Arap Baharı ve Rahatsız Edici Gerçekler
Crescent İnternational dergisinde yayınlanan bir analizde, Ortadoğu'daki halk ayaklanmaları konusunda bazı gerçeklere dikkat çekildi.
ORTADOĞU AYAKLANMALARI HAKKINDA RAHATSIZ EDEN BAZI GERÇEKLER
Crescent İnternational
Müslüman Doğu (Orta Doğu), altı aydan fazla bir zamandır devrim ateşinin sancıları içindedir. 2 diktatör, yönetimden uzaklaştırıldı; bazıları karmaşık sonuçlara direnirken, diğer bir kısmı da uçurumun kenarında sendeliyor. Buna rağmen iki ülke, Libya ve Suriye çalkantılı bölgede kendilerine özgü nedenlerden ötürü göze çarpıyor. Her iki ülkede de, rejim muhalifleri yalnızca silahlanmakla kalmadı; aynı zamanda büyük ölçüdeki dış destekten de yararlandılar. Özellikle Suriye için, dikkatlerin çevrilmesi gereken yer bu meseledir.
Öncelikle gerçekleri açığa kavuşturalım. Arap Müslüman Doğu'nun hiçbir yerinde temsilci hükümetler bulunmuyor. Hatta bölgenin coğrafi ve siyasi haritası, sömürgeci güçler tarafından kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde hazırlanmış. Fiziksel olarak ayrılmalarına rağmen, (neo)kolonistler tüm bu toplumlarda önemli bir etki bırakmaya devam ettiler. Böylesi bir boyunduruktan kurtulmaya çalışan İran gibi ülkeler, yaptırımlarla, sabotajlar ve hatta askeri saldırılarla karşı karşıya kaldı. Esasında ABD tarafından yönetilen yağmacı güçlerin düşmanca hareketlerine karşı kendisini savunabilmek için halk desteğini yanına alan tek ülke İran olmuştur.
Libya'da Batılı sömürgeci güçlere, direk olarak Albay Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesi için yer verildi. Bu konuyu "Libya'ya Batı Müdahalesinin Arkasındaki Nedenler" başlığıyla ele almıştık. Suriye'de de yabancı oyuncular, insanların meşru mağduriyetlerini kendi işlerini yürütmek için istismar ediyorlar. Açık konuşursak: Başkan Beşar Esed, demokratik bir yönetici değildir. Yönetimi 2000 yılında babasından miras olarak almıştır ve diğer Arap yöneticilerin aksine Beşar, önemli bir halk desteğine sahiptir. O, yönetimi devralmak üzere babası tarafından atanan değil, Suriye ordusu tarafından Londra'da göz doktoru olarak çalıştığı görevinden ayrılması ve Şam'a ülkeyi yönetmek için dönmesi istenendi. Yakın zamana kadar, halkın arasında korumaları olmadan yürüdü. Bu tür bir açıklığı Müslüman Doğu'nun başka herhangi bir yerinde ne Suudi Arabistan'da, ne Ürdün'de ne de Fas'ta görebilmek epey güç. Peki, neden Batı, Suudi Arabistan, Ürdün, Fas yahut Bahreyn halklarının kötü durumlarıyla değil de Suriyelilerin kötü durumu üzerine çalışmalar yapmaktadır?
Suriye, Siyonist İsrail'e karşı direniş cephesinin bir parçası olmasıyla; şu anda devrimlerle karşı karşıya olan diğer tüm ülkelerin dışında duruyor. Suriye ayaklanması, -Filistin'de Hamas'ı, Lübnan'da Hizbullah'ı, İran İslam Cumhuriyeti'ni ve Suriye'yi kapsayan- direniş cephesine karşı devam eden ABD-Siyonist savaşın 3. aşamasıydı. 2006 yılında başlayan ilk safhada, Siyonistler Hizbullah'ı yok etme girişiminde bulundular; fakat onun yerine İsrail ordusu 33-gün savaşlarında parçalandı. Kasım 2008'de, operasyonun ikinci aşamasında, Siyonistler Gazze'de küçük bir bölgeyi istila ettiler. Gazze, kolay lokma olarak düşünülmüştü ve amaç Hamas'ı tamamen yok etmekti. Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdünlü diktatörler ve kralların hepsi, İsrail saldırılarının arkasındaydı. Üçte biri çocuk olan 1.400 sivil Gazze'de katledilirken ve Gazze alt yapısının büyük bir bölümü yok edilirken, Hamas varlığını sürdürmekte çok sıkıntı çekiyordu. Suriye, esas amacı İran olan bu savaşın 3.kısmıydı.
Suriye'deki ayaklanmaya Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan ve 14 Mart grubu gibi dış aktörlerin dahil olduğunu kanıtlamak için yeterli deliller mevcuttur (bkz. Crescentİnternational, Mayıs 2011 sayısı). Şimdi ne yazık ki, Türkiye de Suriye'ye karşı bu kampa katıldı. Ankara'nın Suriye'deki olaylara karşı tepkisi göz önünde bulundurulunca, Ankara'nın komşuları ile nasıl bir "sıfır sorun politikası" yürüttüğü haklı olarak merak ediliyor. Silahlanmış sabotajcılar Ürdün'den Suriye'ye kaçırıldı. Dera, Ürdün sınırına yakın bir Suriye kasabası, aynı zamanda İsrail'in işgal ettiği Golan tepelerine de yakın bir bölge ve ayaklanmaların ilk sahnelendiği yer. Geçen ay, 120'den fazla Suriye polisi, Cisr-eş Şugur kasabası sınırında vurularak öldürüldü. Bu sıradan insanlar tarafından yürütülemeyecek profesyonellikte planlanmış askeri bir operasyondu. İsrailli komando birlikleri bu saldırıya dahil miydi? Peki, Türkiye nasıl bir motivasyonla Siyonist İsrail'i sevenlerin ve Suudi Arabistan'ın dahil olduğu Suriye karşıtı cepheye katıldı? Geçen sene, İsrail Mayıs 2010'da uluslararası sularda Mavi Marmara'ya saldırdığında, uluslararası kampanyanın merkezi olan Türk yardım konvoyu bu yıl uluslararası filoya katılmadı. Türk birliğinin, içlerinde Kanada'dan Gazze'ye doğru yola çıkan Tahrir gemisinin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen barış eylemcilerine katılmaktan geri durmasına yol açan gerçek neden nedir?
Halkların, hakları ve onuru için yaptıkları mücadele, onların kökenlerine ve bölgelerine bakılmaksızın her yerde desteklenmeli; fakat Seyyid Ali Hamaney, İran İslam Cumhuriyetinin rehberi olarak, 4 Haziran'da yaptığı konuşmasında bütün gruplara destek olunmaması gerektiğine işaret etti. Hamaney, Ayetullah Humeyni için düzenlenen anma töreninde konuştu ve 4 temel ilkeyi ana hatlarıyla ortaya koydu. İslami, kitlesel ve ABD karşıtı her hareketin, İran tarafından destekleneceğini söyledi ve İran'ın, Siyonist İsrail ve ABD destekli hiçbir hareketi desteklemeyeceğini belirterek 4. temel ilkeyi de ekledi. "ABD ve İsrail 'den Müslümanlar'a dost olamayacağını bütün Müslümanlar'ın bilmesi gerekir. Bu hususu kanıtlamak için bol bol yetecek kadar delil var. Bundan farklı düşünen herhangi bir Müslüman, ya tecrübesizdir yahut da Batı'nın ücretli bir ajanıdır" dedi...
Washington, Tel Aviv ve Riyad gibi rejimlerle ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda Suriye'de Esed karşıtı hareketlere öncülük edenler, nerde durduklarını açıklamak zorundadırlar. Bu tür unsurların, hareketi, bir mezhep bölünmesi gibi yansıtmaya çalışması sürpriz değil; Suudi emirler, ümmeti bölmek için neredeyse her zaman bu kartı kulanmış. Müslümanlar uyanıp, hazırlanmakta olanın ne olduğunu anlayarak hiç kimsenin sağ salim çıkamayacağı bir mezhep bataklığına doğru çekildiklerini fark edecekler mi? Dahası, Müslümanlar Suriye karşıtı ABD-Siyonist-Suudi-Lübnan ve Ürdün ittifakına katılmak ister mi? Böylece Siyonist İsrail'i korumak için Hizbullah'ın stratejik ilerlemeleri ve Filistin halkı tamamen ortadan kaldırılmış olur.
Batı medya şirketleri veya kabile malı olan 'Al-Jazeera' medyası, izleyenlerine ve okuyucularına Suriye ayaklanmasında 'daha fazlasını' ve 'doğruyu' bilmeleri için izin veriyor. Doğru sonuca ulaşmak için düzgün bir şekilde bilgilendirmek önemlidir!"
Crescent İnternational
Müslüman Doğu (Orta Doğu), altı aydan fazla bir zamandır devrim ateşinin sancıları içindedir. 2 diktatör, yönetimden uzaklaştırıldı; bazıları karmaşık sonuçlara direnirken, diğer bir kısmı da uçurumun kenarında sendeliyor. Buna rağmen iki ülke, Libya ve Suriye çalkantılı bölgede kendilerine özgü nedenlerden ötürü göze çarpıyor. Her iki ülkede de, rejim muhalifleri yalnızca silahlanmakla kalmadı; aynı zamanda büyük ölçüdeki dış destekten de yararlandılar. Özellikle Suriye için, dikkatlerin çevrilmesi gereken yer bu meseledir.
Öncelikle gerçekleri açığa kavuşturalım. Arap Müslüman Doğu'nun hiçbir yerinde temsilci hükümetler bulunmuyor. Hatta bölgenin coğrafi ve siyasi haritası, sömürgeci güçler tarafından kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde hazırlanmış. Fiziksel olarak ayrılmalarına rağmen, (neo)kolonistler tüm bu toplumlarda önemli bir etki bırakmaya devam ettiler. Böylesi bir boyunduruktan kurtulmaya çalışan İran gibi ülkeler, yaptırımlarla, sabotajlar ve hatta askeri saldırılarla karşı karşıya kaldı. Esasında ABD tarafından yönetilen yağmacı güçlerin düşmanca hareketlerine karşı kendisini savunabilmek için halk desteğini yanına alan tek ülke İran olmuştur.
Libya'da Batılı sömürgeci güçlere, direk olarak Albay Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesi için yer verildi. Bu konuyu "Libya'ya Batı Müdahalesinin Arkasındaki Nedenler" başlığıyla ele almıştık. Suriye'de de yabancı oyuncular, insanların meşru mağduriyetlerini kendi işlerini yürütmek için istismar ediyorlar. Açık konuşursak: Başkan Beşar Esed, demokratik bir yönetici değildir. Yönetimi 2000 yılında babasından miras olarak almıştır ve diğer Arap yöneticilerin aksine Beşar, önemli bir halk desteğine sahiptir. O, yönetimi devralmak üzere babası tarafından atanan değil, Suriye ordusu tarafından Londra'da göz doktoru olarak çalıştığı görevinden ayrılması ve Şam'a ülkeyi yönetmek için dönmesi istenendi. Yakın zamana kadar, halkın arasında korumaları olmadan yürüdü. Bu tür bir açıklığı Müslüman Doğu'nun başka herhangi bir yerinde ne Suudi Arabistan'da, ne Ürdün'de ne de Fas'ta görebilmek epey güç. Peki, neden Batı, Suudi Arabistan, Ürdün, Fas yahut Bahreyn halklarının kötü durumlarıyla değil de Suriyelilerin kötü durumu üzerine çalışmalar yapmaktadır?
Suriye, Siyonist İsrail'e karşı direniş cephesinin bir parçası olmasıyla; şu anda devrimlerle karşı karşıya olan diğer tüm ülkelerin dışında duruyor. Suriye ayaklanması, -Filistin'de Hamas'ı, Lübnan'da Hizbullah'ı, İran İslam Cumhuriyeti'ni ve Suriye'yi kapsayan- direniş cephesine karşı devam eden ABD-Siyonist savaşın 3. aşamasıydı. 2006 yılında başlayan ilk safhada, Siyonistler Hizbullah'ı yok etme girişiminde bulundular; fakat onun yerine İsrail ordusu 33-gün savaşlarında parçalandı. Kasım 2008'de, operasyonun ikinci aşamasında, Siyonistler Gazze'de küçük bir bölgeyi istila ettiler. Gazze, kolay lokma olarak düşünülmüştü ve amaç Hamas'ı tamamen yok etmekti. Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdünlü diktatörler ve kralların hepsi, İsrail saldırılarının arkasındaydı. Üçte biri çocuk olan 1.400 sivil Gazze'de katledilirken ve Gazze alt yapısının büyük bir bölümü yok edilirken, Hamas varlığını sürdürmekte çok sıkıntı çekiyordu. Suriye, esas amacı İran olan bu savaşın 3.kısmıydı.
Suriye'deki ayaklanmaya Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan ve 14 Mart grubu gibi dış aktörlerin dahil olduğunu kanıtlamak için yeterli deliller mevcuttur (bkz. Crescentİnternational, Mayıs 2011 sayısı). Şimdi ne yazık ki, Türkiye de Suriye'ye karşı bu kampa katıldı. Ankara'nın Suriye'deki olaylara karşı tepkisi göz önünde bulundurulunca, Ankara'nın komşuları ile nasıl bir "sıfır sorun politikası" yürüttüğü haklı olarak merak ediliyor. Silahlanmış sabotajcılar Ürdün'den Suriye'ye kaçırıldı. Dera, Ürdün sınırına yakın bir Suriye kasabası, aynı zamanda İsrail'in işgal ettiği Golan tepelerine de yakın bir bölge ve ayaklanmaların ilk sahnelendiği yer. Geçen ay, 120'den fazla Suriye polisi, Cisr-eş Şugur kasabası sınırında vurularak öldürüldü. Bu sıradan insanlar tarafından yürütülemeyecek profesyonellikte planlanmış askeri bir operasyondu. İsrailli komando birlikleri bu saldırıya dahil miydi? Peki, Türkiye nasıl bir motivasyonla Siyonist İsrail'i sevenlerin ve Suudi Arabistan'ın dahil olduğu Suriye karşıtı cepheye katıldı? Geçen sene, İsrail Mayıs 2010'da uluslararası sularda Mavi Marmara'ya saldırdığında, uluslararası kampanyanın merkezi olan Türk yardım konvoyu bu yıl uluslararası filoya katılmadı. Türk birliğinin, içlerinde Kanada'dan Gazze'ye doğru yola çıkan Tahrir gemisinin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen barış eylemcilerine katılmaktan geri durmasına yol açan gerçek neden nedir?
Halkların, hakları ve onuru için yaptıkları mücadele, onların kökenlerine ve bölgelerine bakılmaksızın her yerde desteklenmeli; fakat Seyyid Ali Hamaney, İran İslam Cumhuriyetinin rehberi olarak, 4 Haziran'da yaptığı konuşmasında bütün gruplara destek olunmaması gerektiğine işaret etti. Hamaney, Ayetullah Humeyni için düzenlenen anma töreninde konuştu ve 4 temel ilkeyi ana hatlarıyla ortaya koydu. İslami, kitlesel ve ABD karşıtı her hareketin, İran tarafından destekleneceğini söyledi ve İran'ın, Siyonist İsrail ve ABD destekli hiçbir hareketi desteklemeyeceğini belirterek 4. temel ilkeyi de ekledi. "ABD ve İsrail 'den Müslümanlar'a dost olamayacağını bütün Müslümanlar'ın bilmesi gerekir. Bu hususu kanıtlamak için bol bol yetecek kadar delil var. Bundan farklı düşünen herhangi bir Müslüman, ya tecrübesizdir yahut da Batı'nın ücretli bir ajanıdır" dedi...
Washington, Tel Aviv ve Riyad gibi rejimlerle ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda Suriye'de Esed karşıtı hareketlere öncülük edenler, nerde durduklarını açıklamak zorundadırlar. Bu tür unsurların, hareketi, bir mezhep bölünmesi gibi yansıtmaya çalışması sürpriz değil; Suudi emirler, ümmeti bölmek için neredeyse her zaman bu kartı kulanmış. Müslümanlar uyanıp, hazırlanmakta olanın ne olduğunu anlayarak hiç kimsenin sağ salim çıkamayacağı bir mezhep bataklığına doğru çekildiklerini fark edecekler mi? Dahası, Müslümanlar Suriye karşıtı ABD-Siyonist-Suudi-Lübnan ve Ürdün ittifakına katılmak ister mi? Böylece Siyonist İsrail'i korumak için Hizbullah'ın stratejik ilerlemeleri ve Filistin halkı tamamen ortadan kaldırılmış olur.
Batı medya şirketleri veya kabile malı olan 'Al-Jazeera' medyası, izleyenlerine ve okuyucularına Suriye ayaklanmasında 'daha fazlasını' ve 'doğruyu' bilmeleri için izin veriyor. Doğru sonuca ulaşmak için düzgün bir şekilde bilgilendirmek önemlidir!"