Abdurrahman Dilipak: Siyasetin hukuku, ahlakı, finansmanı, mantık ve matematiği
Elips haber.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz
Abdurrahman Dilipak:Siyasetin hukuku, ahlakı, finansmanı, mantık ve matematiği
Aslında her şeyin bir hukuku, ahlakı olmalı. Zira “kem alat ile kemalat” olmuyor. Hak-hukuk tanımayan, ahlaki bir değeri olmayan her söz ve her iş batıldır. Bu işin hukuku ve ahlakı, o şeyin finansmanı, mantık ve matematiğini de şekillendirecektir.
“Kanun devleti” olmakla “hukuk devleti” olmak, her zaman aynı anlama gelmiş. Aslında Hakkı korumayan, hukuka aykırı her yasa suç aletidir.
Özellikle siyasette çoğu zaman iyi niyet tek başına yeterli olmayabiliyor. Almanlar onun için “cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir” derler. Biz başkanlık sistemine geçerken koalisyon olmayacağını, kuvvetler ayırımının daha etkin bir şekilde uygulanabileceğini düşünmüştük. Ama geldiğimiz noktada bırakın koalisyon olmamasını, muhalefet bile koalisyon kurmaya başladı. Seçim ittifakları ile koalisyonlar seçim öncesinden oluşmaya başladı. Hatta seçim ittifakları seçim öncesinden başlayarak, seçim sonrası örtülü “kayıt dışı” bir koalisyona dönüştü.
İş bununla kalsa iyi, partili Cumhurbaşkanı yasamada da, yargıda da, yürütmede de tek yetkili kişi haline geldi. TEK ADAM Rejimine dönüştü bu iş. Yerel yönetim de, özerk kuruluşlar da siyasi vesayet altına girdi. Yargı ayrıca kendi içinde kilitlendi. En son AYM ile Yargıtay arasındaki restleşme buna bir örnek.
Aslında, temelde bir mevzuat sorunu var ama siyasetin sorunu mevzuatı da aştı. Siyasi partiler yasası da sorunlu, seçim yasası da, siyasi partiler yasası da... Zaten siyasi topluluk ile sivil toplumun sınırları da kayboldu. STK’lar siyasetin gölgesinde kaldı. Siyasetin arka bahçesine döndü ya da STK’lar, siyasete sıçramak için bir tramplen tahtası haline geldi.
Farkındasınız değil mi, artık neredeyse kimse ön seçim yapmıyor. Parti üyeliği fan kulübe dönüştü. Aidat da ödemiyorlar zaten. Parti üye kartı, işini görmek, birilerini devlet kadrolarından birine memur yapmak için adeta “hamili kart yakinimdir” anlamına gelen bir kartvizite dönüştü.
Siyaset de torpil de var rüşvet de, ehliyet ve liyakat konusunda durum malum.
Partilere hazine yardımı da yetmiyor. İş adamları da tabi ki, kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyor. Tabi bunun karşılığı seçimden sonra görülecek. “Kazan kazan”, hani şu Win-Win dedikleri hesap. Al gülüm ver gülüm.
Siyasetçi (Milletvekili, Belediye Başkanı, İl/İlçe başkanı), Bürokrat (Vali, Kaymakam, Emniyet Müdürü, Savcı vd), iş adamı bir araya gelmişse, STK’yı da Mediayı da yanlarına alırlar artık. Ondan sonra onları kim tutar ki! Hemen mafyalaşırlar.
Çıkarlar söz konusu olduğunda mantık ve matematik iflas eder. Dini endişeler de bir şekilde bir cemaat üzerinde kitabına uydurulur, fetvası alınır zaten.
Siyasetin mantık ve matematiğinin arkasında reel politik vardır.
Ama burada hiç hesaba katmadıkları bir başka hesap var ki o da Allah’ın hesabıdır. Onun için evde yapılan hesaplar her zaman çarşıya uymaz.
Hatırlayın Cem Uzak Genç Partiyi kurdu %7 oy aldı, barajı geçemedi. Bu oylar AK Parti dışından gelmişti daha çok. AK Parti sandıktan anayasal çoğunluk için yeterli oy almadı ama Meclis'te böyle bir çoğunluğa ulaştı. AK Parti'yi bu güne taşıyan asıl başlangıçtaki itici güç Cem Uzan tarafından sağlandı. Maliyeti de çok küçüktü. Çeyrek ekmek arası döner, bir kutu ayran, bir şarkıcı, bir sayfayı bulmayan kısa bir konuşma ve kontör.
Bugünkü seçim matematiğinde de kazanacak partiyi büyük partiler değil, küçükler belirliyor. YRP, AK Parti'den ne kadar oy alır ya da HDP seçmeni, CHP’den ne kadar oy alır. Sonucu onlar belirleyecek. CHP seçimi kazanmak için YRP’ye destek verecek, AK Parti de HDP seçmenine ulaşmaya çalışacak. Ulusalcı CHP, Alevi Kürt oylarına muhtaç hem o kesime destek olacak hem YRP’ye destek verecek. AK Parti de, ne kadar MHP’ye, milliyetçi oylara ihtiyacı varsa, bir o kadar da dini çevreden oy kullanacakları oyuna ihtiyacı var.
Türkiye’de siyaset paramparça olmuş durumda, sağ, sol, milliyetçi, Alevi, Kürt oyları bölünmüş vaziyette.
Gelinen noktada insanlar umutları ile değil, oylarını korkularına göre kullanacaklar. Korkuyla uygarlık kurulmaz, umutla kurulur. Korku ile herkes kendi geleceğini ve ülkeyi ötekilerden kurtulmaya çalışacaktır. Siyasete talip olan Part’lar, parçalar, yani partiler, birbirini, tehdit ve düşman olarak görmeye başlamışsa, bu insan vücudundaki kansere benzer, hücreler birbirini yemeye başlar. Parçalar bir bütünün parçaları ise, iktidar ve muhalefet YingYang gibi birbirini tamamlayan, alternatif görüşlerle içeride bir yarış ve oto kontrol-murakabe sistemi kurabiliyorsa ancak o zaman bu yapılar birbirlerini tamamlamış olurlar.
Biz daha siyaset mi, politika mı? Ve ya Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik ne demek daha tam olarak onu öğrenemedik ki, bilmem bu akılla nereye varırız.
Selam ve dua ile…