Abdurrahman Dilipak: Uyusun da büyüsün, ninni!

Abdurrahman Dilipak: Uyusun da büyüsün, ninni!

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak: Uyusun da büyüsün, ninni!/ ,Habervakti.com

İsrail Güvenlik Bakanı Itamar ben Gvir: "Mescid-i Aksa'ya Sinagog inşa edeceğiz" demiş.

Bilmiyorduk, öğrendik (!?)

Adamlar davul çala çala geliyorlar. “Kırmızı düve” ritüeli neyi anlatıyordu? Mescid-i Aksa’nın altı arkeolojik kazı bahanesi ile niçin boşaltıldı? Netanyahu BM Genel kurulunda Türkiye’nin güney sınırlarını gösteren Nil ile Fırat arasını kapsayan “Büyük İsrail Haritası”nı göstermedi mi?

Tabii başta Türkiye olarak İslam İşbirliği Konferansına üye ülkelerin dışişleri bakanlarının bir kısmı çok sert bir biçimde kararı kınadı.

Tabii, bu açıklama karşısında ne İslam Konferansı ne de Arab Birliği acil bir toplantı çağrısında bulunmadı. Biliyorlar çünkü böyle bir toplantıdan bir sonuç çıkmaz. Onlar da BM’yi göreve çağırdılar. BM’de bir yaptırım kararı alacaksa, konu BM Güvenlik Konseyine götürülecek, oradan çıkacak karar da belli. Eee.. Hani dünya 5’den büyüktür diyorduk ya. Şangay’a götürün diyeceğim, İslam ülkelerinin sorununu Hristiyan ya da dinsiz, İslamofobik ülkeler çözecekse bu “İslam ülkeleri” ne işe yarar. Hadi, Uluslararası Ceza Mahkemesini görece çağıralım. Oraya başvuran da başka bir Hristiyan ülke. Biz ya yeni bir başvuruda bulunalım ya da mevcut davaya ek yapalım diyeceğim de Gvir ve Netanyahu’yu hangi ülke tutuklayacak?

Bakın bu “İslam ülkesi” dediğiniz ülkelerin çoğunun rejim, iktidar. Ve sınırlarını uluslararası sistem belirledi. Darbeler, demokrasicilik oynarken halkın yanlış tercihi(!?) i düzeltmek için yapıldı. Terör yola gelmeyen halk ya de iktidar kesimini yola getirmek için “Uluslararası sistemin elindeki sopa”dır. Seçim sandığı bu gibi ülkelerde büyük ölçüde illüzyon sandığıdır. İki temel fonksiyondan biri, halkın kendisinin seçimini yaptığına inandırmak. İkincisi de, beyaz efendilerimizin tercih ettikleri iktidarı sandıktan çıkartmak.

Basın onların elinde. Sermaye de STK’da, Akademi, Sanat, Kamuoyu şirketleri, masonik, derin yapılar, Cemaat yapıları büyük ölçüde onların kontrolünde ve tabi terör örgütleri de. Ekonomi ve dış politika içeride siyaseti şekillendirmek için iki önemli imkân batılıların elinde. Hele bugünkü sosyal media ve artırılmış sanal gerçeklik, eğitimle formatlanmış zihinler, bugünkü denetim ve bürokrasi kontrolündeki uluslararası sistemin sözleşme hükümleri ve standartları ile bu işler bu kadar oluyor.

Halkı ikna etmek için gerektiğinde “Hafize Hanım”ı Merkez Bankasına getirir, “Politika faizi belirlersiniz, gerektiğinde NAS dersiniz, nasıl olsa liderine, örgütüne, Şeyhine, din ve devlet büyüklerine iman etmiş bir halk üretildi İslam dünyasında. Hele bir de “Kosher”den kopyalama “Helal “sertifikası ile bu millete ne verirsen yer artık. “Sentetik et”i bile yedirirsiniz. Fetva dediğin ne ki, dünyada parayı vermeden de fetva verecek birilerini bulmak zor değil.

Rahmetli Timurtaş Uçar hocanın oğlundan “Spor Toto ve Milli piyango Genel Müdürü imal edenler” için bu işler zor değil. Timurtaş hoca ve oğlu, hasretle ve özlemle, diriliş gününde bu işi yapanları bekliyor olacak. Ve biz, merak ettiğimiz ve bugün kabullenmekte zorlandığımız bu büyük Transformasyonun nasıl olduğunu o gün öğreneceğiz. Bu ifritten işlerin kılını çekmez akıl. Yunus Bekir UÇAR’ın kalbi iyi dayanmış bugüne kadar. Timurtaş hocanın oğlu Milli Piyango ve Spor totonun başında olunca Lise, Üniversite gençliğine, esnafın oğluna nasıl Milli piyango alma, toto oynama dersiniz ki! “Kem alat ile kemalat olmayacağını” yıllarca vaz u nasihat eden bir babanın oğluna bu nasıl yapılır! Tabi, bu görevlendirmeyi yapan da yaptıran kadar sorumlu ve ona destek olanlar da. Anlayana sivrisinek saz, anlamaya davul zurna az.

BOP’un asıl gayesi bu değil mi idi, bölgedeki birçok devletin sınır, rejim ve iktidar yapıları değiştirilecekti. Onlarla stratejik ortak olduk, bu senaryoda eş başkanlık yaptık, müttefik olduk. Bırakın İslam dünyası ile birlik olmayı, 8 ülke bile birlik olamadık, Türk dünyası ile birlik olamadık ama, 3 çeyrek asırdır, AB ile, tek devlet olmak için, yavrularını emziren anaç domuzu emmek için, domuz ağılının kapısında bekleyen koyun gibi bekliyoruz. Onların “ucuz işgücü”, “ucuz askeri” olduk, “savaş paratoneri” olduk, yine kendimizi kabul ettiremedik.

Onlara benzemek için harfimizi, kıyafetimizi, hayat tarzımızı değiştirdik, dinimizi, ekonomik, sosyal, siyasal alandan tecrit etmeye kalktılar, İslam’a irtica, Müslümana mürteci dediler, itiraz edeni kodese tıktılar, bu günlere geldik.. “Özyurdunda garip, öz vatanında parya” bir halk olduk. Kimi şeyhin torunundan şovmen, kimi hocanın oğlundan Milli Piyangocu imal etti. NAS diye çıktığımız yolda RİBA’ya teslim olduk. Biyolojik cinsiyetimizi yok sayıp, nüfus cüzdanımıza GENDER yazdılar, bunun ne demek olduğunu anlamadık bile. HİLAFETİ hayal ederken KARAY BİRLİĞİ, HAZARA BİRLİĞİnin merkezi olma gerçeği ile burun buruna geldik. HABAT ve AGARTHA umudumuz oldu, dünyamızı kurtarmak için. Ama bu arada ahiretimizi hoyratça harcadık.

Artık, Din, ahlak, gelenek ve biyolojik cinsiyetimizden bağımsız, GENDER diye tanımlanan NESNELER ARASI İLETİŞİMİN NESNE’si olan GENOM BİREY’lere dönüştürüldük. En azından böyle bir KARA LEKE çalındı alnımıza. Şimdi artık YEŞİL FEMİNİST, YEŞİL KEMALİST’ler olduk. YEŞİL SERMAYEnin İKTİDAR ile tanınmamızı sonucu hızla dönüştürüldük. Yani her şeyin FETVASI var. FETVA’yı da “HELAL sertifikası”na dönüştürdük zaten. “Ya kelleni, ya Fetvayı gönder” deyip, “Gavur Padişah” diye anılmaya gerek de kalmadı, her halt için fetva verecek biri bulunur. “İTHAL Fetvalar” her derde devadır (!?) bu anlamda. Helalciliğimiz bile “İsrailiyattan esinlenmiş”. Yahudilerin Koşer cert.’i bize “Helal sertifikası” şeklinde tercüme edilmiş. İslam’da “Helal-Haram” yok değil de, bizde bu sistemin adı “Mübahat”dır. Yani “Haram olmayan herşey mübahtır”. Çok fazla detaya girmek isterseniz, Helal, Haram, Farz, Sünnet, (Sünneti müekkede ve gayri müekkede), Vacip, Müstehab, Mübah, Mekruh (Tahrimen mekruh, Tenzihen mekruh), Müfsid, Haram, bunlar unutuldu gitti.

Evet, kalbimiz, beynimiz, midemiz ve damarlarımız işgal edildi. Siz işgal edilmesi için daha neyi bekliyorsunuz ki. Toprak, ülke, bayrak filan diye sizi nasıl da oyaladılar, “Tek vatan, tek bayrak, tek millet ve tek devlet” diye geldiğiniz yerde, devletsiz bir dünyaya uyandık. Hâlâ birçok kişi de uyanmış değil hala. Tek para, biyolojik insanın sonunu getiriyorlar, siz hangi milletten söz ediyorsunuz. Kimlik kartlarınıza, din ahlak, gelenek ve biyolojik cinsiyetten bağımsız, nesnelerarası iletişimin NESNEsi olan GENDER diye tanımlanan bir GENOM BİREY’e demir att8ık. Aldatıldık ey halkım! Cennet diye çıktığımız yolda kendimizi cehennemin kapısında bulduk. İSLAM BİRLİĞİ TÜRK BİRLİĞİ, TURAN BİRLİĞİ diye oyalanırken, KARAY BİRLİĞİ, HAZARA BİRLİĞİ, AVRUPA BİRLİĞİ’nin kapısında bulduk kendimizi. NATO’nun UCUZ ASKERİ, AB’nin UCUZ İŞGÜCÜ olduk ve hala, Yavrularını emziren anaç domuzu emmek için üç çeyrek asırdır Domuz ağılının kapısında bekleyen KOYUN gibi bekliyoruz.

Magna Carta insan hakları belgesi değildi, Rönesans bir aldatmacaydı, İnsan Hakları, İşçi hakları, Hukuk devleti, Çevre, Demokrasi de öyle. Faşizmi de Komünizmi de Kapitalizmi de aynı çevreler örgütlediler. Sanayi devriminin geldiği noktada, aslında havayı, suyu, toprağı kendileri kirlettiler. Şimdi de bunun faturasını bize ödetmek istiyorlar. Karbon ayak izi yalanı böyle bir şey ve bizim İslam ülkelerinin yöneticileri adeta, buna iman etmiş gibi.. Gıdalarımızın geni ile oynanmış, zehirli, hormonlu. Paketli, uzun ömürlü, dondurulmuş ve paketlenmiş konservelerin tadı da rengi de kokusu da kimyasal. Seracılığı teşvik ediyorlar bugün. Mevsim ve iklimin, havanın, toprağın, suyun tamamen yapay olarak üretildiği bir tarımdan söz ediyoruz. Fastfoodları biliyorsunuz. Artık çocuklar bile obez. Biyolojik ve Psikolojik açıdan, dirençsiz, kırılgan bir nesil geliyor. Korkunç bir elektromanyetik kirlenme sarmalı içindeyiz. Oksijen atomlarının frekansını değiştiriyor 5G.. Beyin, karaciğer, kalp elektroları bu durumdan olumsuz etkileniyor. Arterioskleroz, meme kanseri, prostat kanseri, yüksek tansiyon, diyabet tavan yapmışı. Endüstriyel gıdalar sizi hasta ederken ilaçlar sizi ölüme hazırlıyor. Hastahaneler ise size konforlu, hijyenik, bilimsel, teknolojik bir ölüme hazırlık hizmeti sunuyor. Evet, dev kimya, petrol, ilaç ve gıda endüstrisi konforlu cinayet için BM’nin gözetiminde DSÖ, FAO, ABD’deki FDA gibi kuruluşlar bunun için var ve bunlar dünyanın en büyük yasal, yargı ve vergi muafiyetine sahip, diplomatik koruma altında imtiyazlı Mafia örgütleridir. Monsanto Corporation'ı biliyorsunuz, ya da Bill Gates’i, peki bunlara karşı ne yapabiliyoruz.. Tohumların %65'ini genetiğiyle oynuyorlar. Yediğimiz içtiğimiz birçok şey fıtrata yabancı ve zararlı. Bitkiler, hayvanlar ve insan, herkes bu tehdit altında. Uluslararası sistemle birlikte hareket eden, bunlara destek olan, bunları talimatlarına uygun uygulama ve denetim hiyerarşisi içindeki herkes ve basında, akademide, siyaset, bürokrasi, yargıda bunlarla iş birliği içindeki herkes, bu cinayetin suç ortağıdır. Uyan kardeşim uyan, galiba ahir zaman! Selam ve dua ile.

Not: Bugün Cuma, bugün 30 Ağustos değil mi? Unutmayın gıdalarınızın geniyle oynadıkları gibi, “Tarihin geni” ile de oynadılar. Unutmayın “Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir”. Sahi size, 1071’de doğudan gelip, kılıç zoru ile bu toprakları işgal ettiğinizi söylüyorlar değil mi? Ve siz de buna inanıyorsunuz!. Bana sorarsanız, biz hep buradaydık. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olan Alparslan ise (Allah ondan razı olsun) İla-yı Kelimetullah için yerel halkla birlikte, Fatih gibi, zalim bir yönetime karşı çıktı. Sahi 30 Ağustos’ta “Yunanı denize döktük” de, gözle KAŞ arasında MEİS’i kim, neden ve nasıl Yunana verdi. Yoksa onlar geldikleri gibi gittiler mi, getirenlerin gemisine bindirilip. Bu işin derin sırrı Taksimdeki anıtta gizli. Bu işin derin sırrını anlamak için “rakıyı içinde anlaşılan Yunan kardeşliği” ve Venezilos hayranlığı, liselerde okutulan “Yunan Medeniyet tarihi”ne bakmak gerek. Bir de, kurtuluş savaşının ilk kurşunu İzmir’de Sabatay Osman Nevres / Hasan Tahsin tarafından atılmıştı değil mi, Dörtyol’da Fransızlara karşı değil!? Ah Todor ah!