Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Ahlâkî ölçüler içindeki bir iktidar hedefimizi asla unutmadan..

Ahlâkî ölçüler içindeki bir iktidar hedefimizi asla unutmadan..

12 Haziran seçimlerine birkaç gün kaldı..

Bu zamana kadar yapılan seçimlerden epeyce farklı bir tablo ile karşı karşıya bulunuluyor.

12 Eylûl 2010 tarihinde yapılan Anayasa referandumundan yüzde 58 gibi çok net bir üstünlüğün rüzgarını da arkasına alan Tayyîb Erdoğan, o küçücük anayasa değişikliğiyle elde edilen kanunî imkanlarla neler yapılabileceğinin ilginç uygulamalarını sundu, topluma..

Laik-kemalist kadrolaşma"nın en esrarengiz, gizemli şekilde gerçekleştirildiği HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi temel yargı kurumlarında, yapılması tasavvur bile edilmeyen hızlı değişimlerle; "yargı diktatoryası"nın temelleri çatırdamaya başladı.

Ülke ve milletin üzerine TSK adına abanan bir "darbeci subaylar kliği" üzerine gidilmeye başlandı. Neredeyse 100 yıldır "dokunulamaz" olarak bilinen nice anlı-şanlı generaller ve diğer yüksek rütbeli subaylardan onlarcası, hattâ yüzlercesi mahkemelere sevkediliyor, sorgulanıyor, tutuklanıyor.. Nice kirli tezgahların ipliği pazara çıkarılıyor..

Hattâ, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi"nin sorgulanamaz liderlerinden hayatta kalan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya gibi isimler bile hesaba çekilebilir gelir gelmiş bulunuyorlar.. (Henüz yapılamıyanlar var elbette.. Başta TSK İçhizmet Kanunu"nun, -bütün askerî darbelere dayanak yapılan- 35. maddesi olmak üzere, bir çok kanunlar duruyor yerinde.. Nitekim, 6 Haziran günü sorgulanan Kenan Evren, "Her ne yaptıysa kanuna uygun olduğunu, TSK İçhizmet Kanunu"nun 35. maddesine göre hareket ettiklerini, bugün olsa yine aynı şekilde davranacağını" söylemiştir; hırsızın, şecaat arzedeyim derken çaldıklarını söylemesi misali..)

*

Bu hızlı ve şaşırtıcı gelişmelerin yanıbaşında, seçimlerde karşı tarafı yıpratmak için bir çok oyunlar, entrikalar da yaşandı, yaşanıyor.. Gerçi, bunlar önce de tezgahlanıyordu, ama, bu kez, çok daha farklı bir tablo var ortada.. Çünkü, bu kirli yollar geçmişte yine de sınırlıydı..

Şimdi ise, son derece gelişmiş teknolojik imkanlar, çok kolay ve ucuz yollarla, yaygın şekilde kullanılabiliyor..

Bu seçimde en göze çarpan taraf, bir takım gizli ses veya görüntü kasetlerinin devreye sokulmasıydı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve bir CHP m.vekili kadın arasındaki müstehcen görüntüler, Baykal"ı Genel Başkanlıktan götürdü ve ortaya Kemal Kılıçdaroğlu"nu çıkardı..

Geçen ay, MHP"deki iç kapışmanın ürünü olması muhtemel bir kaset furyası ise, daha bir düşündürücüydü.. Kitlesi genelde ahlâkî hassasiyetlere sahib olarak bilinen bu partide, 9 Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreter"in istifasına ve m.vekilliği adaylığından da çekilmesine müncer olan müstehcen ve haram ilişkilere dair görüntülerin kim tarafından yapıldığı henüz ortaya çıkarılabilmiş değil.. Ama, bu kadar seçkin kişilerin, herbirisinin bu şekilde tesbit edilebilmiş olması, herkesten çok, onların çok yakın çevrelerinden birilerinin oyunu olarak anlaşılmasa müsaid.. Ve, laim medya ve de MHP"nin yönetim kadroları ve hızlı tarafdarları, konunun önemsiz gösterilmesi için ellerinden geleni yaptılar.. Bunda şimdilik başarılı olmuşa benziyorlar..

Ama, şu var ki, günümüz dünyasında, gizli kayıd cihazlarının, gizli kamera ve mikrofonların, bir tükenmez kalem şeklinde bile düzenlendiği teknolojik imkanlar geliştirilmiş bulunuyor ve bu buluşların işportaya bile düştüğü ve yaygın şekilde kullanıldığı, çok pahalı olmayan bir yolla elde edilebildiği biliniyor.. Kezâ, internet ve cep telefonları yoluyla, SMS, MSN, facebook, twitter vs. gibi, bir kaç yıl öncesine göre bilinmeyen ve çok yaygın olan teknolojik iletişim imkanları..

Böyle bir havada giriliyor seçimlere..

Bana ne, bizim inançlarımıza temelden karşı ve düşman olan ve 100 yıldır bizi y imha etmeye çalışan bir sistemin bu oyunlarından bize ne denilebilir..

Ama, istesek de , istemesek de, o rejimin verdiği kimliklerle, pasaportlarla, eğitimiyle, parasıyla, adlî işlemleriyle, güvenlik sağlanmasındaki imkan ve güçleriyle, cezasıyla, askerlik ve savaş kararlarıyla, vergileriyle kuşatılmış vaziyetteyiz.. Ve 75 milyonu bulan dev nüfuslu bu toplumda, herkesin bizim gibi düşünmesini istemek veya düşündüğünü de varsaymak da herhalde tutarlı değildir.

O halde, zencirlerimizin biraz olsun gevşetilmesine vesile olabileceği temenni ve umuduyla bu seçim atmosferinde yerini almak isteyenleri ağır şekilde suçlamak da tutarlı olmayabilir.

Geçen 12 Eylûl günü yapılan Anayasa Referandumu günlerinde de, benzer tartışmalar yapıldı.. Ama, görüldü ki, o kadar önemsiz görülmeyen o anayasa değişikliğiyle bile, -sözün başında belirtmeye çalışıldığı üzere- çok büyük sosyal değişikliklerin kapısı aralanmaya başlandı..

Üstelik kan dökmeden..

Ülkelerini ve toplumlarını, kendilerine musallat olan diktatörlüklerden kurtarmak için mücadeleye atılan diyar-ı arab"daki müslüman halkların bugün ne çetin problemlerle karşı karşıya kaldığını da unutmamak gerek.. Ve onlardan niceleri, bugün geldikleri ve ülkelerinin kangölü ve küllük haline gelmesine yol açan gelişmeler içinde, Türkiye"deki sistemin temelden bozukluğuna fazla önem vermeksizin, buradaki ıslahat çabalarının yumuşak geçişle gerçekleştirilmesine imrenerek baktıklarını da hatırlayıp üzerinde düşünmek gerekiyor..

O halde, bu seçim konusuna çok ilgisiz kalmak, kendi yaşadığımız toplum ve zamanın mes"elelerine ilgisiz kalmak, bu dünyanın ve zaman diliminin dışında yaşamaya yönelmek gibi bir tuhaflığa sürükleyebilir bizi..

*

CHP"nin temeli, "kemalist-laisizm"e ve ondan da önce (M. Kemal, İttihad- Terakkî"nin B takımından olduğundan) İttihad ve Terakkî"nin ideolojisine dayandığı için, başına kim gelirse gelsin, o başkan bu "siyasî-ideolojik teşekkül"ün geçmişini ve geçmişteki yaptıklarını açıkça reddetmedikçe ve onun karar mekanizmalarını parçalamadıkça ve "redd-i mirâs" eylemedikçe...

Benim bağlandığım inanç ve değerler sistemine, bu siyasî teşekkülden, onların kendi irade ve istekleriyle, direkt olarak hayırlı bir hizmet geleceğine inanmıyorum..

CHP"yi en fazla reddeden duruma gelen Ecevit bile, 12 Eylûl 1980 İhtilali"nden sonra, CHP"nin bir "mütegallibe, zorbalar, eşraf ve ağalar partisi" olduğunu dile getirdiği halde ve yıllarca onunla çatıştığı halde, onun hayatta iken ideolojik yönlendirilmesinde çok etkili olduğu bilinen eşi Rahşan Hanım"ın şimdi, (Ecevit"i Başbakanlık"taki vazifesinden uzaklaştırmak için, tıbbî mizansenler düzenlediği söylenen Prof. Haberal"ın hem de Ecevit"in kalesi sayılan Zonguldak"tan adaylığına karşı çıkmak bir yana) "Bu konular bugün konuşulacak şeyler değil.. Şimdi hepimiz CHP"ye oy vermekte birleşmeliyiz.." demesi ilginçtir..

*

Aradan nice yıllar geçtikten sonra.. Özellikle Deniz Baykal"ın utanç verici ilişkileri ortalığa dökülünce ilginç gelişmeler yaşandı ve sonunda, Kemal Kılıçdaroğlu, bu partinin başına paraşütle indiriliverdi.. Ve o şimdi, "Yeni CHP" deyip duruyor; ama, İsmet İnönü"yü CHP"nin başından bertaraf ettikten sonra, Ecevit de yıllarca "Yeni CHP"den sözetmişti. Ne var ki, o "Yeni CHP" de yine bilinen eski CHP idi ve sonunda, Ecevit, bunu 12 Eylûl Askerî Darbesi"nden sonra daha bir yakînen anlamış ve DSP"yi kurmak gereğini duymuştu..

Ve Kılıçdaroğlu"nda, "Yeni CHP" deyip duruyor, ama, ya kendisini gizliyor, ya yalan söylüyor, ya aldanacağını bile bile, başına oturtulduğunu bu teşekküle dayanarak iktidara uzanabilmek hayaline kapılmış bulunuyor..

Ki, kendisinin Dersim (Tunceli)"li bir alevî, hattâ soy olarak "alevî dedesi" olan bir ailenin çocuğu olduğunu bile söyleyen Kılıçdaroğlu, şimdi, seçim atmosferinde, bu konuları gündemde getirmekten kaçınıyor ve toplum da bu hususu tartışmıyor; bu çok önemli.. Çünkü, öteki siyasetçiler de, diğer mezheblerin bağlılığı adına siyaset yaptıklarını söylemiyorlar..

*

Ama, asıl ilgi çekici olan, bütün fakir-fukara edebiyatına rağmen, CHP"nin kalelerinin nereler olduğudur..

Solcu-laik-kemalist cereyanların koruyuculuğuna soyundukları kesimlerin, sosyal demokrat laflarını bayrak edinenlerin nerelerde öbekleştiklerine bir bakılacak olursa..

Bu mekanların, Ankara"nın en zengin ve halktan kopuk yaşayan sosyetik kesimlerinin yaşadığı Çankaya, Yeni Mahalle gibi kesimler..

İstanbul"da da aynı şekilde Şişli, Nişantaşı, Levent, Ataköy, Etiler, Beşiktaş, Kadıköy gibi semtler..

Ülke çapında da, İzmir ve benzeri yerler oldukları hemen farkedilir..

Bu sosyal kesimdekilerin, ülkenin genelinin ekonomik durumuyla, günlük yaşayış tarzıyla da çok farklı bir çizgide olduklarını ayrıca belirtmeye gerek bile yok..

Böyle bir CHP"nin bu ülkedeki halk tabanı, yüzde 25"ler civarındadır, onyıllardır.. 100 yıla yakın bir süredir ideolojisiyle, temel siyasî organizasyonlarıyla, kanunlarıyla, ele geçirdiği menfaat ve iktidar çarklarıyla, silahlı güçleriyle, ülkenin kaderine el koyan bir hareketin, böylesine kemikleşmiş bir tabana sahib olması ve bu rejimden beslenenlerin ellerindeki imkan ve fırsatları yitirmek istememeleri de yadırganmamalı..

*

Böylesine bir sosyal yapıda ve hele de müslüman coğrafyalarındaki oluşumları ve gelişmeleri kendi iradelerine göre şekillendirmek için elinden gelen çaba ve entrikayı esirgemeyen emperyalist dünyanın planları da bir ayrı konu..

Herşeyin, sadece doğruluğuna kesin olarak inandığımız veya kendi arzu ettiğimiz ölçülere göre şekillenmesini isteyebiliriz, elbette, ama, ideal olanı istemekle, realiteyi görmek arasında daima bir mesafe ve hattâ bazen uçurum olacaktır..

Hayallerimizi, hedeflerimizi, ümidlerimizi yitirmemeli; ama ayağımızı da yerden kesmemeli..

Bugün, ülkemizde müslümanlar, 40-50 yıl öncesinde hayal bile edemiyecekleri konumlara geldiler.. Bu, herşeyin inanç ölçülerimize uygun olduğu gibi bir yanılgıya yol açmamalıdır..

Ve müslüman halkımızın maddî ve manevî dünyası üzerinde korkunç bir ceberrutluk sistemi kurmuş olan kemalist-laik rejim, yine temel ölçüleriyle baştadır, ama, pençeleri giderek daha bir zayıflamakta/ zayıflatılmakta ve taşlar yerinden oynamaya başlamış bulunmaktadır..

Burada basit, küçük ve şahsî hesablaşmalar veya şahısları kutsamalar veya düşman bilmeler yerine; müslüman halkımızın daha bir rahat nefes almasına vesile olabilecek gelişmeleri gözetlemeliyiz..

Unutmayalım ki, buradaki seçimin neticeleri, sadece TC coğrafyasındaki müslüman halkın değil, diğer müslüman coğrafyalarındaki halkların sosyo-politik bünyesini de, fizikteki bileşik kaplar örneğinde olduğu üzere, derinden etkileyecektir..

Emperyalist dünyanın medya organları ellerindeki geniş imkanlarla, dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi, anadolu coğrafyasındaki sosyo-politik gelişmeleri de düzenlemek ve kendi istek ve menfaatlerine göre şekillenmesini istemekte ve bu yolda yoğun yorumlar, tahliller yapmakta ve hattâ, ingilizlerin etkili dergilerinden, "The Economist"in geçen hafta yaptığı gibi, hızını alamayıp TC vatandaşlarının CHP"ye oy vermeleri gerektiğini hatırlatabilmektedirler..

10 yıl öncelerde Türkiye-İsrail ilişkilerinin bugünkü noktaya gelebileceğini aklına bile getiremeyen emperyalist odakların nasıl bir tabloyu istediklerini tahmin etmek için der kâhin olmaya gerek yok..

Böyleyken..

Tabiatiyle, herşeyin adâlet ve ahlâk ölçülerimiz içinde şekillenmesi hedefimizi unutmamalıyız, ama, "Üzümün çöpü, incirin sapı.." gibi olumsuzluklarla devamlı meşgul olmak yerine.. Konuya sadece ülke çapında değil, Ortadoğu bölgesi ve bütün müslüman coğrafyaları planında ve hattâ dünya çapında global bir açıdan bakmak aklın gereği değil midir?

Bu bakımdan, kemalist-laik odakların kendi aralarındaki ihtilafları büyük çapta bir kenara koydukları, "Sarıgül Hareketi" ve Ecevit faktörünün ağır bastığı DSP"nin fiilen CHP"yle bütünleştiği bir zaman diliminde, o cenaha karşı olanların, sırf kendi sosyo-politik güçlerini ölçmekten başka bir mâna ifade etmiyecek şekilde, yüzde 2-3"leri geçmiyeceği açık olan yerlere yönelmelerinin ne kadar sağlıklı olduğu da ayrıca düşünülmelidir.. Başka müslüman ülkelerdeki kanlı çatışmaların aşiret ve kabile kavgaları olarak nitelenmesinden rahatsız olup, bundan elem duyarken; kendi ülkemizde de, demokratik aşiret ve kabile görüntüleri veren oluşumlarla veya türk / kürd kabilelerinin boğuşması diye nitelenebilecek ilkel hesablaşmalara fırsat verilmek istenmiyorsa; yapılacak ve bizim irademizle de şekillenebilecek pek çok şey vardır..

Ve yüzde 50 sınırını hattâ bir oyla bile olsa da aşabilen parti hangisi olursa olsun, sosyo-psikolojik sınırı aşmış olmanın verdiği bir ivmeyle, ülkenin geleceği üzerinde çok daha etkili bir yere ulaşacaktır..

 

Haksöz

Bu yazı toplam 1849 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar