Abdurrahman Dilipak: Türkiye Yüzyılı mı dediniz!

Abdurrahman Dilipak: Türkiye Yüzyılı mı dediniz!

Elipshaber.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

ABDURRAHMAN DİLİPAK: TÜRKİYE YÜZYILI MI DEDİNİZ! ELİPSHABER.COM

Yeni dünyada ekonomi, siyaset her şey birbirine bağımlı hale geldi. NATO zirvesi artık sadece NATO ülkelerinin sorunu değil. Ya da Amerikan seçimleri sadece Amerikalıların değil, herkesi etkiliyor. Eğer NATO Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında savaşa katılacak olursa, bu bir dünya savaşına evirilebilir. Böyle bir savaş, ABD seçimlerini de etkileyecektir ayrıca.

Öyle anlaşılıyor ki, GlobalReset konusunda BMGK’ndeki veto yetkisine sahip ülkeler bile kendi aralarında anlaşamıyorlar. Kimse geri adım atmak istemiyor, ileri de gidemiyor. O zaman kaos planı devreye girecek demektir. Öyle görülüyor ki, “bulanmadan durulmayacak” ve “inceldiği yerden kopacak.

Bu ahval ve şerait altında; Türkiye nerede duruyor ve Türkiye bir kaosa ne kadar dayanabilir ve bunun sonuçları ne olur, bunu bugünden ön görmek de çok kolay değil. En başında, kaosun yaygınlığı, derinliği, şiddeti ve süresini ön görmek bugün için pek mümkün gözükmüyor.

Hal böyle olunca hayal ve gerçek arasındaki uçurum da büyüyor tabi… Heyhat, hayat gelip geçiyor. Sultan Süleyman’a da, Peygamber Süleyman’a da yar olmayan hayat kime yar olacak ki. Hz. Nuh 1000 yıla yakın yaşadı. Yaşadı da ne oldu? Hz. Muhammed’in Medine’de Kurduğu devlet Kerbela’da yıkıldı.

Osmanlı 600 yıl saltanat sürdü diyoruz da, 36 Padişahtan 12’sinin sonu trajik oldu. En son gelinen nokta belli… 1453’e kadar zaten kâmil bir devlet yok. 1453 de çağ açıp çağ kapadı diyoruz da, Fatih’in vefatından hemen sonra iki oğlu taht için karşı karşıya geldi. Cem Sultan Vatikan’a sığındı. Beyazıt sonrası, Kanuni dönemi, Fuzuli o dönemi anlattığı Şikâyetnamesi’nden “selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar” der. Ardından Lale devri, Tanzimat, İttihat Terakki ve son!

Hz. Musa dönemini hatırlayalım; Denizi geçtiler, Tih çölünde 40 yıl dolaştılar. Başlarında 3 Peygamber: Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Yuşa… Hz. Yakup’tan Hz. İsa’ya 1000 yıl bakın bakalım ne göreceksiniz. Hz. Yakup dönemi, ya da Hz. Davut, Hz. Süleyman dönemi, Babil sürgünü, Hz. Üzeyir dönemi, Hz. Zekeriya, Hz. İsa dönemi.

Biz kendimiz olmak, olgunlaşmak yerine, hem oldurmaya çalıştık bir şeyleri. Dünyayı imar etmek adına güç ve saltanat devşirmeye kalktık ve gazap geldi vurdu mermer sütunlar dikenler, kayaları oyup yıkılmaz sandıkları evler yapanları, irem bağlarını.. Biz kendimizi Allaha beğendirmek yerine, dünyayı kendi beğeneceğimiz şekilde tanzim etmeye kalktık. Servet ve güç, iktidar bizde sandık. Ezel ve ebed üzerine planlar yapmaya başlayanların akıbetleri ortada… Baki olan yalnız Allah’tır.

Allah (cc) bizi “mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak kimi zaman eksilterek imtihan edecektir”. O “asra yemin oldun ki” diye başlayan ayette şöyle der: “Muhakkak ki insan hüsrandadır…” İstisnaları sayar: “İman edenler, amel-i salih olanlar, sabredenler ve sabrı tavsiye edenler”.

Promete Tanrı’dan “ışık”ı çalmıştı (!?) değil mi, bir de haşa Allah’ın elinden servet ve iktidarı çalmaya kalkıştır. Peygamberler şöyle demişti; “göklerin ordularının komutası benim ellerimdedir demiyorum, göklerin hazinesinin anahtarı benim ellerimdedir demiyorum.” Ama bizim Şimşek’imiz, o güce ulaşmak için Tanrı’ya ihtiyaç duymuyor sanki. Onun için NAS’a bağlı kalmaya da ihtiyacımız yok. Bize FED, IMF, Dünya Bankası, LİBOR lobisi, HABAT’ın desteği ve ChathamHause lobisi yeter de artar bile...

Kimilerine Yeni Delhi zirvesinin 51 sayfalık nihai bildirisini okuyup anlamak ve gereğini yapmak, “Türkiye yüzyılı” için yeter de artar bile. Zaten NATO 2040’a kadar planlamış. Ondan sonrası için zaten yapacak bir şey yok, “Yeni İnsan”, “Akılı şehirler”, yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat! “Tek Dünya, Tek aile, Tek gelecek”. “Tarihin Sonu”nda zaten insan tanrı olacaktı değil mi? “Varlığım yenidünya düzenine armağan olsun!”

Hatırlasanıza Fuller’in RAND lobisi, “The Cemaat”e “yürü aslanım” dedi, az zamanda adamlar nasıl da büyük işler başardılar!?

Benim anlamadığım, Trans Humanizm projesinde “biyolojik insan” yok. Toplumsal cinsiyeti bunun için dayatmıyorlar mı? Kimlik kartımıza bunun için GENDER yazmadılar mı? Birey din, ahlak, gelenekten bağımsız bir nesne olarak tanımlanmıyor mu?

“Nesneler arası iletişim” de. Eee, hangi Türkiye’den söz ediyorsunuz. Hani tek dünya, tek aile ve nesne olan cinsiyetsiz bir siborg karakterinden söz ediyorduk. Yoksa o Türkiye Yüzyılı bu işin kandırmacısı mı idi. Hani ulus devletin sonu idi. Hangi Türk, hangi Türkiye’den söz ediyorsunuz siz… Sahi sosyal medyadaki, Türk ve Türkiyeli tartışması neyin nesi… Peki, Kürdistan hayali peşinde koşanların sponsoru da bu GLOBAL RESET çetesi değil mi? Bu oyun daha önce de, sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk diye böyle oynanmadı mı? Soğuk savaş 1991’de bitti diyorlardı. Bizde bitmedi. Biz 1645 Westefelya’daki, Sömürge yüzyılının ardından Vatikan ile derebeylerin barış anlaşması sonrası kurulan yeni dünya düzeni için kurgulanmaya çalışılan ulus devlet ve uluslararası düzen ancak 1789 Fransız devrimi ile şekillenirken, bu düzeni hayata geçirmek için 2 dünya savaşı gerekti. Savaş bitti derken 2. Dünya savaşı sonrası soğuk savaş başladı. 1991’de tam bu iş bitti derken 9 yıl sonra yeni dünya düzeni tartışmaları başladı. Bu tartışmaya başlayalı çeyrek asır oldu. Hatta erken tartışmalar, Fukuyama’nın tarihin sonu, son insan ve Huntington’un medeniyetler arası çatışması ile başlamıştı. Yeni Uluslararası düzen için uluslararası hukuk, yargı, örgütler, kavramlar, kurumlar, rezerv para birimi konusunda çalışmalar yapılmaya başlanmıştı. 1990-2000 arasını hesaba katarsak, 10 Yıllık bir geçiş dönemi, daha doğru eski dönemin sonu itibarı ile 1991’i yeni bir başlangıç olarak da kabul etmek mümkün.

Yeni dünya düzeninin temellendirilmesinde, batının karşısında tek dinamik güç islam toplumu gözüküyordu. Zaten 1881’de SSCB’nin dağılmasından hemen sonra NATO toplantısında tehlikenin rengi kırmızıdan yeşile çevrilmişti.

“The Cemaat”, batı ile uyum için model olarak seçilmişti. Bunlara HAVUÇ verilecekti. Servet ve iktidardan pay verilecek, eğitim yolu ile toplum dönüştürülecekti. BÇG ise, batının kavram ve kurumları dışında, batı değerleri için, batının varlık ve güvenliğine tehdit olarak algılanan İslam yorumuna sahip topluluklar için sopa olarak örgütlenmişti.

REFAHYOL, ordudaki, The Cemaat’a karşı direnen BÇG unsurlarını tasfiye için örgütlenmişti aslında, ama Gülenin beklentisi gerçek olmadı. Susurluk kazası ile süreç engellendi. Ardından AK Parti, BOP’un eş başkanı olarak desteklendi. Batının önündeki tehdit böylece yeni Türkiye’nin rol model olarak öne çıkartılması ile bir ölçüde ortadan kaldırılmış olacaktı. Onun için, The Cemaat’ın da yedeğe alınması ile yeni Türkiye’nin Afrika, Asya, Avrupa’da örgütlenmesinin önü açıldı. Bu günlere gelirken, bu kez The Cemaat ile AK Parti yol ayrımına geldi. 15 Temmuz yaşandı. “Türkiye Yüzyılı”na böyle giriş yaptık.

Aslında Türkiye Yüzyılı cumhuriyetin yüzüncü yılında, yeni bir yüzyılın başlangıcında 21.yy. işaret eden, “doğum günü” partisinin yeni yüzyıla dönük bir temennisi anlamına gelen bir kutlamasında nice yıllar gibi bir anlam taşıması gerekirken, bir algı operasyonu, bir moral motivasyon, toplum mühendisliği ile yeni bir heyecan dalgası ve vizyon oluşturmaya yönelik parti propagandasına dönüştürüldü. Bir yandan muhalefeti ve eleştirileri aydınlık geleceğe karşı tehdit olarak gören, bu konuyu ülkenin BEKA sorunu olarak tanımlayan bir anlayışla temellendirilnce, tartışma sosyal medyada trollerin ve kiralık kalemlerin karşılıklı salvoları ile siyasi polemik yüklü ağız dalaşları ile kaynayıp gitti.

Türkiye Yüzyılı hayalleri ile uzayın fethine çıkarken, seçim sonuçları ile bir rüya kâbusa dönüştü. Türkiye Yüzyılı, Global Reset’in gölgesinde resetlenirken, yeni dünya düzeninde meğer insan da, din de, ulus da yokmuş. Türkiye Yüzyılı, diğer ulusal kimliklerle birlikte “Türkiye”ye veda yüzyılı olacakmış meğer.

Bizim Rabia’mızdan niçin vazgeçildiği de şimdi daha kolay anlaşılıyor. “Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Millet” ne oldu sahi. Zaten “tek devlet” deyince ötekiler (Millet, Vatan, Bayrak) onun içinde değil mi idi. Neyse de, biz devlet olarak AB’ye katılmak istiyorduk değil mi? Hem de 1 asra yakın oldu, AB, AET’ olduğu günden beri biz, Turhan’ın karikatüründe çizdiği gibi, bu sürede “domuz ağılında yavrularını emziren anaç domuzu emmek için ağılın kapısında bekleyen koyun” misali hala beklemeye devam ediyoruz. Rumlar evet demez biz AB üyesi olamayacağız zaten de, bir umut işte. AB’ye girersek (ki zaten NATO’nun üyesiyiz, batının “ucuz asker deposu”, sıçrama tahtasıyız.) Aslında AB’nin eyaleti olacağız, egemenlerin haklarımızı büyük ölçüde AB’ye devretmiş olacağız. Yunan’la tek devlet olacağız. “Türkiye yüzyılı” aynı zamanda AB yüzyılı olacak bu durumda, eğer tabi biz bu yüzyılda AB üyesi olabilirsek. Ya da bu yüzyılda AB, ABD filan kalırsa.

Hani diyorum ki, bir alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz ya, ahir zamanda gerçekten biz domuz ağılındaki anaç domuzu emersek, biz de onlarla süt kardeşi olursak bizim akıbetimiz ne olur o zaman... Biz kimlerle birlikte haşr oluruz.

Sahi, öbür dünyada sorarlarsa o zaman ne diyeceğiz, “biz AB, NATO, BOP, HABAT, GlobalReset cemaatinden oluruz” mu diyeceğiz. “Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an / Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an” (…) “Ah Sakarya ah, “Kandillere katran döktü geceler / Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek”. Biz NAS’ı bıraktık, NAS’da bizi bıraktı. Yolumuzu şaşırdık bunun sonunda. Geldiğimiz yerde, ailemiz ve gençliğimiz yok yanımızda.

Cennet rüyasıyla daldığımız uykundan sanki cehennemde uyandık. Her şey, insan, tarih ve fikir, devletler, doğar, büyür ve ölür. Kimi kısa yaşar, kimi uzun. Aslolan, istenmesi gereken Hayırlı bir bir ömür ve hayırlı bir ölümdür. Firavun sarayında cennete açılan bir kapı olabildiği gibi, Peygamber evinde de cehenneme açılan bir kapı vardır. Önemli olan bizin ne yaptığımız? Ya da ne yaptığımız kadar, yapmamamız gerekenleri de yapmamamız. Her insanın kalbinde Allah’a açılan bir kapı, her in sanın nefsinde Şeytana açılan bir kapı vardır. Ülkeler de böyle. Her ülkede her çeşit insan vardır. Sonuçta doğduğumuz anne-babayı, doğduğumuz toprağı, doğduğumuz zamanı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi biz kendimiz seçmedik. Bundan dolayı üstün ya da geri olamayız. Hepimiz Allah’tan geldik ve ona döndürüleceğiz. Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her sözden hesaba çekileceğiz.

Önemli olan biz hangi kapıyı açıyoruz, hangi kapıyı kapatıyoruz. Aslolan bu. Bütün zamanlar ve mekânlar, zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah’a eşit uzaklıktadır.

Her canlıya rızık ve ecel, yaratılmış olan her şeye bir kader tayin eden Allah’a hamdolsun. Bize şahıs, aile, topluluk sana iman eden herkese hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ölüm ver. Bizim ellerimizle cezalandır zalimleri ve bizim ellerimizle yardım et mazlumlara. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Selam ve dua ile.