68 ve 78 Kuşağından Yasakçılara Mesaj
Başörtüsü bahanesi ile üniversiteleri germek isteyenler sabırsızlıkla ‘o anı’ bekliyor. Ancak 68 ve 78 kuşağının öğrenci liderleri 'gericilere' geçmişteki acıları hatırlatıyor...
Mehmet Baki'nin haberi
Gençliğin sokağa taşma tehlikesini görüyoruz. Gençler 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda da sokağa taşmışlardır. Şu anki ortamda bir gerginlik meydana getirilmesi 2001’deki çöküşe benzer bir çöküş ihtimalini arttırıyor.’ Bu ilginç iddia ve tespit, Türkiye’nin en önemli eğitim kurumlarından biri olan Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut’a ait. Gerçekten de rektörün dediği dönemlerde gençler sokaktaydı. Hatta 1968’de bütün dünyayı etkisi altına alan öğrenci hareketlerinin en kanlı yansıması Türkiye’de yaşandı. Ülke sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Üniversitelerde herkes ‘kahrolsun’ veya ‘yaşasın’ sloganları ile hayatlarını tanzim etmeye, dost ve düşmanını belirlemeye başlamıştı. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler sokak sokak, cadde cadde bölünmüş, yanlışlıkla bir grubun hâkim olduğu sokağa giren masum bir vatandaş bile kurşunlanır olmuştu. Kimse kimsenin alanına müdahale edemiyordu.
Önceleri masum istekler için başlayan öğrenci eylemleri kısa bir zamanda anarşiye döndü. Bir tarafta rejimi ve düzeni değiştirmek isteyen sosyalist öğrenciler, diğer tarafta vatanı komünizm tehlikesine karşı korumak için komando kamplarında eğitilen ülkücü gençler. Herkes kendi ideolojisinin galip gelmesi için kurşun sıktı, kanlı eylem ve baskınlar gerçekleştirdi. Türkiye’yi sağ ve sola ayıran ve her iki tarafı da diğerine karşı kışkırtan provokasyonların neticesi, ne hikmetse hep askerî darbe oldu. Gençlik hareketleri de darbeye zemin hazırlamak için kullanıldı. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine gerekli ortamın hazırlanmasında üniversite gençliği önemli bir rol aldı. Her üç darbeden önce başlayan kanlı eylemler, darbeden bir gün sonra bıçak gibi kesilmişti.
TAHRİK OLMAZSA HİÇ BİR SORUN ÇIKMAZ
Üniversitelerdeki öğrenci hareketlerini anlatan bu kısa yakın tarih okuması, bugün başörtüsü konusunda yaşanan tartışmayı ve ODTÜ rektörünün neyi ima etmeye çalıştığını anlamak adına önemli. Yasakçı rektör ve akademisyenler, başörtüsünün öğrenciler arasında kutuplaşmaya ve kamplaşmaya neden olacağı argümanını kullanıyor, gençlerin sokağa ineceğini söylüyor. “Öğrencileri sokağa indiririz.” tehdidiyle şimdiden tahrik ve kamplaşmanın fitilini çekmek isteyenler, 1960-1980 yılları arasındaki kanlı öğrenci hareket ve eylemlerini unuttu mu acaba?
Aslında öğrencileri gerilim ve çatışma ortamına çekme özlemiyle yanıp tutuşanlara en anlamlı cevabı bir zamanlar birbirine silah çeken, kanlı eylemlere katılan, üniversite gençlerini örgütleyen öğrenci liderleri veriyor. Ülkü ocakları, Dev-Genç, Dev-Yol gibi örgütlerde yöneticilik ve üniversite gençliğine ‘liderlik’ yapan isimler, başörtüsü bahanesiyle üniversitelerin bir gerilim ve çatışma merkezi haline getirilmesini nasıl yorumluyor? Geçmişteki üniversite eylemlerinin içinde olan; hatta bunun silahlı mücadelesini veren Dev-Genç’in liderlerinden Ertuğrul Kürkçü, başörtüsü üzerinden oluşturulmak istenen gerilimi tehlikeli buluyor. Ona göre tahrik ve kışkırtma olmazsa üniversitelerde bir problem olmaz. Dev-Yol’un İstanbul liderliğini yapan Celalettin Can ise başörtülü kızların rahatlıkla üniversitelerde okumaları gerektiğini vurgulayarak, “Hazır kıtalar harekete geçerek toplumu manipüle etmeye çalışabilirler. Bu tür kışkırtıcı hareketler üniversitelerde gündeme gelebilir. Ama geniş kesimler tarafından bunun tasvip edileceğini sanmıyorum. Siyasetçilerin ve üniversiteli gençliğin sağduyulu olacağına inanıyorum.” diyor.
Ülkü Ocakları genel başkanlığı görevinde bulunan Hasan Çağlayan ise provokasyon tehlikesine dikkat çekiyor. Ona göre hem ülkücü hem de solcu öğrenciler geçmişteki acılardan gerekli dersi aldı. 1970’lerde Hacattepe Üniversitesi’nde öğrenci temsilciği yapan ülkücü Ahmet Tevfik Ozan da bazı kesimleri ‘tahrikçilikle’ suçlayarak üniversitelerin çatışma merkezi haline getirilmesinin ülkeye büyük zarar vereceğinin altını çiziyor.
Hasan Çağlayan, 12 Eylül darbesi yapıldığında Ankara’da genç bir üniversite öğrencisiydi. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’nı yapıyordu. 1974’ten 12 Eylül darbesine kadar ocakta yöneticilik yaptı, ülkücü gençlerin lideri oldu. Darbeden sonra toplam 6 yıl cezaevinde yattı. Çağlayan, başörtüsü düzenlemesinden sonra üniversitelerde bazı provokasyonların yaşanabileceği tehlikesine dikkat çekiyor. Ortamı kızıştırmak ve tahrik etmek için bazı rektör ve akademisyenlerin harekete geçtiğine dikkat çekiyor. Başörtüsü nedeniyle öğrenciler arasında bir çatışmanın yaşanmayacağını savunuyor. Bunun nedeni ise şöyle açıklıyor: “Şuna inanıyorum ki geçmişte bu işin sıkıntısını çeken ülkücüler ve solcular, kendi dünya görüşlerini paylaşan öğrencileri uyaracaktır. Zannediyorum geçmişten gerekli ders çıkarılacak ve birilerinin menfaati için oynanan bu oyuna öğrenciler girmeyecektir. Ama bu oyuna girebilecek öğrenciler de olabilir. ADD, ÇYDD gibi fikrî birikimi olmayan dernekler öğrencileri tahrik ederek Cumhuriyet mitingleri gibi bir hava oluşturmak için bazı güçleri bir araya getirecektir. Ancak büyük bir gürültü koparmayacaklardır.”
Hasan Çağlayan, mevcut iktidarı veya Türkiye’nin iyi gidişine tahammül edemeyen fikrî ve ideolojik saplantılar içinde olan bazı çevrelerin öğrencileri kışkırtacağını belirtiyor. Milletin değerlerine önem vermeyen bu kesimlerin aslında laiklik, bilim ve ülkenin geleceği ile ilgili bir kaygılarının olmadığını, konumlarını ve menfaatlerini kaybetme telaşı ile hareket ettiklerini öne sürüyor.
REKTÖRLER SLOGAN ATARSA, ÖĞRENCİ NE YAPSIN!
Ahmet Tevfik Ozan, 1970-1980 yılları arasındaki öğrenci hareketleri içinde yer alanlar isimlerden biri. Hacettepe Üniversitesi’ndeki ülkücü gençleri örgütleyip öğrenci temsilciği yapan Ozan, 12 Mart muhtırasından sonra İlhami Soysal, Doğu Perinçek, Oral Çalışlar gibi tanıdık isimlerle Mamak Askeri Cezaevi’nde yattı. Daha önce sokakta kavga ettiği sol isimlerle aynı ‘kafes’te bulunması, onlarla ilişki kurması düşüncesini de değiştirdi. Bugün Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yardımcı doçentlik yapan Ahmet Tevfik Ozan, başörtüsünü bahane ederek üniversite öğrencilerini sokağa taşımak isteyenlerin yakın tarihten ders çıkarmaları gerektiğini söylüyor. Üniversite kampüslerinin gerilim merkezi haline getirilmesinin ‘tahrikçilik’ olduğunu, bunun ülkeye büyük zarar vereceğinin altını çiziyor. Bir takım sanal tehlikeleri icat ederek sloganlara sığınmanın anlamsız olduğunu ifade ederek, başörtüsü yasağına karşı olan rektör ve akademisyenlerin toplumu tahrik edici knuşmalarını tehlikeli buluyor.
CAN: BAŞÖRTÜSÜ BİR ÖZGÜRLÜK MESELESİDİR
Bazı kesimlerin 1970 ve 1980 öncesi ortama özlem duyduğunu kaydeden Ozan, “Bir ülkede, rektörler ikna ve izah edici konuşmalar yapmak yerine slogan atarsa, Allah esirgesin, çok geçmeden öğrenciler birbirlerine kurşun atar. Bu affedilebilecek bir hadise değildir.” diyor. Ozan’a göre ülkedeki her insan, uygulamaları anayasal sınırlar içerisinde kabul etmeli, sakin olmalı, beğenmediği konularda fikirlerini kırmadan dökmeden hiç kimseyi tahrik etmeden ifade etmeli. Orduyu darbelere teşvik etmek yasalara göre suç. Ayrıca herkes bilmeli ki darbeler gerçekleştiğinde, önce kendisini davet eden evlatlarını parçalayıp yiyor.
Celalettin Can, bugün artık 78’liler olarak adlandırılan 12 Eylül öncesinin politize gençliği için en iyi örneklerden biri. Tuncelili Can, 70’lerin ikinci yarısında eğitim için geldiği İstanbul’da devrimci gençliğin önderlerinden biri olmuş, Dev-Genç’in başkanlığına seçilmişti. Devrimci Yol-Devrimci Sol ayrışmasında tercihini Devrimci Sol’dan yana yapmış ve sonrasında da bu hareketi Doğu’da örgütlemek için çok sevdiği İstanbul’u terk etmişti. Üç yıl sonra, 1981’de yakalandı. Toplam 19 yıl cezaevinde kalan Can, Eylül 1999’da Bursa Cezaevi’nden serbest bırakıldı ve İstanbul’a geldi. Şimdi 78’liler Vakfı’nın kurucusu ve başkanı. Can, türban üzerinden gerçekleşecek bir çatışmanın anlamlı bir karşılığının olmadığı görüşünde. Başörtülü kızların üniversitelerde rahatlıkla okuması gerektiğini savunuyor. Bazı rektörlerin açıklamalarına rağmen öğrenciler arasında bir gerilimin çıkmayacağını düşünüyor.
Çatışmanın çıkması için birilerinin bunu kışkırtması gerektiğini belirten Can, “Birileri maniple edebilir. Hazır kıtalar harekete geçerek toplumu yönlendirebilir. Bu tür kışkırtıcı hareketler üniversitelerde gündeme gelebilir. Ama geniş kesimler tarafından bunun tasvip edileceğini sanmıyorum. Siyasetçilerin ve üniversiteli gençliğin sağduyulu olacağına inanıyorum.” diyor. Başörtüsünün kılık kıyafet çerçevesinde bir özgürlük meselesi olduğunu söyleyen Can, Başbakan Erdoğan’ın türbanı siyasi simge olarak ilan etmesini yanlış buluyor: “Türban bir siyasi simge olabilir. Ben ona bir şey diyemem. Ama Başbakan’ın bunu ilan etmesi kötü bir şey. Kılık kıyafet özgürlüğü üzerinden tartışmak ve bunu toplumsal zemine bu şekilde yansıtmak varken neden siyasi simge olarak ilan edildi ki? Siyasi simge olarak ortaya koyunca toplumun kamplaşmasının şartlarını oluşturuyorsun. Zaten bunun üzerine atlamaya hazır, bunun üzerinden başka siyasetler geliştirmeye hazır başka politikalar var. Askere dayanarak AK Parti’ye karşı çıkanlar var. Aşırı laik ve ulusalcı kesime bu fırsat veriliyor.”
TAHRİK OLMAZSA KUTUPLAŞMA DA OLMAZ
Eski Dev-Genç lideri Ertuğrul Kürkçü, 68 kuşağını temsil eden önemli isimlerden biri. 10 Ocak 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı onaylanınca Mahir Çayan ve diğer arkadaşları ile Ünye’deki NATO Hava Üssü’nden üç İngiliz teknisyeni kaçırdı. Güvenlik güçleri 30 Mart’ta Niksar’ın Kızıldere Köyü’ndeki eve operasyon düzenledi. Aralarında Çayan’ın da bulunduğu 10 eylemci öldürüldü. Tek sağ kurtulan Kürkçü’ydü. 12 Mart 1971’den sonra 14 yıl hapis yatan Kürkçü, 1996’da ÖDP’nin kuruluşunda rol oynadı. Daha sonra partiden ayrıldı.
Geçmişteki üniversite eylemlerinin içinde olan; hatta bunun silahlı mücadelesini veren Ertuğrul Kürkçü, bugün başörtüsü üzerinden çıkarılan gerginliğin tehlikeli olduğunu düşünüyor. Demokrasinin dışına çıkmadan herkesin fikrini ve tepkini ortaya koyabileceğini vurgulayarak bunun sınırını şöyle çiziyor: “Ben sol kesime şu mesajı vermek isterim: Bu tartışmanın şiddet ile sürdürülmesi noktasına gelmekten titizlikle kaçınmalılar. Ancak kendilerine dayatılan mücadeleyi de kabul etmek zorunda olmadıklarını bilmeliler. Bunun ötesinde kendi doğru bildiklerinin gerçekleşmesi için faal bir hat üzerinde yer almalılar. Fikir mücadelesi demokrasi dışına çıkmadan olmalı.” Kürkçü, başörtüsü nedeniyle üniversitelerde bir gerilimin yaşanmasını normal buluyor. Fakat bu gerilim çatışmaya dönüşür mü? Kürkçü’ye göre kışkırtma ve tahrik olmazsa bir sorun olmaz. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise şiddetin devreye sokulmaması.
Gerek 68 kuşağı gerekse 78 kuşağının sol ve ülkücü öğrenci liderleri, bugün başörtüsü bahanesiyle yaşanan tartışmayı anlamsız buluyor. Herkesin yakın tarihteki acı olaylardan ders çıkarmasını istiyorlar. Bir zamanlar birbirlerine kurşun sıkanların bugün demokrasiyi savunarak bütün renklerin kardeşçe bir arada yaşamaları gerektiğine inanmaları, birilerinin kulağına küpe olmalı.
KEMALİSTLER DIŞINDA HERKES MUHASEBESİNİ YAPTI
‘12 Eylül darbesinden sonra büyük acılar yaşadık. Gençleri ölüm tarlalarına sürenlerin, kışkırtıcılık, tahrikçilik yapanların samimi olmadığını gördük. Kavga bizim istediğimiz bir şey değildi. Dün de bu günde sokağı çözüm yeri haline getirenler üniversite hocaları ile bazı medya organlarının tahrikleriydi.’ Bu sözler 12 Eylül öncesinde Manisa Ülkü Ocakları’nın başkanlığını yapan, bugün Elazığ’ın en tanınmış avukatlarından biri olan İrfan Sönmez’e ait. O dönemde Manisa’da spor akademisi öğrencisi olan Sönmez’in en güzel yılları etrafı tel örgülerle örülü hapishanelerin soğuk koğuşlarında geçti. Dile kolay, 13 yıl ‘idam mahkûmu’ olarak hapishanelerde yattı. Daha da acısı cezaevindeki en iyi arkadaşlarının bir sabah yataklarından kaldırılıp idam sehpalarına götürülmesine şahit oldu. Peki bugün başörtüsünü bahane ederek üniversitelerde kamplaşmaların oluşturulmak istenmesini nasıl yorumluyor?
Geçmişte üniversite gençlerinin ideolojik şartlanmalar içinde kutuplaştırıldığını belirten Sönmez, bugün de aynı oyunun oynanmak istendiğine dikkat çekiyor. Ona göre insanlara yol göstermek, gençleri eğitmek ve toplumu sükûnete davet etmekle görevli olanlar tam tersini yapıyor: “Türkiye geçmişte tahrik eden bugün bizzat sokakta olan, aklı değil militanlığı temsil edenlerin oyununa gelmemelidir. Çünkü herkes geçmişin muhasebesini yaptı. İslamcı bir geçmişten gelenler, RP ve 28 Şubat tecrübesinden sonra AKP’yi kurdular. Demokrasinin insanlarımız için daha tercihe şayan bir yönetim biçimi olduğunu, İslam’ın alternatifi olmadığını anladılar. Milliyetçiler gerek hapishane sürecinde gerekse daha sonra önemli özeleştirilerde bulundular. Bazı kabullerini gözden geçirdiler. Bu yüzden bazı bölünmeler, ayrışmalar yaşadılar. Ama geçmişten ders aldılar, gençleri kavgadan, sokaktan uzak tutmayı başardılar. Solun da çok küçük bir kesimi muhasebesini yaptı. Ama Kemalizm’i rampa edip kendilerine yeni siperler, sığınaklar edinenler hiçbir özeleştiri yapmadılar. Geçmişte Marksizm adına söylediklerini bu defa Kemalizm adına söylemeye başladılar. Atatürkçülük kisvesiyle solculuk yapmaya devam ettiler.”
(Aksiyon)