Abdurrahman Dilipak : Edeb Ya Hu, Edeb, İlla Edeb!
Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz
Şu deprem sürecinde, seçim sürecinde yaşananlara bakıyorum da, Allaha ve ahiret gününe iman konusunda sorunu olan bir çok insan umudunu kaybediyor sanki. Birileri Allah'a inandığını söylüyor da Allah'a güvenmiyor gibi davranıyor. İşi O'na bırakmak istemiyor, dua eder gibi görünerek O'nu ikna etmeye çalışıyor, akıl öğretiyor sanki... Korkarım bundan sonra irtidat ve intihar daha da artacak. Uyuşturucu ve alkol kullanımı artacak. Ne kader, ne rızık, ne ecel, ne de ezeli ve ebed kaldı. Genelde Siyaset, Media, STK’lar el birliği ile kutsallarımızın üzerinde horon teptiler adeta. Edeb ya hu, edeb, illa edeb!
“Devlet, ailenin büyütülmüş halidir” derler. “Tasa’da ve Kıvanç’ta bir olmaktan” söz ederler. Oysa biz, birbirimizin yoksulluk ve acısından haz alır hale geldik. Seçime katılacak siyasi partilerin liderlerini toplumun kaymağı, özeti kabul edelim. Bunları “Büyük aile” olarak görelim ve ailenin sorunlarını konuşmak ve çözmek için bir “aile meclisi” olarak toplayalım, oradan ne çıkar? Sakın böyle bir şey yapmayın, cinayet çıkar. Bunlar bir şekilde bir araya gelirlerse bile, ambulans ve polis çağırın. Bizim futbol taraftarlarının bile hali pür melalini görüyorsunuz. Dini kanaat önderlerini bir araya toplasanız, Şii, Sünni, Selefi yine aynı şey olur. Sünnileri kendi arasında toplasan yine değişen bir şey olmaz, büyük ihtimalle! Bunları birbiri hakkındaki sözlerini, sıradan iki kişi, iki aile birbirine söylese ne olur?
''Hain, ahlaksız, şerefsiz, alçak, namussuz, Soros’un çocukları, satılmış, hırsız, uşak, pe..venk, şantajcı, vatan haini, din düşmanı..'' Bunlar doğru ise de felaket değilse de. Bu sıfatlar birinde varsa da öyle, yoksa da bu şekilde iftiraya uğruyorsa da, iftira edene de yazıklar olsun, iftiraya uğrayana da yazık edilmiş oluyor.
Bizim memleketimizde soğuk savaş bitmedi. Hani o 2. Dünya savaşının bitmediğine inanıp şehre dönmeyen Japon askerine döndük. Her iki taraf da aynı silahla vuruluyorlar ve farkında değiller sanki. Oysa birbirlerine karşı kazanacakları bir zafer yok, birlikte kazanacakları tek bir zafer var. Oysa yanlarına yabancıları alıp birbirlerine saldırıyorlar, hem de acımasızca. Düşmanlarını dost edinen aynı ülkenin çocukları birbirine savaş açıyorlar. Yapmayın, etmeyin, bu kan ve gözyaşları ile, çalınan alın terlerinizle beslediğiniz emperyal Şeytana hizmet etmeyin. Sonra Soros’lara, Habat’lara yem olursunuz.
Telefonlar dinleniyor, yargıya müdahale ediliyor, rüşvet ve torpil kanser gibi her yeri sardı. Niye birlik olup bu Şeytanın yardığı Fay hattının üstünü örtemiyorsunuz da, birbirinizi bu ahlaki fay hattına gömmeye çalışıyorsunuz, bu Şeytanın gönüllü ırgatlığı değil mi? Kimi LGBT bayrağı ile geliyor kimi çaldıkları ile uyuşturucu baronlarının peşine takılıp, kimi fuhuş bataklığından kalkıp, kimi kumarbaz, kimi deist, kimi satanist, kimi agnostik, kimi bilmem ne bela, kimi dini, mezhebi, kimi etnik, kimi ideolojik, politik yemleri yutup oltaya takılmış kalabalıklar, cehennem çukurlarından bir çukura yuvarlanıyorlar, kardeşlerinin elleri ile..
Daha seçim takvimi açıklanmamış biri çıkıyor “ben adayım” diyor. Aday değil, aday adayı olunur. “Aday olacağım” denir. Dere görmeden paça sıvanmaz. Doğmadık çocuğa don biçilmez, dostlar alışverişte görsün kabilinden, aba altından sopa göstererek pazar yerinde dolaşılmaz. İnanın siyaset pazarındaki tarafların birbirine attığı pisliklerin kokusu, mal pazarının kokusunu geçti. Partisi aday mı gösterdi kendini, ilgili kurulları. mevzuatı takan var mı? Genel başkanlar “hangi kuruldan adaylık için pazarlık yetkisi aldılar“ bana söyler misiniz? Sadece bir eğilimden söz edebilirsiniz. Böyle bir yetki ancak genel bir değerlendirme, müzakere yetkisi olur. Ama herkes biliyor ki, “lider” denilen adamlar, mevzuat üstü, la yüs’el karakterlerdir. Ve zaten asıl sorun da burada! 6’lı masaya, adayını bile belirleyemediler diyenler, bunu hangi yasaya, ya da ahlaka göre söylüyorlar acaba? Seçim takvimini belirleyin bakın her şey nasıl belli olacak. Güldürmeyin insanı. Daha seçimin ne zaman olacağı belli değil. Hani usul, esastan önceydi. Ama nasıl olsa sonuç belli. Zaten ötekiler de öyle, genel başkan hayır demezse, kim genel başkana hayır diyebilir ki. O zaman bu kurallar ne işe yarıyor o zaman. O delegeler, parti meclisleri, GİK, Yönetim kurulları.. Dostlar alışverişte görsün kabilinden işler. “Demokrasicilik oynuyoruz” işte. Hak ve Halk bu işin neresinde. “Hak” derseniz, “Halk” derseniz piyasa karışır. Cısss..
Hani kendin için istediğini komşun için de isteyecektin? Komşunuz için istedikleriniz size geri dönecek, haberiniz olsun. Siyasetçilerin, birbiri hakkındaki dedikodu, gıybet, iftiralarının bir benzeri iki komşu arasında olsa ne olurdu? Eee kılavuzunuz bunlarsa, varacağınız yer belli değil mi? Varacağınız yer gidişinizden belli. Vay benim halkım, vay benim ülkem!
Herkes birbirini dinliyor, herkes birbiri hakkında , onların aleyhine olacak her şeyi uydurmakta bir beis görmüyor. Ne de olsa “gayeye giden her yol meşru”. “Maksat vatan kurtulsun” değil mi, tevbe estağfurullah! Memleketi mahveden bu akılsızlık, bu vicdansızlık, bu zulüm değil mi?
Bir irtidat ve ifsat salgını yaşıyoruz. Devam eden deprem bu siyasi ve ahlaki fay kırığında. Ve buna AFAD’da, Kızılay da, TOKİ de çare değil. Ve bu depremlerdeki yıkımın büyüklüğü buradan besleniyor. Bu yıkım Bu en fazla, siyaset, iş dünyası, media ve sanat çevreleri ile aile yapısında göze çarpıyor. Hep gençleri konuşuyoruz da, kökü bu olunca, meyvesi de ona benziyor. Yavaş yavaş ve sürekli olan yıkımın farkına varmıyor insanlar. Bundan sonra bu siyaset, ahlak ve ekonominin gölgesinde daha çok intiharlar, cinayetler ve toplumsal olaylar yaşayacağız, bu gidişle, bu anlayışla..
Bir türlü tevbe etmeyi, kendimizi değiştirmeyi düşünmüyoruz, ne yazık ki. Başkalarının gözünde çöp ararken, kendi gözümüzdeki merteği görmüyoruz bile. Bütün suç, günah, yanlış, ötekiler de, zaten biz de “öteki” dediklerimizin ötekisiyiz. Birbirimizi yemeye doymadık, insan eti tatlı geliyor!?
Bakın bu şekilde bir seçimden hayırlı bir sonuç çıkmaz. Katran kaynatılınca bal olmaz. Bu gidişin sonu hayır değil. Tersine gidip Mersin’e varılmaz. “Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak / Haykırmak istiyorum, kollarımı makas gibi açarak.” Manzara ortada, depremde tekbir getiren insanları kınayanlar mı dersiniz, depremden siyasi rant devşirmeye çalışanları mı? Utanç verici bir manzara. Yönetime talip onlarlar böyle de halkın durumu ne? Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Hz. Yunus aleyhisselamın kavmini hatırlıyorum. Hz. Yunus artık bu halk hidayete ermez diye kavminden umudunu kesmiş ve onlara “gazab vacib oldu” diye, onlardan uzaklaşmıştı da, o halk kara bulutlar ufukta belirince akılları başlarına gelmişti de tevbe etmişler ve çaldıklarını iade edip, günahlarını itiraf edip, “biz zalimlerden olduk” demişlerdi ve Allah (cc) onları bağışlamıştı.
Bir bağışlanma için eğer aklımızı başımıza toplamazsak, gelecek günler, geçen günleri aratacak. Bakarsınız Allah’ın gazabı daha şiddetli bir şekilde, cahilleri, zalimleri, zalimler karşısında sessiz kalanları, onlara destek verenleri vurur. Gelin O’nun gazabından rahmetine sığınalım! Ve iman edenlere, mazlumlara gelince “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak etme Allah’ım” diye dua ederiz de, o birilerinin işledikleri yüzünden çocuklar, masumlar ölmese, onlar nasıl cehenneme gidecek? Biz bu zulme, haksızlıklara, ahlaksızlıklara karşı merhametimizi kuşanıp, sabredenlerden zulme karşı direnip mazlumlara yardım edenlerden olmadan nasıl cennete girdirileceğiz.
O gazab sebebi olanlara karşı gelmek adına, yeryüzünün bütün erdemli insanları birlik olalım. Ve de onlara hayır diyelim, “edep ya hu” diyelim. Çıkmadık can’da umut vardır. Merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden her daim büyük olsun. Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin. OYUN’u görmeden sakın OY’unu verme. Bilmediğin şeyin peşine düşme. Aklını kiraya verme! Nefsini ve nefsini kendine bağladığın liderini, örgütünü, şeyhini Ramazanın aydınlığında Vahiy penceresinden sorgula!
Selam ve dua ile.