Anlayış Uçurumları
'Müslümanların, medya imajları ve klişeleriyle konuşmaları adalet ve hakkaniyet duygularından uzaklaştığımızı, kültürel bir şizofreni ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir'
Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 7 Kasım tarihli makalesi
ANLAYIŞ UÇURUMLARI
Emperyalist, kolonyalist, sömürgeci dünya/irade, özellikle Ortadoğu’da, bölge ülkelerini, toplumlarını kültürlerini, her anlamda daha çok zayıflatmak, daha çok güçsüzleştirmek, daha küçük etnik parçalara, daha küçük mezhep parçalarına bölmek üzere hemen her dönemde yeni vesileler arıyor, yeni bahaneler buluyor, bulabiliyor ya da icat ediyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde, Suriye ve Irak trajedileri bağlamında Müslümanlar çok yoğun bir şekilde, kendilerini, mezhep merkezli, etnik merkezli spekülasyonlar, tartışmalar, karşıtlıklar ve cepheleşmeler içerisinde buldular. Bunalım dönemlerinde, her nasılsa, Müslümanlar daha çok milliyetçi, daha çok mezhepçi, daha az Müslüman olma yolunu seçiyor. İslam medeniyetinin benzerlik ve farklılık sorunlarını mücadele konusu değil, uzlaşma konusu olarak gördüğü her nasılsa hatırlanmıyor. İslami bünye içerisinde hiç bir yorumun kendisini tek gerçek olarak dayatmaması gerekirken, maalesef bugün, bu İslami dikkati yaşatamıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz günlerde gerçekleştirilen tartışmalara katılan herkes, her kesim, olayları, gelişmeleri, bütün boyutlarıyla kavramak yerine, kendi bencilliklerini yansıtan, yatay propaganda yollarını seçiyor.
TARİH BİLİNCİNDEN YOKSUNUZ
Tarihte pek çok kez yaşandığı üzere, bir kez daha ilkel kabile rekabetlerine, kabile savaşlarının barbarlıklarına tanık oluyoruz. Bütün bu ilkel rekabetler, karşıtlıklar klostrofobik bir iklim/ortam oluşturuyor. Boğucu sıradanlıklar, düşüncesizlikler, basiretsizlikler taraflar arasında anlayış uçurumları oluşturuyor. Sözünü ettiğimiz anlayış uçurumları sebebiyle İslami öncelikleri tartışmıyor, gündemimize almıyoruz. Maruz kaldığımız taşralılıklar sebebiyle, evrensel ortak insanlık fikrinden uzaklaşıyor, tamamlanmamış, yarım kalmış, parçalarda yaşayan algılar sebebiyle çok çirkin yanılsamalar, rezaletler sergiliyoruz. Çevremizde olup bitenler, İslami bütünlük bilincine, ahlakına, hassasiyetine hangi ölçüde yabancılaştığımızı, İslami öncelikler temelinde birlikte hareket etme iradesine sahip olmadığımızı, kolektif bir siyasal iradenin gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı gösteriyor. Bölgemizde, siyasal istikrarsızlık bir “kader” haline geliyor. Karşı karşıya bulunduğumuz olaylar bir tarih bilincinden ne kadar yoksun bulunduğumuzu da gösteriyor.
Irak, Suriye ve İran’ın parçalanması, İsrail’in siyasal istikrarı için, Siyonist bir proje olarak tasarlanmıştı. Daha sonra bu projeye Amerika ve Avrupa da dahil oldu. Siyonist ve Neo-Con projenin gerçek olması için, normal bir düzene dönme umudu olmayan, paramparça edilmiş toplumlar bir kez daha işgal ediliyor, (Halep-Musul). Bu çok zalim ve barbar işgallerin gerçekleştirilebilmesi için, bugün, bütün bölge ülkeleri derin bir hareketlilik içerisinde bulunuyor. İslami bütünlük ufkunu, bilincini sorumluluğunu temsil liyakatine sahip olmayan politik kadrolar, emperyalist işgal/çıkar/tahakküm politikaları adına araçsallaştırılabiliyor. Muhteris içgüdülere malül politik kadrolar, bölgemizde yaşanan her şeyin temelinde emperyalist tahakküm sorunu olduğunu hatırlamak istemiyor. Bölgemizde yaşanan gelişmeler ve olaylarla ilgili olarak, Müslümanların, medya imajları ve klişeleriyle konuşmaları adalet ve hakkaniyet duygularından uzaklaştığımızı, kültürel bir şizofreni ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.
ETKİLİ HİÇBİR ŞEY ÜRETEMİYORUZ
İslami anlamların, ölçütlerin, ilkelerin, amaçların ve ilişkilerin belirsiz hale gelmesi, getirilmesi hiç bir suretle/gerekçeyle kabul edilemez, maruz görülemez, sessizlikle geçiştirilemez. Anlam belirsizlikleri, anlam yabancılaşmaları ve anlam kirlilikleri, günümüzde toplumlarımızda bir alışkanlık haline geldiği için, her konuda Müslümanlar, özellikle de politik kadrolar pragmatik çözümlemeleri meşrulaştırıyor.
Günümüzde, emperyalist, kolonyalist dünya, siyasal ekonomik, kültürel ihtiraslarla, her şeyi yakıp yıkmayı göze alarak, dışa ve geleceğe doğru yol alırken, İslam dünyası toplumlarının, siyasal /ekonomik/kültürel sorunlar, krizler, belirsizlikler, bölünmeler, karşıtlıklar ve bağnazlıklarla içe ve geçmişe doğru yol almaları, geçmişin sorunları/karşıtlıkları temelinde yeni gerilimlere yol açmaları anlaşılabilir, gerekçelendirilebilir bir durum değildir. Geçmişin sorunları, karşıtlıkları, sıradanlıklar, taşralılıklar, politik ve dini popülizmler, hangi ülkede yaşıyor olursak olalım, Müslümanlar olarak, hepimizi zamanımızın çok büyük zihinsel enerji ve bilinç isteyen hayati konularından, ilgilerinden ve sorumluluklarından uzaklaştırıyor. Büyük zihinsel enerji ve bilinç isteyen hayati konulardan uzaklaştığımız için, sömürgeci bilginin, dilin, bilimin yoğun bir biçimde sürdürülmekte olan meydan okumaları karşısında, etkili hiç bir şey, evet, etkili hiç bir şey söyleyemiyoruz.
Sıradanlaşmalar, taşralılıklar, popülizmler, partizanlıklar, her tür üretkenliğin, özgün farklılığın ve farkındalığın kaybına yol açıyor. Sıradanlıklar, taşralılıklar, popülizmler hangi toplumda olursa olsun, toplumları nesneleştirerek, toplumsallaştırıyor. Toplumların, hamasetle, popülizmlerle toplumsallaştırılmaları, zamanın çok ağır ve çok boyutlu sorunları karşısında ilgili toplumları savunmasız kılıyor. Günümüz dünyasında zamanın olumsuz etkilerinden bağımsız varoluşlar kurmak çok büyük fedakarlıklar, uğraşlar gerektiriyor. İçerisinde yaşadığımız çağı, eleştirel bir dikkat ve perspektif içerisinde kavrayamadığımız takdirde, bağımsız, özgün, bir kültür ve eğitim siyasetinden söz edemeyiz.