Abdurrahman Dilipak
4 eğilimi bir araya getirmek
Kulağa hoş geliyor değil mi, 4 eğilim; sağ, sol, dindar, laik, Atatürkçü, liberal, Alevi Sünni bunları bir araya getiriyorsunuz.. Oldu olacak, bir de Mason, reformist, hatta LGBT’yi de katarsanız işin içine. Hayır bu işler sanıldığı kadar kolay değil, faydalı da değil, doğru da değil. Bu bazan konjonktürel başarı için bir yol gibi gözükse de, öküz ölür, ortaklık biter. Geldikleri gibi giderler.
Aslında aynı inancı paylaşanlar, inanç değerlerine dayalı ittihad oluşturmalılar. Olimpik helezonlar gibi, 2. Halka, fikir ve erdem temeline dayalı, ahlaki zeminde farklılıklara rağmen bir ittifak gerçekleştirebilirler. Ortak fayda için olmasa bile, varolan tehdidlere karşı ortak bir savunma refleksi ile birlikte hareket edebilirler. 3. Halka, başkalarının temel haklarına karşı açık ve yakın bir tehdit oluşturmayan ve değer üreten herkes, nimet - külfet dengesine dayalı, fayda temelli itilaflar gerçekleştirebilirler.
Şu ilk şart. Dürüst olacağız. Söz verdiğimiz sözümüzde duracağız. Başkalarının, malı, canı, namusu, aklı, inancı ve nesli üzerinde gözümüz olmayacak.
2. Şart, biz doğduğumuz ana - babayı kendimiz seçmedik. Doğduğumuz toprağı, zamanı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi de kendimiz seçmedik. Bundan dolayı üstün ya da geri olamayız. Bu tür farklılıklar kavga sebebi olmamalı.
Benim birine uzaklığım, onun bana uzaklığına eşittir. Benim fikirlerim ona ne kadar garib geliyorsa, onun fikirlerine bana o kadar garip gelecektir. İşte “tearüf eden/ bilişen” ve “insan / ünsiyet peydah eden” “kişilik”, “şahsiyet”, “ferd” burada ortaya çıkıyor. Bu ferdlerden oluşan, kişilikli ve şahsiyetli insan toplulukları sağlıklı bir toplum oluştururlar. Akleden, fikreden, istişare eden, şûra yapan, hakkı, hakikatı, hikmeti arayan erdemli insanların oranı o toplumun kalitesini ortaya çıkarır. İstişare ile danışmak, şûra verdiğiniz karardan yarar ya da zarar görmesi muhtemel olanların fikirlerinin dinlenmesi ile ilgilidir.
Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamanın ilk 3 adımı, adalet, barış, hürriyet ile ilgilidir. Bu hedefe ehliyet ve sadakata riayet, rüşvet ve torpilde, suiistimal ve haksız kazanç ve israftan, kibir ve gösterişten uzaklaşarak ulaşılabilir. Adalet en baştadır. Kural; haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı durmak şeklinde olmalıdır. Temel yaklaşım ben nasıl kazançlı çıkarım değil, Hak nasıl razı olur sorusunun cevabında gizlidir.
Bir daire ya da üçgen içine ne kadar çok kişi, grub sıkıştırırsanız, hız ve risk o kadar artar ve kontrol zorlaşır. Talepler, tehditler o kadar artar, nötralizasyon ortaya çıkar ve yapı içine çöker. Olması gereken farklı ve bir arada durabilmektir, olimpik helozonlar gibi. Ya da ayrıkotu gibi olacaksınız. Toprağa yakın duracak, başınızı çok yükseltmeyecek, toprağa her dokunduğunuz yere kök salacaksınız. Üzerinde barındığınız toprağı sıkıca tutacak, derine kök salacak, toprağın akmasına, savrulmasına izin vermeyeceksiniz. Yoksa kaybedersiniz.
İnsanları bir arada tutacaksanız 3 halde bunu başarabilirsiniz. Ya merkeze güçlü bir cazibe, bir mıknatıs koyacaksınız. Din, menfaat, o her ne ise. Ortak ülkü. O cazibesini kaybedince, ya da daha büyük bir çekim alanı ortaya çıkınca bu yapı oraya kayar. Merkezi cazibeden pay alamayan yapılar, oğul veren arı kolonilerine benzerler. Sözkonusu olan Kızılelma kolektif menfaat değil, özel çıkar ve makamsa bir süre sonra merkeze doğru birlikte yürüyenler, merkeze yaklaştıkça kendi aralarında çatışırlar. Ve bu çatışma daha sonra dalga dalga bütün bünyeye yayılır.
İnsanları bir arada tutan bir başka şey, dış tehdit algısıdır. Yahudiler bunu yapıyor. Bir şeyi üç yöne çekin ya da üç yönden itin o şey temeli olmasa da ayakta durur.
En basit alan 3 noktadan oluşur. En basit destek de 3 açıdan, en büyük tehdit de üç açıdan olması gerekir. Ancak bunlar her zaman fayda sağlamaz. Bu yöntem Siyonist taktiğidir ve soğuk savaş stratejisi bunun üzerine kurulmuştur. Onlar matruşka gibi iç içe geçmiş çatışma alanları oluşturdular. Böylece karşıtlarını kontrollü bunalım stratejisi ile birbirine kırdırdılar.
Birliğin 3. Ayağında, hareket, eylem var. Bu da iki tekerli bisiklete benzetilebilir. Hatta tek tekerli bir bisikleti bile usta bir sürücü ayakta tutabilir. Harekette hem cazibe hem caydırıcılık vardır. Sürekli söz verir, konuşur, harekete geçilmezse, bu hem gaza, hem frene basmaya benzer, çok gürültü çıkarır, an gelir patlar.
Aslında bizim medeniyetimiz su medeniyetidir. Madde’nin 3 halini de içinde barındırır. Hem yanıcı, hem yakıcıyı içinde barındırır ama aynı zamanda söndürücü de olur. Ayrıştırırsanız parçacıkları antibiyotiktir, ama bir araya gelince hayatın temel taşına dönüşür. Gökte, yerde, yeraltında, her zaman ve zeminde varolur. İnsan, hayvan, bitki, toprak onunla hayat bulur.
Merkezde HAK vardır. Ona adaletle ulaşılır. Yapıdaki herkes parmak uçları gibi farklıdır ama, hepsi İTTİHAD, İTTİFAK, İTİLAF temelinde bir aradadır, yalnız, MÜFSİD’ler ki onlar Şeytanın olduğu her yerde vardır ve herkes bunlara karşıdır. Yani yapının düşmanı aynı zamanda kendi içindedir ve bu yapı onu dışarı atar ve onunla mücadele eder. Bu HILFUL FUDUL sistemidir. Burada Adalet vardır, Barış vardır, Hürriyet vardır. Herkes inandığı gibi yaşar, düşündüğünü özgürce ifade eder, katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir yönetim vardır. Herkesin malı, canı, namusu, aklı, nesli güvendedir. İnsanlar haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşıdır. İşi ehline verirler, ehliyet ve liyakat her şeyin üstündedir. O toplumda kimse, seçtiği yöneticileri ve din büyüklerini mutlaklaştırmaz, İlah ve Rab edinmez.
İnsanın aklı ile vijdanı barışık değilse, insan insanla barışmaz. İnsan insanla barışmazsa, fıtrat ve tabiatla barış olmaz. Bu üç barış gerçekleşmemişse Allah’la barış olmaz. Allah’la savaşanların ise iki yakası bir araya gelmez.
Unutmayalım ki, “iman ettik demekle yakamız bırakılıvermeyecek.” “Dünya hayatının aldattığı, dinlerini bir oyuncak ve eğlence edinen kimseleri bir tarafa bırak. Yaptıkları sebebiyle hiç kimsenin bir felâket yaşamaması için Kur’an ile nasihat et. O kimse için, Allah’tan başka ne koruyucu vardır ne de şefaatçi! O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar, yapıp ettikleri yüzünden felâkete sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.” (En’âm:70).
Selâm ve dua ile.