32 kısım tekmili birden... Bir Gürüz belgeseli!

Bugün "Suriye" ve "uçak" mevzusunun dışına çıkıp, izninizle "farklı bir mevzu"ya değinmek istiyorum... Eğer bu mevzuyu bugün ıskalarsam, bir daha değinmem mümkün olmayabilir... Iskalamam da mesele değil ama, birileri "zeytinyağı gibi üste çıkarlar" ve kendilerini "tereyağından kıl çeker gibi" kurtarırlar da ona yanarım...
 
Efendim, konumuz Kemal Gürüz...
 

Bugün, ondan söz edeceğim.
 

Zira, kendisi arandı!..
 

Eee, "kendi düşen ağlamaz"mış!..
 

28 ŞUBAT'IN SİVİLLERİ
 

Olayı biliyorsunuz.
 

22 Haziran Cuma günü, şöyle bir haber geçti ajanslardan:
 

"Ankara merkezli 28 Şubat soruşturması kapsamında dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz ile eski YÖK Denetleme Kurulu Başkanı emekli Tümgeneral Sedat Arıtürk, YÖK eski üyesi emekli Korgeneral Erdoğan Öznal ve emekli Tümgeneral Kenan Deniz hakkında gözaltı kararı çıkarıldı.
 

Savcılık sorgularının ardından tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edilen emekli Tümg. Deniz tutuklandı, emekli Tümg. Arıtürk ise serbest bırakıldı. Gürüz ve Öznal adreslerinde bulunamazken, Gürüz'ün avukatı 'Müvekkilim yurtdışında. Pazar günü savcılığa ifade verecek' dedi."
 

Gürüz'ün "nerede" olduğu merak ediliyordu ki, 24 Haziran Pazar sabahı, yeni bir haber geldi:
 

"Hakkında polis marifetiyle ifadesinin alınması kararı bulunan ancak kruvaziyerle Adriyatik turunda bulunan eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Gürüz, yurda döndü... Eşiyle İzmir Limanı'ndan yurda giriş yapan Gürüz, özel otomobille Ankara'ya hareket etti."
 

Peki, niye gözaltına alınmadı?..
 

Herhalde zaten Ankara'ya gittiği için!.. Nitekim Ankara'ya gitti ve Pazartesi günü de tutuklandı...
 

DALGA GEÇER GİBİ!
 

Efendim, Bay Kemal Gürüz, gemiden indikten sonra gazetecilerin sorularını cevaplamış... Sorulara cevap verirken de; argo tabiriyle kâh "kafa bulmuş", kâh "ironi" yapmış!
 

Meselâ demiş ki;
 

"Ne 28 Şubat'tan haberim var, ne de ne olduğundan!"
 

Bunun adı, "kafa bulma"dır!..
 

Bunun adı, "dalga geçme"dir!..
 

Adam, resmen ve alenen dalgasını geçiyor, gazetecilerle kafa buluyor.


Öyle olmasa, bu sözleri "ciddiye" almak gerekir ki, o zaman Bay Gürüz için endişelenmeli ve şu soru sorulmalı;
 

"Yoksa hafızasını mı kaybetti?"
 

Ya da;
 

"Kafayı mı yedi?"
 

Ama, dediğim gibi;
 

"Hiçbiri değil!"
 

Adam, dalgasını geçiyor!..
 

HAFIZA TAZELEME!
 

O halde biz de dalgamızı geçelim ve olayın sıcaklığı geçmeden soralım;
 

"Ne Kemal Gürüz'ü tanırız, ne de YÖK Başkanlığı yaptığı dönemi!"
 

Hatta, şöyle de söyleyebiliriz;
 

"Aaa, Kemal Gürüz diye biri mi yaşadı bu ülkede?.. Nasıl biriydi?"
 

Ama, "ironi" yapmanın sırası değil... Çünkü Kemal Gürüz denilen adam, bu ülkenin çocuklarına "büyük travmalar" yaşattı, gençliğin üzerinden "buldozer" gibi geçti!..
 

Kendisi, "28 Şubat'tan haberim olmadı" diyerek bir "hafıza sorunu" yaşadığını beyan ettiğine göre, kendisine bir "hafıza tazelemesi" yapmak, boynumuza borçtur.
 

Evet, "kim"dir Kemal Gürüz?
 

"Neci"dir ve "nereler"e "nasıl" gelmiş ve oralarda "neler" yapmıştır?
 

Buyrun, Bay Gürüz'ün "karanlık geçmiş"ine şöyle bir göz atalım... Göz atalım ki, Bay Gürüz, "hafıza"sını tazelesin!..
 

Biz de;
 

Unuttuklarımızı hatırlayalım...
 

KARANLIK GEÇMİŞ!
 

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 6 Aralık 1995'te YÖK Başkanlığı'na atanan, 6 Aralık 1999 tarihinde de yine Demirel tarafından yeniden YÖK Başkanlığı'na getirilen, 5 Aralık 2003'te de emekli edilen Kemal Gürüz'ün hayat hikâyesini, entrikalarını ve çevirdiği dolapları, buyrun birlikte okuyalım:
 

ODTÜ kadrosunda kömür üzerine çalışmaları olan bir kimya mühendisi iken Kanada'ya giden Gürüz, 11 yıl bu ülkede bulunur. Daha sonra Türkiye'ye dönen Gürüz, özel bir kanunla, hiçbir üniversitenin profesörlük kadrosuna müracaat etmeden, YÖK tarafından profesörlüğe yükseltilip, bu yükseltmeyle birlikte Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ne dekan yapılır.
 

6 ay kadar AÜ Eczacılık Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten Gürüz, daha sonra görev süresi bitmeden YÖK tarafından görevden alınan KTÜ Rektörü Prof. Dr. Lami Eser'in yerine YÖK tarafından KTÜ Rektörlüğü'ne getirilir.


Mason olduğu iddiasının dışında elle tutulur hiçbir özelliği olmayan Gürüz, KTÜ gibi gelişmekte olan, Türkiye'nin sayılı üniversiteleri arasına girmeye aday olan bu üniversitenin rektörü olarak atandığında henüz 33 yaşlarında, refiklerine göre toy bir kişidir.
 

KTÜ Rektörü olduktan sonra hiç vakit kaybetmeden, üniversitede dindar-mukaddesatçı kimlikli öğretim üyelerine yönelik baskı ve yıldırma harekâtına girişir.


Bu arada; "500. Yıl Vakfı"na kurucu üye olur. O sıralarda profesör olarak atanmayı bekleyen Prof. adayları, artık kökü dışarıda mason kulüplerine üye olup olmamalarına göre prof. unvanını almaya hak kazanmaya başlamışlardır.


Gürüz'ün gelmesi ile huzurun kalmadığı KTÜ'de artık vatana-millete, dine-imana gram faydası olmayan masonlar cirit atmaya başlarlar.
 

İSTENMEYEN ADAM
 

KTÜ'deki rektörlük görevi esnasında Gürüz, bir gece KTÜ Kız Öğrenci Yurdu'na gider ve oradaki memurlara ve öğrencilere yönelik bir konuşma yapar. Konuşmasında, milletimizin manevi değerlerine ve inancına yönelik aşağılayıcı ifadeler kullanır. Mahalli gazetelerin "halkın büyük tepkisine neden olur, bir infiale neden olur" endişesiyle tamamını yayınlayamadıkları konuşma metni, konuşmanın şahidi olan öğrenciler ve memurlar tarafından çok kısa bir sürede şehir halkına aktarılır.
 

Şehir eşrafından bir heyet, Gürüz'ü makamında ziyaret edip, "derhal özür dile" der. Kendisine ve arkasına çok güvenen Gürüz, vurdumduymaz bir şekilde özrü gerektirecek bir durumun olmadığını iddia eder.
 

YUHALANAN REKTÖR
 

İldeki sivil toplum kuruluşları tarafından Gürüz'ün bir an önce Trabzon'dan gitmesi için, imza kampanyası açılır... Tam 60 bin imza toplanır Gürüz'ün Trabzon'dan bir an önce gitmesi için... Bu imzalar Trabzon'da oluşturulan heyetlerce Ankara'ya götürülür. Ankara konuya son derece duyarsızdır, görmezlikten, duymazlıktan gelir.
 

Her ne kadar Gürüz, o konuşmasından dolayı Ankara tarafından hakkında hiçbir işlem yapılmayınca biraz olsun rahatlamışsa da, sonuçta o artık, ilde istenmeyen adam ilan edilmiştir. İnsan içine çıkamıyor, ilde sayıları üç-beşi geçmeyen masonlar dışında hiçbir kimseye görünmüyordur. Trabzon'da oynanan futbol maçlarında artık "terbiyesiz adam, ilimizden defol" sloganları atılmaya başlanır.
 

Bu sloganlar Gürüz'ün Trabzon'dan ayrılışına kadar sürer.
 

İSTİFA VE DÖNÜŞ
 

1984 yılından bu yana gözü YÖK Başkanlığı'nda olan Gürüz, kendisi için iyi bir basamak olmayacağını düşündüğü KTÜ Rektörlüğü yerine, Hacettepe Rektörlüğü'nü daha iyi bir basamak olarak görür.
 

1987 yılında yaş haddinden emekliye ayrılan Hacettepe Üniversitesi Rektörü'nün yerine Hacettepe Rektörü olma hayalinin gerçekleşeceği umuduyla İhsan Doğramacı'nın yanına koşar...


İhsan Doğramacı; Hacettepe Rektörlüğü için Kemal Gürüz'ü liste başı olarak Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e teklif ederken, Gürüz, hem hayalinin artık gerçekleştiği inancıyla, hem de işi yokuşa sürenlere karşı "bu yoldan dönüş yok, zira bakın KTÜ Rektörlüğünden de istifa ettim" derim düşüncesiyle, KTÜ'den istifa eder.


YÖK, Gürüz'ün istifasını kabul eder.
 

Bu arada beklenmeyen sonuç gerçekleşir.


Kenan Evren, henüz çok genç olmasına rağmen "ille de bizim Kemal olsun" diyen Doğramacı'ya sebebini sorduğunda, tatmin edici cevap alamayınca, son kararını verir: "Olmaz!"
 

Haberi duyunca çılgına dönen Gürüz, kendini içkiye verir ve bunalıma girer.


Hacettepe Rektörü olamayan Gürüz, aynı zamanda artık KTÜ Rektörü de değildir.


Bunalıma giren Gürüz'e, karısı; "Ne beceriksiz herifsin. Hacettepe Rektörü olacağım diye KTÜ Rektörlüğü'nden de istifa ettin. Şimdi ortada kaldın" diye çıkışıp, kafasının etini yer!..
 

Gürüz'ün bir bunalım geçirdiğini gören karısı, YÖK Başkanı ve üyelerini tek tek ziyaret ederek, "Bu adam bunalım geçiriyor, kendinde değil, devamlı "KTÜ Rektörlüğü'nden istifa etmemeliydim" diyor, şunu tekrar KTÜ Rektörü yapsanız" şeklinde ricalarda bulunur.
 

Karısının üstün meziyetleri sonuç verir. YÖK tarafından Kemal Gürüz'ün istifasının kabul edildiğine dair resmi yazı KTÜ'den istenir ve yerine aynı tarih ve sayı no'su konulup, "istifasının kabul edilmediğine dair yeni bir yazı" yazılır!..
 

Kamuoyuna da "zaten istifası kabul edilmemişti" açıklaması yapılır... Tabii yersen!..
 

TEKRAR TRABZON'DA
 

Bu "kılıfına uydurma" yazısının ardından Gürüz'ün KTÜ Rektörü olarak Trabzon'a dönmesi Trabzon halkını tekrar huzursuzluğa sevk eder. Trabzonlular: "Allah'ım, ne günah işledik de bu adam başımıza musallat oldu?" diye serzenişte bulunurken, aynı zamanda onun ili derhal terk etmesi için yeniden Ankara'nın yolu tutulur.


Bu süreç, Gürüz'ün görev süresinin dolması ve çabaların sonucu olarak tekrar KTÜ Rektörü olarak seçilemeyişiyle son bulur. Artık, Trabzon il sınırları dışındadır. Trabzon'da yol açmadığı skandal kalmayan Gürüz'e, Sabah gazetesinden Nuriye Akman, bir röportajında sorar:


"Olaylardan sonra Trabzon'a hiç gittiniz mi?"


Gürüz'ün cevabı; "bir-iki kere" olur...
 

TÜBİTAK VE YÖK BAŞKANLIĞI
 

Ortalıkta "avare" dolaşan Gürüz, TÜBİTAK Başkanlığı'na getirilir. Gözü hâlâ YÖK Başkanlığı'nda olan Gürüz'ün yüzünü güldüren süreç, 1995 genel seçimlerinde milletvekilliğine aday olan Mehmet Sağlam'ın, YÖK Başkanlığı'ndan istifasıyla başlar.


Gürüz bu sefer, YÖK Başkanı olacağına tamamen kanidir. Zira; Süleyman Demirel, artık "Cumhurbaşkanı"dır!.. Demirel gibi birisinin ancak ve ancak kendisi gibi bir YÖK Başkanı isteyeceğini düşünen Gürüz, bu düşüncesinde yanılmaz ve artık o hayal ettiği YÖK Başkanlığı koltuğuna oturur.
 

Ama, nasıl?..
 

O süreci de,
 

Milli Eğitim eski Bakanı ve DYP Kahramanmaraş eski Milletvekili olan Prof. Dr. Mehmet Sağlam'dan dinleyelim...


Mehmet Sağlam; DYP'den politikaya atılmak üzere YÖK Başkanlığı'ndan istifa eder-etmez teşekkür ve veda için, kendisini o önemli göreve getiren dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e çıkar...
 

Bir süre sohbet ederler... Mehmet Sağlam'ın beklentisi; Demirel'in; "Senden sonrası için tavsiyen nedir?" diye sormasıdır, ama o soru bir türlü gelmez!..
 

"Eh, ben kalkayım Sayın Cumhurbaşkanım" der Mehmet Sağlam... Tam kapıya yönelirken "Efendim" der, "Benden sonra kimi atarsanız atayın, YÖK, istikametten sapmaz... Bu yüzden Kemal Gürüz hariç, 63 rektörden herhangi birini benim yerime düşünebilirsiniz!"
 

Süleyman Demirel, bu tavsiyeden fazla mutlu görünmez ve "Merak etme hoca" demekle yetinir.
 

Sonrası malûm; Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak yükseköğretimin başına birini atar...


O kişi, Prof. Sağlam'ın 'atamaması' tavsiyesinde bulunduğu Kemal Gürüz'den başkası değildir!..
 

VE 6 ARALIK 1999
 

Görev süresinin dolmasının ardından, tüm ülkede "kurtuluyor muyuz?" sorularının sorulduğu, halkın ümitlendiği bir dönemde, Demirel'e; "YÖK Başkanı olarak bu adamı atama da kimi atarsan ata" denildi. Bu sefer bunu diyen sadece Mehmet Sağlam değil, tüm Türkiye halkı idi...


Demirel, 1995 yılında gösterdiği vurdumduymazlığı, 6 Aralık 1999 günü de gösterdi ve tüm uyarılara rağmen Kemal Gürüz'ü yeniden YÖK Başkanlığı görevine getirdi.
 

İşin garibi;
 

Gürüz'ün yeniden gelişi, "Demirel'in gidişi"ni hazırladı!..
 

Gürüz; "YÖK Koltuğu"nda lök gibi oturmaya devam etti ama, Demirel artık, "Köşk koltuğu"nda değildi!..
 

Açık söylemek gerekirse;
 

Demirel'in başını Gürüz yemişti.
 

400 SAYFALIK RAPOR
 

Peki, Demirel gitti de, Gürüz, YÖK'e kazık mı çaktı?.. Elbette o da gitti... 5 Aralık 2003'te o da emekli oldu... Ama, görev yaptığı sürede, "28 Şubat darbecileri" ile sürekli "yakın temas" halinde oldu ve "üniversiteleri kışlaya çeviren adam" olarak tarihe geçti.
 

28 Şubat'çılarla o kadar "kol kola" oldu ki; "Bizim için laiklik, bilimden önce gelir" bile dedi... Bununla da kalmayıp, "Ordu Göreve" pankartları altında yürüdü!..
 

O kadar "despot"tu ki;
 

Medyada çıkan haberler üzerine merhum MHP Milletvekili Mehmet Gül ve o zaman DYP'li olan, şimdiki AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in çabalarıyla YÖK Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu ve bir rapor hazırlandı.


Gürüz'ün 10 saat ifadesi alındı.


Raporda, "Kemal Gürüz, YÖK Başkanı olduktan sonra üniversiteler açık cezaevleri haline getirildi" deniliyordu...


Yaklaşık 400 sayfalık raporda, YÖK Başkanı Kemal Gürüz için 7, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu için de 5 ayrı dâvâ açılmasının istendiğini bildiren Çelik, söz konusu raporun derhal TBMM Genel Kurulu gündemine alınmasını istemişti.


Ancak, DSP Grubu, YÖK raporunun görüşülmesini engellemişti.
 

YÖK, ABD'ye 1 milyon dolarlık süreli yayın siparişi vermiş, ancak yayınların gönderilmemesine rağmen bu para ödenmişti.


İddia hakkında soruşturma açılmamış, raporun görüşülmesi geciktiği için de olay zamanaşımına uğramıştı.


GÜRÜZ'ÜN MARİFETLERİ
 

İşte bu Gürüz, bugün kalkmış "kanun dışı hiçbir şey yapmadım" diyor!..
 

Ve ekliyor:
 

"Alnım açık, başım dik!.. Türk devletinin yücelmesi, Türk milletinin mutluluk ve refahının artması, Türk milletinin uluslararası camianın saygın ve seçkin bir üyesi olması için gururla çalıştım. Bir kuruş bana isnat edilmiş yolsuzluk iddiası yoktur."
 

Mu acaba?..
 

Hakim, bunları yutmadı ki, tutukladı kendisini...
 

Şu yaptıkları unutulur mu;
 

¥ Üniversiteye giriş sınav sistemini değiştirerek, milyonlarca öğrencinin ve ailenin hayatını kararttı.


¥ Meslek lisesi öğrencilerini mağdur etti.


¥ ÖSS soru kitapçığının çalınması olayında gerekli tedbiri almayarak devleti milyarlarca lira zarara soktu.


¥ Rektörlere hakaret etti, TV'de ağlattı.


¥ Bazı rektörlere baskı yaptı, istifa ettirdi.
 

¥ Disiplin Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak, öğretim üyelerine meslekten men ve kamu görevinden çıkarma cezasına kadar varan ağır cezalar verdi.


¥ Yeni 1402'likler oluşturdu. Dekan atamalarında kayırılmalar yaptı.
 

¥ Üniversitede başörtüsü diye bir problem yokken, bunu problem yapmayı başardı. İlahiyatlara bile başörtülü öğrenci girişini yasakladı.


¥ Yurtdışındaki bazı üniversitelerin denkliğini iptal ederek 15-20 yıldır öğretmenlik yapanların bile işine son verdirdi... Orta Asya ve bazı İslâm ülkelerinin üniversitelerini tanımadı, öğrencileri mağdur etti.


¥ Öğretim elemanı yetiştirmek amacıyla yurtdışına gönderilen 2 bin civarında master ve doktora öğrencisini asılsız iddialara dayanarak geri çağırarak insana yapılan yatırımı engelledi. Bazı öğretim üyelerini hoşuna gitmediği için başka üniversitelere sürgün etti.


¥ YÖK'ün başına geldikten sonra bir başkan gibi değil, bir KİT patronu gibi davrandı ve sürekli yanlış yaptı... Yanlışlarının faturasını da başkalarına çıkarttı, sağa sola iftiralarda bulundu. Agresif kişiliğiyle, gençlerin tepesinde hep gürzünü salladı. Değerli öğretim üyelerini inim inim inletti.


MOŞE DAYAN NE İŞ?
 

Son bir bilgi notu:
 

Bay Kemal Gürüz; "Türkiye'de Kim Kimdir?" kitabı için (bendeki 1999 baskısı, s. 120) kendi verdiği bilgi notunda, "Mustafa Kemal Derneği üyesi" olduğunu özellikle belirtir... Ama Moşe Dayan'daki görevini nedense belirtmemiştir. İsrail ile ilişkileri hep gizli kalmıştır!..


Acaba, niye?


Sormak lâzım kendisine;
 

Kemal Gürüz, İsrail'de stratejik araştırmaları ile tanınan İsrail'in derin politikalarının belirlenmesinde önemli rol oynayan Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Enstitüsü'nün Mütevelli Heyeti üyesi midir?.. Bu görevi YÖK Başkanı olmadan önce mi üstlenmiştir, yoksa sonra mı? Bu enstitü ile Sabancı Üniversitesi arasında 1999 yılında başlatılan "Süleyman Demirel Programı" çerçevesinde yapılan ortak çalışmalar, Demirel'in Gürüz'ün görev süresini uzatmasında etkili olmuş mudur? Gürüz'ün, İsrail ile bağlantısı var mıdır, yoksa ne derece derindir? Atadığı önemli üniversitelerin rektörlerinin Moşe Dayan Enstitüsü ile ilişkileri var mıdır? Gürüz, kime güvenerek Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Hükümet'e ve Milli Eğitim Bakanı'na kafa tutabilmiştir?


Bütün bunlar, ilk duruşmada sorulmalı Gürüz'e ve yüzündeki maske düşürülmelidir.
 

Benim yaptığım;
 

"Hafıza tazelemek"ten ibaret!..
 

 


İsrail, Mısır'ı kaybedince!
 

Başbakan Tayyip Erdoğan'la birlikte gittiğimiz Mısır, Tunus ve Libya'yı içine alan geziden döndükten sonra da yazmıştım...


Mısır'da, "İhvan-ı Müslimin", yani "Müslüman Kardeşler" hareketi "tek başına iktidar" olmak için harıl harıl çalışıyordu... Tunus'ta ise "En Nahda" hareketi, biraz daha tereddütlüydü... Bu seçimde "koalisyon ortağı" olmayı, bir dahaki seçimde "tek başına iktidar" olmayı hedefliyorlardı... Kısacası, halkı ve dünyayı ürkütmek istemiyorlardı.
 

Başbakan Tayyip Erdoğan ise; En Nahda kurmaylarını uyarıp, "ilk seçimde iktidar oldunuz, oldunuz... İlk seçimde kendinizi gösterdiniz, gösterdiniz... Sonrasını düşünürseniz, öncesini de bulamazsınız" mealinde bir şeyler söylüyordu... Bunu, En Nahda'nın lideri Raşid el Gannuşi'ye de söylüyordu...
 

Gannuşi, sanıyorum bu tavsiyeye uydu ve partisi yüzde 41.5 oyla tek başına iktidar oldu...
 

Mısır halkı ise; "30 yıllık Mübarek rejimi"nin ardından geçtiğimiz günlerde yapılan ilk demokratik seçimde "Müslüman Kardeşler"in adayı Muhammed Musrî'yi yüzde 51.7 oyla "Cumhurbaşkanı" seçti... Hem de, "ordunun abra-kadabra numaraları"na ve verdiği "gözdağı"na rağmen...
 

Mısır halkı sokaklarda ve Tahrir Meydanı'nda kutlama yaparken, oraları gören biri olarak, ben de buradan o "coşku"ya ortak olmak istedim.
 

Madalyonun öteki yüzü ise şöyle:
 

Mısır'daki nüfuzunu kaybeden İsrail'in, bugün "Esed'i destekliyor" olması boşuna değil!..

yeniakit

Bu yazı toplam 882 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar