Ahmet Taşgetiren
ABD ile sıcak temas
İsveç’in NATO üyeliğinde şartımız, Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerine karşı tavır alması olunca, hemen hatıra başta Amerika olmak üzere mevcut NATO üyelerinin terör karşısında ikircikli tavrı gelmişti.
Amerika, Suriye’nin kuzey doğusundaki PYD – YPG terör yapılanmasına resmen kuluçka görevi yürütmekteydi. Örgütün PKK ile ilişkisini görmezden gelmekte, bir yandan silahla donatılan bir ordu teşkil edilirken, diğer yandan da oradaki devlet yapılanmasına kol kanat görmekteydi.
Avrupa’daki NATO üyesi ülkelerde de (mesela Almanya, Fransa) PKK faaliyeti öteden beri süregelmekteydi.
Finlandiya ve İsveç’in üyeliğine karşı veto hakkımızı kullanıyorduk ama, diğer NATO üyelerinin Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidini resmen ıskalamalarına ya da hatta zemin hazırlamalarına sözel tepki ötesinde bir şey yapamıyorduk.
Ayrıca Suriye’de Rusya da vardı, hadi lider diplomasisi ABD Başkanı Biden’a karşı yürümüyordu, oysa görünürde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rus devlet başkanı Putin ile, kendi ifadelerine göre de “Dostça” ilişkileri vardı. Ama Suriye söz konusu olduğunda ya da PKK’ya zemin sağlama noktasında Putin’den iyi niyet gösterisi gelmiyordu.
Hoş gelmesini beklemek de, dış ilişkilere biraz naif bakmanın ürünü olurdu.
Neyse, Suriye’nin Kuzey doğusunda, evet, Suriye toprağının yüzde 25’ini kontrol eden bir YPG – PYD oluşumu söz konusu idi ve Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” ilanı ile Batı’dan başlamak üzere dört kara harekâtı (Fırat Kalkanı, İdlib operasyonu, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı) gerçekleştirmiş olmasına rağmen Amerikan korumasındaki YPG – PYD bölgesine müdahale etmemişti.
İlginçtir sanki Esad yönetimi ve Rusya da oradaki yapılanmadan Türkiye kadar rahatsızlık sergilemiyordu.
Türkiye ne yapmalıydı? Buradaki yapılanmayı “Beka sorunu” olarak görüyor olsa da, belli ki ABD koruması oraya yönelik harekât konusunda tereddüt uyandırıyordu.
Amerika Türkiye’nin rahatsızlığını görmüyor olamazdı. Türkiye’nin tehdit algısı bulunan bir yapılanmayı, NATO paydaşı olmakla nasıl bağdaştırdığı anlaşılamıyor, kabul edilemiyor, ya da bağdaştırmasa ve Türkiye rahatsız olsa bile, belli ki oradaki politikayı kendisi için vazgeçilmez buluyordu.
Vazgeçilmez bulmak, o yapılanmayı Türkiye’ye tercih ettiği anlamına mı gelmekteydi yoksa hem oradaki yapılanmayı ete kemiğe büründürüp hem de Türkiye ile NATO çatısı altında bulunmaya devam edileceği kanaati mi hakimdi?
Türkiye’nin mesela İsveç konusundaki tavrı, Amerika için hiçbir anlam taşımıyor muydu?
Son birkaç gün başka bir gelişme oldu. Ankara’da, Meclis’in açılış günü ve tam da İçişleri Bakanlığı önündeki malum patlama… Patlamayı PKK’nın üstlenmesi ve teröristlerin Suriye üzerinden gelmiş olması…
Suriye’ye yönelik harekâtları devreye soktu. Cumhurbaşkanı Erdoğan yine “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi. Bu defa göreve geldiğinden bu yana bir anlamda sessiz diplomasisi ile öne çıkan, ancak MİT Başkanlığı sırasında MİT’i örtülü operasyonlar yapar hale getiren Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, mikrofonun karşısına geçti ve “şahin” diye nitelenecek, adresi belli bir uyarıda bulundu. “Özellikle Irak ve Suriye’de PKK-YPG’ye ait altyapı, üstyapı tesisleri, ve enerji tesislerinin bundan sonra Türkiye’nin güvenlik güçleri, silahlı kuvvetleri ve istihbarat birimlerinin tamamen meşru hedefi olduğunu” belirtti, bir. Ve ardından “Üçüncü tarafları PKK-YPG’ye ait tesislerden ve kişilerden uzak durmaları konusunda” uyardı.
Adres belliydi, evet. Türkiye’nin bütün iddiası, orada, Suriye’nin kuzey doğusunda petrol kaynaklarının da bulunduğu, işletildiği ve satıldığı bilinen geniş bir bölgede, PKK -YPG yapılanmasının gerçekleştiği, bunun bir Amerikan politikası olduğu ve bunu Türkiye’ye rağmen yaptığı şeklinde idi.
Şimdi Amerika’ya “Oraları bombalayacağız, teröristlerin yanında bulunma” diyorduk.
Amerika’dan açık bir tepki gelmedi. Ancak bir gün sonra, önce The Wall Street Jurnal’da “Amerikan uçaklarının bir Türk SİHA’sını düşürdüğü” haberi yer aldı. Bunu Amerikan tarafı doğruladı. Bizim Milli Savunma Bakanlığımız ise önce “Bizde böyle bir bilgi yok” diye açıklama yaptı. Bir gün sonra ise, “Evet bir SİHA’mız düşürüldü ama operasyonlarımızın başarısını engellemedi” açıklaması geldi. Amerikan tarafı da olayın iletişimdeki teknik hata yüzünden vuku bulduğunu, bunun iki müttefikin ilişkilerini etkilemeyeceğini bildirdi.
Tam burada “Acaba?” demek gerekiyor.
Acaba oradaki Amerikan gücü, YPG ile iç içe geçmişken ve Ankara tarafından açıkça “Üçüncü taraf” olarak nitelenmişken Türk operasyonlarının hedefi olmaktan nasıl kaçınacak?
Ya da orada mevcut Amerikan birlikleri, bir şekilde havadaki, karadaki Türk kuvvetleri ile çatışma haline gelirse, iki tarafın açıklamaları bu gerilimi ortadan kaldırmaya yetecek mi?
Bu aslında Amerika’nın ve Türkiye’nin ikili ve çoklu (NATO gibi) ilişkilerde neyi göze aldığı ile ilgili bir soru.
Suriye’nin genelinin nasıl bir yapıya kavuşacağı ile de ilgili bir soru.
Türkiye’nin içerde “Kürt meselesi”ni nasıl halledeceği ile de ilgili bir soru.
Sıcak temaslar risklidir. Ama iş oraya varmışsa, çözümü de zorluyor olabilir.
VE FİLİSTİN…
Hamas’ın devam eden varlık mücadelesi çerçevesinde “Aksa Tufanı” ismiyle İsrail’e karşı başlattığı savaş Filistin’i yeniden en sıcak haliyle dünya gündemine taşıdı. İsrail pek çok yerden vuruldu.
Netanyahu derhal karşı saldırı başlattı. Hamas’ın elinde rehineler var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Tarafları itidalli olmaya davet etti.” Erdoğan en son New York’ta Netanyahu ile görüşmüş ve kendisini Türkiye’ye davet etmişti. İsrail, Arap dünyası yanında Türkiye ile de yakınlaşmaya çalışıyor, söz konusu ülkeler de İsrail’e sıcak davranıyordu.
Ve Filistin bütün dramatik boyutuyla geldi oturdu gündeme… Ne dersiniz Netanyahu Türkiye’ye gelebilir mi?