
Bu ayette tevhid, rahmet ve ulûhiyyet hakkında deliller ileri sürülürken peygamberliğe de kısaca değinilmiştir. Şöyle ki; dünyada İnsanlar için düşünme ve hareket etme konusunda çeşitli yollar vardır ve bunların fiilen izlenmesi mümkündür. Belli ki bütün bunlar hak yol değildir. Gerçek sadece tektir ve gerçek bir hayat tarzı doğru bir hayat nazariyesine dayanır.
Bu doğru nazariyeyi, başka bir deyimle, doğru yolu bilmek insanın en büyük zarureti ve ihtiyacıdır. Hatta temel ihtiyacıdır. Bu öyle bir ihtiyaçtır ki, insan buna bizatihi insan olduğu için ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç karşılanmadığı takdirde ise insanın bütün ömrünün boşa gittiği söylenebilir.
Şimdi düşünün bir kere, sizi yaratmadan önce bu kadar nimetler yaratmış ve sizi yarattıktan sonra her türlü beşerî ihtiyacınızı karşılamak amacıyla bu kadar titiz davranmış olan Yüce Allah (c.c.)’ın hayatınızın bu en büyük ihtiyacını gidermek için hiçbir şey yapmadığını, insan olarak düşünebilir misiniz?
İşte bu temel ihtiyaç, nübüvvet veya risalet ile karşılanmıştır. Eğer peygamberliğe inanmıyorsanız, bana söyleyebilir misiniz ki insanın doğru yola ulaşması için Hak Tealâ başka ne yapmıştır veya başka ne yapabilir? Buna cevap olarak, "doğru yolu bulmamız için Allah bize akıl ve zekâ vermiştir" diyemezsiniz. Çünkü insan aklı zaten birçok yol icat etmiştir ve bu yollar insanın doğruyu bulmasını imkânsız kılmaktadır. Allah'ın kurtuluşa ermemiz için hiçbir tedbir almadığını da iddia edemezsiniz. Çünkü, beşer olarak büyüme, gelişme ve rahat etmemiz için bunca nimet vermiş olan Rabb'imizin bizi insan olarak cehalet ve dalâletin pençesinde bıraktığını söylemekten daha büyük bir günâh yoktur.
Baskıyla Hidayet Yerine İlhâm Yoluyla Hidayet
"Şayet Allah isteseydi, hepinizi hidayete erdirirdi" (Nahl; 9)
Allahu Tealâ'nın bütün insanları iradesiz veya iradeleri zayıf olan diğer mahlûkat gibi hidayetle yaratması pekalâ mümkündü. Fakat hikmeti ve kudretinin gereği bu değildi. Amacı ve hedefi; kendi isteği, dileği ve beğenisiyle iyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasında tercih yapabilecek irade ve hürriyete sahip bir varlık yaratmaktı. Bu hürriyetin kullanılması için insana ilim ve bilgi kaynakları verildi, akıl ve zekâ bahşedildi, arzu ve irade gücü verildi, içinde ve dışında olan çeşitli güç ve eşyaya hükmetme kabiliyeti bağışlandı. Hem doğru, hem yanlış yolu seçmesine yardımcı ya da engel olabilecek bir takım tuzak ve mükâfatlar sağlandı. Doğuştan itibaren ona doğru yol gösterilmiş olsaydı veya başka bir deyimle, zorla dürüst bir kişi yapılmış olsaydı, yaratılan her şey anlamını kaybedecekti. Ayrıca, özgürlüğünü iyi kullanmasıyla bir insanın varabileceği en yüksek ve faziletli mevkiye varmak da mümkün olamayacaktı. Bundan dolayıdır ki, Allah (cc.) insanın hidayeti için mecburi ve cebrî yolu değil, ilhamı hidayet, yani peygamberlerin telkiniyle seçilen yolu uygun gördü. Böylece, bir yandan insanın hürriyetine zarar gelmeden, onun sınavdan geçirebilmesi imkânı doğdu, öte yandan da, nasıl yaşaması ve inanması gerektiğini kendisine sunan ve yaşayan bir örnek olarak peygamberler gönderilmiş oldu.
Yaşayan Hayatta Hidayet Örneğine Duyulan İhtiyaç
"O, yere yol gösteren alâmetler koymuştur ve insanlar yıldızlar vasıtasıyla da yollarını bulurlar". (Nahl; 16)
Yani, Allahu Tealâ, dünyanın her tarafını aynı şekilde yaratmamıştır. Her bölgeye kendine mahsus bazı özellikler ve simgeler vermiştir. Bunlara farklı sıfatlar sağlamıştır. Bunun birçok faydalarından biri, insanın kendi yolunu ve gideceği yeri bulmakta güçlük çekmemesidir. Yoldaki işaretlerin önemi, çölde yolunu kaybetmiş bir insanın karşılaştığı güçlükler esnasında iyice anlaşılır. Burada insan her an yolunu bulamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Deniz yolculuğu sırasında yol işaretlerinin önemi bir kat daha artar, çünkü böyle bir durumda yol işaretini bulmak oldukça zordur. Ancak Rabbimiz çölde de denizde de bize yol gösterme kolaylığını sağlamıştır. Örneğin, yıldızlar, asırlardan beri insanların yollarını aydınlatmaktadırlar.
Bu ayette, tevhid, rahmet ve ulûhiyetten bahsedilirken risâlet yani peygamberliğe de kısaca atıfta bulunulmuştur. Bu noktada ister istemez bir soru aklımıza geliyor. İnsanın maddî hayatında yolunu bulabilmesi için bunca tedbirler almış ve imkânlar yaratmış olan bir Yaradan, insanı manevî alanda rehbersiz bırakacak kadar ilgisiz kalabilir mi? Bir kerre, maddi alanda uğranılan zarar, manevî alanda karşılaşılan zararın yanında çok küçük kalır. Üstelik, dağlarda yolumuzu açan, vadi ve yaylalarda yolumuzu bulmak için işaretler koyan, çölde, sahrada ve denizde bize yol göstermek için göklerde kandiller (yıldızlar) bulunduran Yüce Allah'ın ahlâkî ve manevî kurtuluşumuz için bize yol göstermediğine, yol işaretleri koymadığına inanmak mümkün müdür?
"Musa Firavun'a cevap verdi, Rabbimiz, her şeye yaratılışı verip, sonra ona yol gösterendir". (Tâhâ; 50)
Yukarıdaki âyette dünyada görülen ve hissedilen her şeyin Cenab-ı Allah tarafından yapıldığı ifade ediliyor. Her şeye görüntü, şekil, kuvvet, kabiliyet, Selahiyet ve hususiyet Cenab-ı Hak tarafından verilmiştir. İnsanın elinin belli işler yapabilmek için sahip olduğu yapı ve özellik O'nun ihsanıdır. Ayaklarınıza da en uygun şeklini O vermiştir. İnsan, hayvan, nebat, madde, hava, rüzgâr, su ve ışık, kısacası her şey kendisine düşeni yapmak için şekil ve selâhiyeti O'ndan almıştır.
Ayrıca, Allahu Teâlâ eşyalara sadece şekil ve yetki bahşederek onlardan bütün alâkasını kesmiş değildir. Onlara yol göstermek vazifesini de yerine getirir. Dünyada hiçbir şey gösterilemez ki Rabbimiz ona şekil ve güç vermenin yanı sıra yaradılış amacını da öğretmiş olmasın. Kulağa duyma, göze görme vazifesini O öğretmiştir. Balığa suda yüzme ve kuşa havada uçma yeteneğini O vermiştir. Ağaçlara dal budak salıp meyve verme ve toprağa bitkiler yetiştirme emrini O vermiştir. Kısacası, bütün evreni ve içinde bulunan her şeyi yaratmakla kalmamış onlara gereken bilgiyi de vermiş ve onlara kılavuzluk etmiştir.
Yukarıda bahsettiğimiz ayette Hazreti Musa (a.s.) aynı zamanda Firavun'un inkâr ettiği Peygamberlikle ilgili bir delile de işaret etmiştir. Bu delile göre, tüm evren'in yaratıcısı ve hâmisi olan ve her şeye, durumuna, ihtiyacına göre gereken talimatı veren Allah'ın yol gösterici vasfının bir gereği de, insanın bilinçli yaşantısında izlemesi için belirlediği yolun, şu- ur ve irade sahibi olmayan diğer varlıklardan farklı olmasıdır. İnsanlara rehberlik ve önderlik yapılmasının en uygun şekli,gayet tabii ki şuurlu bir insanın onlara yol göstermesi, hem de bunun akıl ve mantıklarına aykırı olmayacak şekilde yapılmasıdır.