"Ahlâkî Çürüme"
Millî Gazete köşe yazarı Ali Haydar Haksal, 'Ahlâkî Çürüme' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Önceliğimiz genelde insan olmakla birlikte özelde Müslümanların durumu, bizi doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü Müslüman’ız, sorumluluklarımız var. Müslümanların çürümesi geneli doğrudan ilgilendiriyor. Bireylerin, kişi ve çevrelerin tutum ve davranışları, yaşama biçimleri iste istemez bağlı bulundukları düşünceye bağlanıyor, hamlediliyor. İslâm, değerler bütünüdür. Bu değerlerin töhmet altında tutulması, gerekçe gösterilmesi bireylerin davranışlarından kaynaklanıyor. Oysa değerlerin bunda hiçbir kusuru yoktur.
Uçlanmalar çevreleri veya kişileri itiyor, uzaklaştırıyor. İnsanlar arasındaki uçurumları büyütüyor. Cumhuriyet ideolojisi milletimize rağmen bir uç ve yabancılıktı. Bu, ister istemez genel anlamda milletimiz tarafından kabul görmedi. Teslim olunmuş olsa bile rıza göstermedi. İçten içe tepkisini sürdürdü, içinde tuttu. Bu, yabancılaşmanın bir gerçekliği. Zamanla buna olan tepkileri farklı zamanlarda faklı biçimlerde belirdi.
Cumhuriyet ideolojisine muhalif olanların eline fırsat geçince daha şiddetli bir kişiliğe büründü. İdeolojinin kendisi korundu, ayakta tutuldu, ama onlardan geri kalınmadı.
28 Şubat süreci keskin bir dönem ve dönüm. Dönemin jakoben dayatmaları, baskıları geniş anlamda kitleleri bunalttı. Bu bunalımdan kurtuluş yolu onların karşısında daha şiddetle karşı koyabilecek arayışlara itti. Bu tutum, ideolojinin kendisine hamledildi. Yapısı gereği tutunabilmesi için aşırılıklara başvurmak zorundaydı. Aşırılığını sınırı yoktu ve çok da acımasızdı. Bu davranış bir yaşama biçimi oldu. Nefret ve öfke büyüdü. Buna karşı aynı düzlemede ve üslupta bir anlamıyla karşılık buldu. Şiddete, öfkeye, nefrete daha sert, daha acımasız ve daha keskin yaklaşımlara neden oldu. Aşırılıklara aşırı karşılıklarda haklı ya da haksız, doğru ya da yanlışa olduğuna bakılmadan bir tutum sergilendi. Bu tutumun belli kesimlere karşılık bulması, rahatlatması kesimlerin kemikleşmelerine neden oldu. Kesimlerin birbirlerine açılabilecek olan kapıları, pencereleri küçük aralıkları bile kapandı. Böyle olunca toplum belli çevrelerde odaklandı.
Siyasal gerilimli uçlanmalar ya da çatışma alanları doğrudan düşüncelere mal ediliyor. Kitle veya kesimlerin birbirlerine olabilecek yaklaşımları engelleniyor, duvarlar örülüyor.
Burada varmak istediğimiz sonuç şu: Müslümanlar adına yapılanlar endişe verici. Dahası, haksızlığa ve zulme varan davranışların Müslümanlar adına tedirgin edici olması. Değerlerimizi temsil edenlerin aşırılıkları, ahlâkî sınırları çoktan aşmış bulunuyor. Bu yapıyı koruma adına, ister buna siyasal çıkar iktidarı olsun, ister mazlumluk tutumu olsun, sınırları çoktan aşmış bulunuyorlar. Yaşama biçimlerinin, üsluplarının, kazanımlarının doğru, yanlış, helâl, haram olup olmadığına bakılmaksızın kabul görmesi büyük bir çürüme. Asıl üzücü olan da salim düşünüşlü halkın, kitlelerin buna uyum göstermesi. İktidar veya erk, çevrenin hemen bütün eylemlerinin meşru görülmesi büyük bir çürüme. Tartışma, değerlendirme, tartma, ölçüp biçme gibi bir durum asla söz konusu olmuyor. Sorgulamasız kabul görüyor.
Erkin olanaklarından yararlanan, aşırı büyüyen, sınırları çoktan aşanlar asla sorgulanmıyor. Nedenleri üzerinde durulmuyor. Hatta bununla ilgili haklı gerekçeler bile oluşturuluyor. Aradaki uçurumların açılmasından, haksız büyümesinden, şişmesinden rahatsızlık duyulmuyor. Yeter ki bulundukları küçük konumları sağlam kalsın, dokunulmasın.
Bu büyük sorunların tartışma dışı kalması kişilerden çok, düşünceye, inanca zarar veriyor tartışma konusu oluyor. Kişiler üzerinden düşünceye saldırılıyor. Asıl zarar, tehlike buradadır.
Kitlelerin, çevrelerin ya da bireylerin nefrete dayanan davranışları inanca ve düşünceye bağlanması asıl tehlike. Son zamanlarda inançsızlık, güvensizlik farklı sonuçlara sürüklüyor. Adaletsizliklere, yanlışlara, harama ve helâle özenmeyenlere karşı tepkisi şu ki: “Bunlar Müslüman’sa ben Müslüman değilim” demeye kadar varılıyor. Kişilerin inanç ve düşünceden uzaklaşmaya neden oluş büyük bir vebal. Biz insan mı kazanacağız, insanı öteleyerek yitirecek miyiz? Asıl sorun bu. Bu çürümenin önüne nasıl geçilecek?