Ahmet Taşgetiren
Alkolden dış politikaya
Alkol yasağı ve Kaddafi’nin ne alakası olabilir?
Bu alakayı Mehmet Barlas Sabah gazetesindeki yazısında kurdu. Siyasi denklemde Sabah’ın yeri de malum, Barlas’ın -Barlaslar’ın- durduğu yer de.
Mehmet Barlas, Kaddafi’nin Sünusiler’e darbe yaptıktan sonraki ilk icraatının alkolü yasaklamak olduğunu yazdı dün.
Bunu, “tam kapanma” çerçevesinde gelen alkol satışı yasağını irtibatlandırmak için yazdı. Yazıda Suudi Arabistan’dan Hindistan’a kadar başka yasaklama örnekleri, FETÖ - Humeyni bağlantılarına kadar irtibatlar da zikrediliyor.
Barlas tabii ki böyle bir yasaklamaya karşı. Ama burada onun yazısı, kişisel karşıtlık boyutunun ötesinde, böyle bir yasaklamanın Türkiye’yi yönetenleri Kaddafi gibi küresel imajı negatiflerle yüklü bir isimle ya da Suudi Arabistan’la yan yana gösterme niteliği ile dikkat çekiyor.
Dünyada artık hiçbir uygulama “iç iş” olarak görülmüyor.
Dünyada da Türkiye’deki yönetim artık Ak Parti iktidarı ile değil, “Erdoğan iktidarı” diye biliniyor.
“Erdoğan iktidarı alkolü yasakladı” diye geçecek bu son uygulama dünya medyasına.
Erdoğan’ın Türkiye adına attığı başka adımlarla birlikte.
…..
Biden’ın “Soykırım” seslendirmesi ile birlikte, iktidara yakın çevrelerde şöyle bir değerlendirme yapılıyor:
-Erdoğan Türkiye’nin çıkarlarını korumak için pek çok adım attı. Karabağ, Mavi Vatan, Libya, Somali, Balkanlar, Afrika en yakın örnekleri. Küresel güçler, özellikle Amerika - Batı bundan rahatsız oldu. Onun için hamle yapıyorlar. Onun için “soykırım” söylemi salt bir -”soykırım” söylemi değil, Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi cezalandırma girişimidir.
Bu değerlendirmeden sonraki siyasi söylem ise kazanımları korumak için “Erdoğan’ın arkasında saf tutmak” tarzında şekilleniyor. Ardından da buna bağlı olarak muhalefetin eleştirileri “Türkiyenin çıkarlarına karşı Biden’ın yanında yer almak” gibi sunuluyor.
Bu yaklaşımın kimi doğruları içinde barındırdığı bir gerçek.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Türkiye’ye indirgenirken herkesin zihninde koca İslam - Türk dünyası ile bundan sonra nasıl ilişki kurulacağı sorusu vardı. Osmanlı coğrafyası ve Türk dünyası emperyalist güçlerin nüfuz alanına dönüşmüş, Türkiye bir sığınma alanı haline gelmişti. Bu “anormal” bir durumdu. Acaba bu düzeltilebilir miydi, nasıl düzeltilebilirdi, o gün gücü yetmeyen bir Türkiye’nin gücünün yeteceği, o coğrafyalarda da bu anormalliğin farkına varıp yeniden güç birliği arayışları oluşur muydu?
Bir boyutu “Hilafet” tartışmalarını ilgilendiren bu konu Cumhuriyet dönemi hafızasında saklı kaldı.
Riskler vardı: Dışarda Panislamizm - Pantürkizm suçlamaları hazırdı. Söylenecek sözler ya da hiç söylenmemiş olsa bile atılan adımlara dair okumalar, pek çok mahfilde hassasiyet oluşturmaya kafi gelirdi.
İslam ve Türk dünyası ile ilişkiler ve dış değerlendirmeler bu çerçevede okunduğunda ortaya tam bir “hassas dosya” çıkar. Bu noktada Batı ile ilişkileri önemseyen liderler daha ihtiyatlı olmuşlar, İslam eksenli siyasetçiler ise, özellikle İslam dünyası ile ilişkiler alanında daha atak görünmüşlerdir.
Onun için Batılı mahfillerde İslam eksenli politikacıların tavrı özel olarak takip edilmiştir. Mesela merhum Erbakan Batı tarafından gözaltında olmuştur.
Ak Parti, Refah kökeninden gelen bir siyasi hareket olarak başlangıçta -daha ihtiyatlı- davranmıştır. Amerika ve AB çevrelerinde özel bir hassasiyet gelişmemesine itina edilmiştir. Buna rağmen bir dönem “Yeni Osmanlılık iddiası”nın dosyaya girdiği bir vakıadır.
Erdoğan’ın etkin olduğu son dönem ise, daha atak bir politika izlendiği doğrudur. Bunların bir kısmı gerçekten Türkiye’nin çıkarlarını koruma çerçevesindedir. Bir kısmı ise, “etik duyarlılık” kapsamında yürütülen ama dışardan “İslamcı hassasiyet”le bağlantılı olarak okunan yaklaşımlardır.
Tam orada Amerika - Avrupa cenahında daha yoğun ama Rusya - Çin cenahında da daha örtülü olarak rezervler geliştirilmiştir. Bu noktada kimi Arap-İslam ülkeleri bile teyakkuzdadır.
Biden’ın son çıkışı, evet, Türkiye’ye bedel ödetme hesabının parçasıdır.
Al Monitor sitesinin Pentagon muhabiri Jared Szuba’nın 10 aralık 2020 tarihinde ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ile yaptığı mülakatta “Biden yönetimi Erdoğan’a nasıl yaklaşmalı?” sorusuna verilen cevap çarpıcıdır:
“Erdoğan, ona dişlerinizi gösterene kadar geri adım atmayacaktır. Ekim 2019 ateşkesini müzakere ederken yaptığımız buydu. Ekonomilerini yıkmaya hazırdık. Rus uçağının düşürülmesi sonrasında Putin’in yaptığı da buydu.”
Erdoğan’ın en iyi ilişkilere sahip olduğu var sayılan Trump’ın “ekonomiyi mahvetme” tehdidi, demek ki Erdoğan’a diş gösterme hamlesiymiş ve neticesi alınmış.
Başka diş göstermeler de var. YPG-PYD’yi silahlandırmak, bunun en can yakıcı göstergesi. İçeriye “yalnızlaşma” olarak yansıyan, bir noktada İslam ülkelerini bile içine alan dış kuşatma.
Türkiye’yi sünni dünyada bile bir örgüt çizgisine indirgeyen propagandalar…
İşte o görüntüye eklemlenen Kaddafi - Alkol yasağı denklemleştirmeleri.
Öyle hassas bir mecrada yürüyoruz ki, iyi niyet her şeyi çözmüyor. Birilerinin “dişlerini gösterme”yi bir dış politika enstrümanı olarak kullanabileceğini de dikkate almak gerekiyor. Çünkü sizin şahsınızda ülkenize bedel ödetirler. O dünya acımasızdır.