Abdurrahman Dilipak: Zamanı kaybediyoruz!
Elips haber.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz
Abdurrahman Dilipak: Zamanı kaybediyoruz!/Elips haber.com
Hiç kimse dünyada olup bitenleri görmezden duymazdan bilmezden gelme hakkına sahip değildir.
“Adil şahitler” olmakla emrolunduk yaşadığımız zamana, mekana, insanlara ve olaylara. Son bir haftada olaylara bakalım bir. Utanç verici olan sadece Meclis’teki kavga değil, yasama, yürütme ve yargının içine düştüğü durum. Partilerin hali de malum. İktidar-muhalefet arasındaki ağız dalaşının seviyesine bakın isterseniz. Piyasalar yanıyor, sadece ormanlar değil.
Sahi, özür dilemesi gereken Abbas niye geldi? Gazzey’i gösterip, Filistin’e selam duruyoruz. Sahi Abbas kim biliyor muyuz? Abbas’ın zihniyeti CHP’nin tek parti zihniyetinden farklı biri değil. Amerikan kongresinde Netanyahu alkışladılar. Biz de Abbas’ı alkışladık!?
Bu arada içeride ve dışarıda, güneyimizde ve Akdeniz, Karadeniz’de, Ege’de sular ısınmaya devam ediyor.
Allah (cc) asr’a, arş’a yemin etti.. “Vakit nakittir” derler. Yanlış, her şey para değildir. Vakit ömürdür. Ve her nefes alışverişte azalır. Son nefesinizi verdiğinizde, sayılı nefesleri tükettiğinizde, galubela zamanında belirlenip “Tecil edilen / ertelenen” ömrünüzün sonuna geldiğinizde ölüm meleği yakanıza yapışıverir. O zaman ne öne alınabilir ve ne de ertelenebilir.
Yani insan nefes alıp vererek yaşamaz. Her nefes alıp verişinde bir nefes daha ölür, ölüme yaklaşır. Yaratılmış her şeyin, herkesin bir eceli vardır. Ölüm bu anlamda “asude bir bahar ülkesidir bir Rind’e” Önemli olan Rind’ane bir hayat yaşayabilmekte. Dünya malı, mülkü, makamı, parasına ve şöhretine tamah edenler hem dünyalarını hem de ahiretlerini geçici bir menfaat uğruna heba ediyorlar.
“İnsan oksijen olmadan yaşayamaz” derler. Oysa oksijen karbonu okside eder. Karbonu tüketebilmemiz, onu hayat enerjisine dönüştürebilmemiz için oksijene ihtiyacımız var.
Önemli olan ömrü bereketli kılacak ameller yapmaktır.
Ölüm aslında ölümsüzlüğe açılan kapıdır. Dünya sürgününün sonudur. Allah’ın verdiği canı, temiz bir şekilde ve O’nun rızasına uygun biçimde sahibine verenler, ölümsüzlüğe kavuşurlar.
“İnni küntü minezzalimin deyip tevbe eden kimsa var mı çevrenizde. Aklından ve imanından büyük mal, mülk, para ve makam sahibi olanlara karşı “dur” diyecek kimse kalmadı mı? Diyen çıksa ne yazar, kim dinler ki! Gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Hatta onları alkışlamadığınız için azar işitirsiniz. Saygı duymak, alkışlamak zorundasınız! Surat asma hakkınız yok. Oysa hani bir yanlışı gördüğümüzde, yanlışlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı duracaktık. O yanlışı düzeltmek için kamçı yiyecektik, çifte yiyecektik, hani elimizle, dilimizle muhalefet edecek, kalbimizle de buğzedecektik!
Gazze için bile seslerimiz kısık çıkıyor. Bir stadyum kalabalığı yok meydanlarımızda, o kadar ses çıkmıyor kalabalıklardan.
Gidişat iyi değil ve zaman kaybediyoruz.
Necip Fazıl Destan şiirini, 1947’de yazmış. Şöyle diyor şair; “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! / Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: / Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, / Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden, (…) Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!” Şair bugünleri görse ne derdi. Havada Chemistrail, yerde fenni gübreler zirai zehirler, geni ile oynanmış canavar tohumlar. Evet “Evde cinayet, tramvay arabasında zina! / Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil; / Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!” (…) “Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! / Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! / Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! / Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; / Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; / Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!” (…) Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç; / Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç. / Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan; / Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! / Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde; / Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde! / Mezarda kan terliyor babamın iskeleti; / Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?”
Akif de 1913’de, Çanakkale savaşı öncesinde bakın neler yazıyor, 111 yıl önce! Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile... / Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile! / Kaç hakîkî müslüman gördümse, hep makberdedir; / Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!”
Akif “payansın, dayanıksız, algılar üzerine kurgulanmış “mefahir”e isyan eder. Ve devam eder; “ Varsa şâyed, söyleyin, bir parçacık insâfınız: / Böyle kansız mıydı -hâşâ- kahraman eslâfınız? Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına? Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına, / Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr? / Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedâr? / Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi? / Böyle âdet miydi bî-pervâ, yemek insan leşi?”
Bugüne gelirsek, şimdi Gazzeyi düşünün, “Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan... / Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!.. / “His” denen devletliden olsaydı halkın behresi : / Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş na’rası! / Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi, / Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. / Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek, / Sanki tavşanmış gelen, yâhud kılıksız köstebek! / Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı... / Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!.. / Bir hakîkattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok: / Hâlimiz merkeble kurdun aynı, aslâ farkı yok”. / “Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız! / Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın: / Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-i izmihlâliniz... / Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zîrâ, hâliniz: / Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme! / Davranın, zîrâ gülünç olduk bütün bir âleme, / Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh intikam; / Yerde kalmış, na’şa benzer kavm için durmak haram! / Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur? / Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!”
Bu şiirin yazılmasından 1 yıl sonra 1. Dünya savaşı başladı. Akif bu şiiri yazdığında 26 Haziran 1913’ü tarih olarak not düşmüştü. 1. Dünya Savaşı, Akif’in bu şiiri yazmasından 1 yıl 2 gün sonra 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie'ye düzenlenen suikastin ardından başladı. 1 ay sonra da Ağustos 1914'te başlayan ve dört yıl sürecek olan savaşın fitilini ateşledi. 30 Ekim 1918’de imzalan Mondros mütarekesi ile de bu savaş bitti.
Şimdi bugünü düşünün. 3. Dünya savaşının eşiğindeyiz. Birileri “biyolojik insan”ın ve “tarihin sonu”nu getirecek bir “medeniyetler arası savaş” için Tanrı edindikleri Şeytanı “Kıyamet savaşı”na (Melheme-i Kübra veya Hristiyanların dilindeki adı ile Armagedona) zorluyor. Bu savaşın TeoPolitik anlamda platosu ise bizim ülkemizin de büyük ölçüde içinde yer aldığı Arzı Mevud coğrafyasıdır.
Bugünü düşünelim, Ahlaki açıdan geldiğimiz nokta Lut kavminden beter. Pedefolik, Satanist Siyonistler, kız çocuklarına tecavüz edip Şeytanlarına kurban ediyorlar. Zülüm deseniz Firavun döneminden beter. Vahşet almış başına gidiyor. Bundan 300 yıl önce Kızıl derilileri yok edip, karaderilileri köleleştiren ve sarı ırkı sömürüp, onların yağmaladıkları zenginlikleri üzerine kendilerine bugünki adına “Medeniyet” dedikleri vahşet, yağma, gasb, hırsızlık” düzenini kuranların son yüzyılda 2+1 (Soğuk savaşla birlikte) 3 dünya savaşı “armağan” edenler”in kanlı saltanatları için nice terör örgütleri kuruldu, iç savaşlar çıkartıldı, nice darbeler gerçekleştirildi. Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinde kendilerine iktidar ve servet ürettiler.
İnsan Hakları, Demokrasi, Liberalizm, Hukuk devleti, Komünizm, Faşizm neredeyse hemen hepsi insanları aldatmak, kandırmak, oyalamak için bir oyundu. Hukuk devleti dedikleri şey, uluslararası düzen, çevrecilikleri, bilimleri, sanatları, felsefeleri birçoğu hırsızlık, hem makyaj malzemesi, hepsi oltaya taktıkları birer yemdi.
Eğer ibret almazsak tarih tekerrür edecek. Ve bugün geldiğimiz noktada, nükleer silahların da kullanılma ihtimali olan, kıyamet savaşı olarak da anılan yeni bir dünya savaşının eşiğindeyiz. Bu savaş, eğer önlenemez ise, büyük ihtimalle daha önceki 2 dünya ve bir soğuk savaşın toplamından daha yıkıcı olacaktır. Zaten Global Resetçiler, TransHumanizm Projesi ile 8 milyar insanın 7,5 milyarının yok edilmesi üzerine bir plan yapmıyorlar mı?
Gazze’de akan kanı durdurup zalimleri, sorumluları yargılayıp cezalandıramayacaksak, Gazze’li çocukların başına gelenler, bizim çocuklarımızın da başına gelecektir. Bir topluma yapılan bir haksızlık, bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır.
Selam ve dua ile…