Ankara'da 121. Başörtüsü Eylemi (FOTO)
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu üyeleri ve gönüldaşları İnanca saygı ve başörtüsüne özgürlük için 121. kez Sıhhiye Abdi İpekçi parkında bir araya geldi.
"Ağlamak Çare Değil Susmak yakışmaz" prensibi ile hareket eden platfom, bu haftaki basın açıklamasında Adalet ve hukuk genelinde, ifade özgürlüğü inanç özgürlüğü ve yargıtay'ın hafta içinde yaptığı bildiri üzerinde durdu. Yargının güveniliriği üzerinde durulan açıklamada, militarist yaklaşım kınandı.
Açıklamada ayrıca 301. maddeden ceza alan Gazeteci Yazar Nurettin Şirin'in aldığı mahkumiyet kararı eleştirilerek; 'aydınlarımızın cezaevlerinde çürümesi ayıbına son verilsin' denildi
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 121. hafta Basın Açıklaması
ADALET VE HUKUK HERKESE LAZIM OLAN BİR DEĞERDİR!
Ankara İnanç özgürlüğü Platformu olarak 122 haftadır her türlü hukuksuzluk ve zulümlere karşı burada direniyoruz. Başörtüsüne özgürlük, İnanç ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda baskıcıların ve yasakçıların karşısında durduk.
Başörtüsü sorunu üzerinden yürütülen siyaset ve yasak talepleri faşizan zihniyetin bir göstergesidir.
Anayasa mahkemesinin Üniversitelerdeki başörtüsü serbestliğini görüşeceği zamanın arifesinde Yargıtay Başkanlar kurulunun yapmış olduğu açıklama zamanlama açısından manidardır. Anayasa mahkemesi üyelerini baskı altında tumak ve aleyhte bir karar çıkarmak için yapılan bu bildiri, bizlere hukuk'un nasılda baskıcı ve militarist bir hale dönüşeceğinin göstergesi olmuştur.
Şemdinli de olayının üzerine gidemeyen ve suskun kalan, hatta gitmek isteyen bir savcıyı açığa alan yargıtay başkanlar kurulunun sivil alan muhtıra vermesi manidardır.
Bu açıklamaya Danıştay, bazı muhalefet partilerinin koro halinde destek verip, sivil alana muhtıra vermeye çalışması oligarşik zihniyetin bir yansımasıdır.
Yargıtay başkanlar kurulunun yaptığı açıklama bize gösteriyor ki Türkiye'de son yıllarda hız kazanmış olan mücadele, Türkiye'nin laikliğini, bozma veya koruma mücadelesi değil; devlet iktidarının kim tarafından kullanılacağı mücadelesidir. Burada temelde iki tarafın çetin bir bilek güreşi yaşanıyor. Bir tarafta halka rağmen, halk adına savaşan, dış destekli statüko yoldaşları, diğer tarafta da gerçek manada milli iradenin devlet iktidarına hakim olması için mücadele eden gerçek Türkiye taraftarları. Cumhurbaşkanlığı tartışmalarından, 367 kararına, 27 Nisan sanal bildirisinden, siyasi cinayetlere, Ergenekon meselesine, kapatma davasından, başörtüsü özgürlüğü çabalarının engellenmesine ve diğer baskıcı ve yasakçı çıkışlara kadar genişletebileceğimiz hadiseler, sözünü ettiğimiz derin mücadelenin dışa yansımasıdır. Yaşanan savaş, devlet iktidarının kim tarafından kullanılacağı savaşıdır. Bunun bir savaş olduğunu statüko savunucuları söylediler. "Çankaya son kale" sözü bir savaş jargonudur. Statükocular bu ruh hali içindeler. Savaş atmosferi içinde de kanunlar, kurallar, hassasiyetler, bunlar açısından bir anlam ifade etmiyor. Eskiden takiyye ile daha usturuplu yaptıklarını şimdi takiyyesiz, ivazsız, gizlemeden, açıkça yapıyorlar. Herkes eteklerindeki taşları dökmeye ve elindeki son barutu kullanmaya başladı. Yasakçı ve millet karşıtı statüko "var olma" savaşı veriyor. Makamların, kurumların, devlet iktidarının, millete teslim ediliyor ve edilecek olmasını sindiremiyor.
Statüko, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olmasını hala sindiremedi. Başörtüsü yasağının kalkacak olmasını kabullenemiyor. Millet iradesini yansıtacak, kurumların makamların millet namına istismarına sınır koyacak, oligarşik saltanatı bitirecek, iktidarı ayrıcalıklı azınlığın elinden alacak bir anayasanın devreye girmesini istemiyorlar. Bir Anadolu çocuğunun Merkez Bankası Başkanı veya hazine müsteşarı olmasını hazmedemedikleri gibi, statükoya rağmen bir tornacının oğlunun cumhurbaşkanı olmasını da kabullenemediler. Anadolu sermayesinin büyümesi de bunları rahatsız ediyor. Devleti ve toplumu etkileyen manivelaların bir bir ellerinden kaymasından dolayı çıldırmış vaziyetteler. Bu da onları, var olma-yok olma arasındaki ruh haline itiyor. Arka arkaya yazdıkları senaryolar, ellerinde kalıyor, kurdukları tuzaklar, ayaklarına dolaşıyor.
Yargıtay adına bildiri yayınlayanlar, başkalarını "yargıyı etkilemekle" suçlarken bizzat yargıya yön gösteren açıklamalarını bilmeden mi yapıyorlar? Yüksek yargı kurumları millet adına karar verdiğini zannederken milletin ne düşündüğüne de itibar edecek mi? Buralarda bulunurken milletin sesine kulağını kapatanlar, bulundukları yerden yarın indiklerinde, halkın içine çıkabilecekler mi, milletin yüzüne bakabilecekler mi?
Milletle ve onların inanç değerleriyle kavga etmekten vazgeçin. Bu millet 27 nisan da e-muhtıra yayınlara cevabını 22 temmuzda verdi.
Son olarak hükümete sesleniyoruz:
Milletten aldığınız emanete riayet edin. Bu millete verilen sözleri yerine getirin.
Sivil anayasayı ertelemeyin,
İnançlara saygılı ve hukukun üstünlüğüne değer veren bir anayasa hazırlayarak yasaklara ve yasakçılara dur deyin.301 gibi ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırın.
301 den dolayı gazetecilerin ve aydınların cezaevlerine girmelerini engelleyin.
Ömrünün bir kısmını inancından ve düşüncelerinden dolayı hapishaneler de geçiren Gazeteci Nurettin Şirin Konya da yaptığı bir konuşmadan dolayı tekrar cezaevine gidiyor.
Gazeteci Hrant Dink 301. maddeden dolayı yargılanırken katledilmedi mi?
Bu ayıba bir son verelim.
Aydınlarımız mezarlarda ve cezaevlerinde çürümesinler.
Unutmayın ki hukuk bir gün size de lazım olabilir.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu adına
MAZLUMDER Yönetim Kurulu Üyesi ALİ DALAZ