Abdurrahman Dilipak: Medeniyet, modernizm ve vahşet
Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazını iktibas ediyoruz
Abdurrahman Dilipak: Medeniyet, modernizm ve vahşet/Habervakti.com
Akif’in dediği gibi, Medeniyet denilen o “tek dişi kalmış canavar” diye tanımladığı o “maskara mahluk” takma dişleri ile döndü ve geri geldi. Ebu Cehil öldü diyorlar ya, kıtalar dolaşıyor. Şeytan onları klonladı anlaşılan.. Darwin, Stalin, Hitler, Freud hepsi birden geliyor. Bu kez Kızılderilileri yok edip, Kara derilileri köleleştirmekten ve sarı ırkı sömürmekten daha dehşetli bir planla geliyorlar, şimdi yeraltında yeni korungalar yapıyorlar kendilerine, “Tarihin sonu”nu getirecek bir “Medeniyetlerarası savaş” için..
Ali Şeriati, “Medeniyet ve Modernizm” adlı kitabında Mısır ziyaretini anlatır. Piramitlerin yapımı için 800 milyondan fazla taş 1500 kilometrelik bir yoldan köleler tarafından getiriliyormuş. Düşünün bu yük Tanrı kıralın ve ailelerinin ölümünden sonra mezar inşası için. Ölüleri için bu yapılıyorsa dirileri için ne yaptırılmaz ki. İnsan bazan ihtirasları, heva ve hevesleri, kibri ile Şeytanı kıskandırır. “8 Milyar insanın 7,5 milyarını nasıl öldürecekler, bu kadar vijdansızlık olmaz” diyorlar da, geçmişte yapılanlar, 1. Dünya savaşı, 2. Dünya savaşı nasıl bir vahşetti. Yine yaparlar. Mabed’lerinin altında çocuk kanı içip, tecavüz ettikleri çocukların etini yiyenlerden ne bekliyorsunuz ki!
Piramidleri yapan kölelerin kemikleri ise, ölünce yakına kazılan bir çukura topluca gömülüyormuş. “Mavi Kan’lılar”, kölelerin beden ve ruh olarak köle olarak yaratıldıklarına inanıyorlardı. Daha doğrusu kendilerini böyle inandırmışlardı. Onların gözünde o insancıkların hayvandan pek bir farkları yoktu. Siyonistler de bugün kendilerinin üstün bir ırk olarak yaratıldıklarını düşünmüyorlar mı? Bunlar, bugün, kendilerini Firavunun zulmünden kurtaran Hz. Musa’nın ayak izlerinde değil, kaçtıkları Firavunun zihniyet ikizine dönüşüp Firavunlaştılar. Bugün Gazze’de aynısını yapıyorlar. Gazze halkı ise, Hz. Musa’nın, Hz. Davud’un, Hz. İsa’nın manevi mirasını savunuyor.
Bu denklemde kim kendini kime yakın hissediyorsa, o onlardandır. Bugün O Firavunların ve kölelerinin yaşadıklarına şahidlik eden melekler aramızda dolaşıyordur. Zulüm sarayları bize bir medeniyetin izlerini değil, “Edeniyet”(Vahşilik, Alçaklık)in dehşetini anlatıyor. O mirasla övünenler ise onların mirasını sahipleniyor.
Bakın, tarih övgü ve sövgü kitabı değildir. Tarih mefahir üretmek için de değildir. İnsanlık tarihi, insanlığın ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir. O bir ders kitabıdır. Ondaki yanlışlar bizim için bir uyarı, onlardaki doğrular geliştirmemiz için bir basamaktır. İki günü birbirine eş olan aldanmıştır” diyen bir peygamberin ümmeti tarihi atalarının dinine dönüştürüp onu erişilmez bir seviye olarak görmez. Tarih Irkların, ulusların tarihinin toplamıdır. Peygamberler tarihi, her zaman, her topluluk için ibret dersleri ile doludur ve bize binlerce yıldır sürüp giden Peygamberler ve kırallar savaşını anlatır. Bize hayatın “iman ve cihad”dan ibaret olduğunu öğretir. Evet Mısır tarihini okurken, kendinizi Firavun sarayında mı konumlandırıyorsunuz, mazlumların yanında mı? Peki bu denklemde bugün nerede duruyorsunuz. Evet bu saraylar ve Pramidler Firavunların halktan aldıkları paralarla o insanlara yaptırıldı. O adına “Medeniyet anıtları” denilen zulüm sarayları mazlum halkların, kanları, gözyaşları ve çalınan alın terleri üzerinde yükseldi. O batının medeniyet dediği şey de işte böyle bir şeydi. Evet, Şeriati’nin dediği gibi “Hangi şekilde ve ad altında olursa olsun kölelik yine vardı yine sürüp gidiyor”du. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Soğuk savaş yıllarını hatırlayın, Terör, darbeler, modern zaman savaşları ölenin niye öldüğünü, öldürenin neden öldürüldüğünü bilmediği bir savaş. Birileri aynı dinden, aynı ülkeden insanların kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerinden kendilerine iktidar ve servet devşiriyorlar. Halktan toplanan vergilerle en büyük harcama sağlık ve maarife değil öldürmeye ve öldürülmeye harcanıyor. Yaşamak için öldürmen gerektiği söyleniyor. Bilgisayar başında oyun oynayan çocuklar günde kaç kişiyi öldürüyorlar biliyor musunuz. Ölmek ve öldürülmek sıradanlaştırılıyor. Ölmemek için öldürmeniz gerektiği öğretiliyor çocuklarınıza. Oysa biz “bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. / Bir insanı dirilten bütün insanlığı diriltmiş gibidir” diyen bir dinin mensubuyuz. Ağu’yu altın tas içinde sundukları gibi ilaç ve gıda diye, FDA, DSÖ, FAO sertifikalı ürünlerle daha dün CoVID günlerinde, doktor ve hemşire elbisesi giymiş biyonik robotlar tarafından damarlarımıza o mRNA dedikleri şeytan sıvılarını zerk etmediler mi? Hayat diye ölümü, cennet diye cehennemi pazarlayan, kuzu postuna bürünmüş kurt misali “ıslah edici” postuna bürünmüş bozguncular, kimi zaman politikacı, kimi zaman STK şapkası, bilim adamı ya da Gazeteci olarak çalıyorlar kapımızı.
Beynimiz, Midemiz, damarlarımız işgal ediliyor göz göre göre, hem de yasal olarak. ”Bizi bilmediğimiz bir savaş’a zorlayanlar öldürmeye ve öldürülmeye zorluyorlar. Eğer zafer kazanılırsa başkalarıydı ganimete konan, biz değil onlardı”. Bize kalan ise görkemli bir cenaze töreni.
Arif Nihat’ın dediği gibi “Yeryüzünde, riya, inkar, hıyanet altın devrini yaşıyor.. "Ebu Leheb öldü" diyorlar: Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” Firavun, Şeddat, Karun, Nemrud, Calud hepsi klonlanıp geri döndüler ve her yerdeler. Artık Firavun mezarlarının inşası için taş taşıtmasalar da, kurdukları iktisadi düzende, “40 kişiye bir pul, bir kişiye 40 pul”. Evet, “bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa”. Onların mezarları için olmasa da sarayları, ihtişamları için, tasarruf etmedikleri israflı saltanatları için insanlık ağır bedeller ödemeye devam ediyor. İlahlık ve Rablik taslayan efendilerimiz ölümü bile akıllarına getirmek istemiyorlar artık. Yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayatın yolunu bilmek için çalışıyorlar.
Nirvana’ya ulaşmak için Buda’nın, Konfiçyus’un peşine takılanları geldikleri yer, yaşadıkları hayat ortada. Politik liderler, İdeologlar, Kanaat önderleri, Führer: Ulu önder’ler, Monarklar: Tek adamlar, Oligarklar, Tiranlar, kendini İlah ve Rab konumuna yükselten, göklerin ordularının ve hazinelerinin yetkisine sahip oldukları zannedilen dini önderlerin peşinden gidenleri de peşine düştükleri kişiler, örgütler ve kurumlar tarafından sonunda insanları cennet tabelası asılmış cehennemin kapısına getirip bırakmadılar mı? Denmedi mi bize, din ve devlet büyüklerinizi, Allahtan başka hiç kimseyi “İlah ve Rab edinmeyin diye! Şeriatı bu konuda, bugünü, Firavun dönemi ile kıyaslarken şöyle diyor: “Sen mezarlar için kurban edilirken, biz saraylar için kurban edildik”. Tevhid temelinden sapmış bir din, evet “kölelik düzenini kuvvetlendirir.
Allah (cc) Calud’u Genç Davud’un sapan taşı ile yenmişti. Diledi, onun oğlu bütün zamanların en zengin kişisi oldu. Diledi, köle Yusuf’u Mısır’a sultan yaptı. Diledi ümmi bir yetim Ahir zaman nebisi oldu, alemlere rahmet olsun diye! Onun dostları sadece zenginler değildi. Bilal bir köleydi, Selman da öyle. Ebu Zer desen yoksul bir kişi. Resulullah halk nezdinde itibar sahibi Kureyşli tanınmış bir kişiye İslam’ı anlatırken, içeri Abdullah bin Ümmi Mektûm diye ama biri girdi. Resulullah da “şimdi sırası mıydı” der gibi içerideki misafirine dönüp sözünü sürdürdü. Hemen ayet nazil oldu, “Abese ve tevella / böyle davranmamalıydın” diye.. Üstün olan Hakk’ın hatırıdır. O unvan ve rütbeden ibaret değildir. Hz. Muhammed sarayda oturmadı. Firavun’un sarayı, Kisra’nın sarayı gibi değildi oturduğu. ev. Mescidi de öyle. Bizans elçisi Hz. Ömer’le görüşmek için geldiğinde Hz. Ömer, Mescid-i Nebevi’nin önünde bir çula uzanmış uyuyordu. Yakında muhafızları da yoktu danışmanları da.
Hay Allah! Karşıtlarının Onun hakkında dedikleri gibi “El emin” olan bir kişiden söz ediyoruz. Adil ve Emin, yalan söylemeyen, hiçbir karşılık beklemeden insanları Hakka ve iyiliğe çağıran bir rehber.
İnsanlık bugün özgürlük sloganları ile Şeytan’a ve nefsin köleliğine davet ediliyor. Batı düşüncesinde bugün Modern insan “Birey” olarak tanımlanan, din, ahlak, gelenekten ve biyolojik cinsiyetten bağımsız Gender diye tanımlanan bir Genom.
Modernizm Osmanlıda “Asri” olarak tanımlanıyordu. Cumhuriyet döneminde batı normlarına indirgenen ferd “normal kişi” yani “Normlara uygun / Normalize edilmiş kişi olarak tanımlanmaya başladı. Daha sonra “çağdaşlık” şeklinde tanımlanmaya başladı. Sistemin dışı kalanlar “Çağdışı / Gerici) olarak tanımlanıyordu. 19. YY sonu ve 20. yüzyılın başlarında, batı toplumunda Kapitalizm, Komünizm, Faşizmin gölgesinde şekillenen sanayileşme, kentleşme ve teknolojik ilerlemenin getirdiği hızlı değişimler çerçevesinde ortaya çıkan kültürel ve sanatsal, entelektüel, felsefi, politik bir hareket olarak doğdu.. Siyaset, Sivil toplum, Media ve Burjuvanın yönlendirmesi ile toplumsal dönüşümün dinamiği olarak Modernizm’in özel bir yeri vardır.
Serdengeçti “Asri aile” şiirinde ne diyordu: (“Asri”, Osmanlıcada Çağdaş’ın karşılığıdır) “Nazik, komilfo; kibar; elegan; janti, ince / Hatıra bu gelmez mi asrilik denilince? - Dil, din farkı gözetmez; genç, ihtiyar her yaşta / Asrilik şartı gelir bunlar için en başta” Devam ediyor (aslında şiir oldukça uzun) : “Asriler işte böyle yarı Türk yarı frenk / Kadınlar çaçaron kozmopolittir erkek - Bunlardan gelen nesil vatan millet tanır mı? / Müslümanlık kaygusu Türlük duygusu var mı? - Oğlan hoppa, kız züppe, ana sürtük, baba kaz / Bundan daha asri aile olamaz - Asriliğin manası edep, irfan demektir / Bizdekine gelince düpedüz (...) yemektir”.
Geldiğimiz noktada öyle “bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu”. Beynimiz, midemiz, damarlarımız işgal edildi. Hayallerimizi bile çaldılar. Modern kölelere dönüştürüldük. Taşların toprağa bağlandığı köpeklerin sokağa salındığı bir dünyada yaşıyoruz. Din ve ahlak horlanırken, alkol, kumar, sex özgür. LGBT Onur yürüyüşü yapıyor, Kültür Bakanlığı Karnaval düzenliyor. Partilerimiz, bütünün olmazsa olmaz parçaları değil, adeta kanser hücreleri gibi birbirini yiyen canavarlara dönüştü. Kol kırılıp yeni içinde kalınca kolumuz kangren oldu ve kesilecek bu gidişle. Media, Cemaat, algılarımızı yöneten toplum mühendisleri tarafından Kandırıldık, uyutulduk. Moda akımların ve fikirlerin peşinden sürükleniyoruz. Her köşe başında güzellik salonları bizi hayranı olduğumuz HollyWood starlarına benzetmeye çalışıyor. Onlar gibi Piercing takıyor, Tatto yaptırıyoruz. Onların müziklerini dinliyor, onların yediklerinden yiyor, giydiklerinden giyiyor, içtiklerini içiyoruz. Onlar gibi evlerimiz var, fikirlerimiz onlar gibi. Onların yasalarına benzer yasalar yapıyoruz. Onların peşinden gidiyoruz.
Bizi yönetenler her fırsatta, “uluslararası sistemle birlikte hareket etmekten söz ediyorlar. Şeriati ne diyordu?: “bizler bize yabancı bir başka düzenin köleleri olduk. İslam‟ın bize verdiği kölelik’ten “halife olma” sıfatını biz halifelikten köleliğe çevirdik. Sistemin çarklarını kırması gereken bizler, sistemin çarkları arasında eridik. Sonra biz de ya kendimize saraylar yapmak için mal’a ya da başkasına saraylar yapmak için bazılarına köle olduk”. Şimdi, bir nefs muhasebesi yapma, tevbe etme zamanıdır. Selam ve dua ile.