Akif Emre: Sembolik ve Stratejik Bir Suikast
Yenişafak Gazetesi yazarı Akif Emre, siyonist rejimin Hizbullah komutanları ve İran devrim muhafızları komutanına yapılan suikasti irdeledi.
Yenişafak Gazetesi yazarı Akif Emre, siyonist rejimin Hizbullah komutanları ve İran devrim muhafızları komutanına yapılan suikasti irdeledi.
İsrail’in Suriye topraklarında İran Devrim Muhafızları komutanını öldürmesi nasıl okunmalı? diyen Akif Emre, olayın muhtemel nedenlerinden bahsetti.
İşte Akif Emre'nin o yazısı;
Sembolik ve stratejik bir suikast
İsrail’in Suriye topraklarında İran Devrim Muhafızları komutanını öldürmesi nasıl okunmalı? Karşılıklı olarak “intikam ve terör” türünde yapılan açıklamalar, olayın neyi gizlemesi isteniyorsa onu gizlemeye ve aynı zamanda kimin neyi anlaması gerekiyorsa o mesajı vermeye yönelik okunmalı.
Her gün yüzlerce masum sivilin katledildiği Suriye hinterlandındaki bu saldırının daha büyük, yeni gelişmeleri tetikleme ihtimali büyük. Belki de artık kimin kiminle ve kime karşı olduğunun ayırt edilemez hale geldiği; her gün yeni bir ittifakın (arayışların) başlayıp bozulduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz.
Olayın muhtemel nedenleri, Ortadoğu’da muhtemel gelişmelerin de habercisi demektir. Bu açıdan muhtemel sebeplere girmeden önce büyük resme bakmakta yarar var.
Suriye iç savaşının artık içinden çıkılmaz bir hal aldığı ortamda tüm sert açıklamalara rağmen Rusya’nın başı çektiği uzlaşı arayışları öne çıkmaya başladı. Rusya’nın tarafları Moskova’da toplama çabası buna bir örnek olabilir.
Sahada artık açık bir taraf olan İran-Hizbullah ittifakı, ilk bakışta Suriye’deki gelişmelerden bağımsız görünen Batı ile nükleer görüşmeleri belli bir aşamaya getirdi. Yine Suriye iç savaşında doğrudan taraf olmayan İsrail’in, Mısır’la arasında kurduğu denkleminin eski statükoya geri dönmesiyle, dikkatini hiç eksiltmediği Suriye’ye çevirmesi kaçınılmazdı.
Hizbullah’ın egemenlik alanında, ölümle sonuçlanan İsrail saldırılarında biri sembolik, diğeri stratejik iki önemli ismin hedef alınması çözümleme için başlangıç olabilir. Stratejik hedef İranlı general, Devrim Muhafızları komutanının öldürülmesiydi ki İran’ın bu düzeyde verdiği ilk kayıp. Bu bile İsrail’in kendini savunma gerekçesiyle alakalı olmadığını, hatta Suriye-Lübnan sınırıyla da ilgili olmayıp daha büyük ölçekte bir hedefe yönelik yaptığının göstergesi olarak okunabilir. Diğer hedefin yüksek sembolik değere sahip olmasının sebebi ise yine bir suikasta kurban giden Muğniye’nin oğlu olmasıdır. Muğniye, Amerika’nın yıllarca en önemli hedeflerinden biri idi ve sonuçta öldürüldü. Amerika’nın Lübnan’dan kovulmasındaki rolü düşünüldüğünde oğlunun hedef olması da Amerikalılara bir mesaj olarak okunabilir.
Elbette bir suikastla Ortadoğu’da tüm dengeleri değiştirecek gelişmelerin ipuçlarını okumak mümkün değil. Hatta kurbanları daha önemli olsa da her gün yaşanan saldırılardan biri de olabilir.
Ancak, muhtemel gelişmeler açısından bu saldırıların tetiklemesi muhtemel sonuçları üzerinden fikir yürütülebilir. Her şeyin komplolarla anlaşıldığı bir coğrafyada komplosuz bir senaryo okuması, aynı zamanda yarınları da şekillendirecek denklemin anlaşılmasına katkı yapabilir.
Birkaç ihtimale birlikte kafa yoralım:
Dillendirilen ihtimallerden birisi Esad rejiminin bizzat ihbar da ederek İranlı komutanı hedef göstermiş olması. Somut hiç bir delil olmasa da muhtemel nedenlerden biri sayılabilir. Bunun gerçekliğini ciddiye almak için; Esad’ın artık Batı ile anlaşmanın bedeli olarak verdiği kurban olduğu düşünülebilir. Böylece hem İran’la arasına mesafe koyduğunu, hem de stratejik bir hedefi göstererek anlaşmaya ne kadar yakın durduğunu göstermiş olabilir.
İran-Suriye ittifakının bu denli güçlü olduğu bir dönemde bu tez ihtimal dışı görülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki Muğniye’nin katlinde de Baas rejiminin işbirliği suçlaması gündeme gelmişti.
Bir başka yabana atılmaması gereken ihtimal, İsrail’in İran’ın Batı ile yaptığı nükleer görüşmeleri sabote etmeye yönelik olması. (Bu konuda Ertuğrul Aydın’ın Dünya Bülteni’ndeki geniş analizine bakılabilir.) Hem Hizbullah’ı, hem İran’ı intikam saldırısına kışkırtarak, Paris saldırısıyla terör mağduru rolünü sürdürmek... Bu arada da İran’ın Batılılar nezdinde şeytanlaştırılmasını ortadan kaldıracak bir anlaşmanın sabote edilmesi...
İsrail’in bölgedeki kaostan en fazla stratejik kazanıma sahip olan taraf olduğu düşünüldüğünde yeni denklemden son derece tedirginlik duyacağı görülür. Suriye’de savaşan Avrupalı savaşçıların tüm listesi ellerinde olmasına rağmen Paris saldırısının adeta beklenmiş olması muhtemel yeni denklemin işareti olarak okunabilir. Paris’teki saldırı sonrası Fransa’nın Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndermesi, ister istemez bölgede kartların yeniden karılma ihtimalini akla getiriyor.
Hiçbirinin ispatlanması mümkün olamayan bu senaryolardan her biri bir diğeri kadar gerçek ya da akla yatkın görünüyor. Sonuçta yıllardır gerek tahrik edilerek gerekse uzaktan seyredilerek devamına katkıda bulunulan Suriye’deki can pazarının bu şekilde sürdürülebilir olması Batı için de tahammül edilebilir değil. Anlaşılan o ki, taraflar şimdiden yeni denklemde pozisyon almak, dengeleri istedikleri gibi kurmak, olmazsa karşı tarafın oyununu bozmak, hatta müttefiklerini kendi planına icbar etmek için en kanlı yöntemlere başvurmaktan çekinmeyecek.