“Arap Baharı”ndan 10 yıl Sonra
Bu sonuçlar, siyaset biliminde Lenin'e atfedilen eski bir kuralı kanıtladı: “devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz”. ABD rejiminin “Arap Baharı”nda ve sonrasında istifade ettiği hareketler, hem laik hem de İslamcı akımlara sızabilmişti.
Al Mayadeen
Julia Kassem
Arap Dünyasındaki son on yıla, Arap bilincinin "uyanışı" olarak görülen ve “Arap Baharı” olarak tanımlanan hükümet karşıtı protestolar damgasını vurdu.
Kemer sıkma politikaları ve ABD destekli Mübarek ve Bin Ali diktatörlüklerinden hoşnutsuzluk, 2011 yılının başında sırasıyla Mısır ve Tunus'ta ilk protesto dalgasını başlattı ve bunlar orman yangını gibi Bahreyn'e, Suriye ve Libya'ya yayıldı.
Bin Ali'nin veya Mübarek'in tahttan indirilmesinin, pek çok Mısırlı ve Arap genç için toplumsal ve siyasi değişim doğrultusundaki müspet gelişmeler olduğuna elbette itiraz edilemez. İlk kez sosyal örgütler kuruldu, taban kaynaklı hareketlenmeler ana akım haline geldi ve birçok siyasi mahkûm serbest bırakıldı. Ancak Müslüman Kardeşler'in Mısır'daki ve bir dereceye kadar Yemen'deki geçici zaferleri bir yana, 2011'den sonraki yerel hadiseler, ABD ve "İsrail"in Batı Asya ve Kuzey Afrika'daki emellerini daha da ileriye taşıması için bir fırsat sağladı.
Algoritmik Yumuşak Savaş
Mısır hareketi, katılımcılarının örgütlenmek için Facebook ve Twitter'ı kullanmaları nedeniyle selamlandı. Ancak ABD'nin sosyal medya rejim değişikliğine öncülük etmesi göz önüne alındığında, 2011 başlarında Mısır'da başlayan olaylarda parmağı bulunanın Arap gençliğinden fazlası olduğu da açıktır.
Arap Baharı, Batılı güçlerin Arap gençliğinin söylemini, enerjisini ve hayal kırıklığını kanalize etmesini ve şekillendirmesini sağlayan algoritmalar ve veriler aracılığıyla, hareketleri manipüle etmede kullandığı bir başka deneyi idi. Washington'un, 70’ler ve 80’lerde sağcı güçlü adamları destekleme konusundaki fikir birliği stratejisinin modası geçmişti. Ama devleti tamamen ortadan kaldırıp bu parçalanmadan yararlanmak ve ikincil bir amaç olarak “renkli devrim”i kolaylaştırmak yeni stratejiydi. USAID, 2009'da İran'ın sözde “Yeşil Devrimi”nin sonuçları ve enerjisi üzerine bir politik belge kaleme almıştı. Orijinal bir Twitter devrimi olarak adlandırılan İran deneyi, algoritmaların kitlesel manipülasyonunu tekrarlamak için yeterli zemini sağladı. USAID böylece ertesi yıl 2010'da bir Küba “Twitter”ı veya “ZunZuneo” yaratacak çerçeveyi edinmişti. Twitter benzerliği, Kübalıları, Küba hükümetini devirmek amacıyla hükümet karşıtı çeteler örgütlemeye teşvik etti.
Kapitalist Amerikan yayını Economist'in 2017 tarihli bir makalesinde dediği gibi, "veriler (data) yeni petroldür." Veriler daha 2009 yılında bile, geçmişin petrolü gibi, Arap dünyasındaki Batı merkezli rejim değişikliklerini kışkırtan yeni bir kaynağı temsil ediyordu. Aslında, bu sözde “Twitter devrimleri”, gerçek devrimin koşullarını güçlendirmek yerine altüst edip manipüle etmek için kitle tepkisinden yararlanan platformun adını almıştı.
Twitter, tesadüfen kendini kötü bir şekilde kullanılmış bulan tarafsız bir platformdan ziyade, faydalı bir siyasi veri madenciliği deneyiydi. Arap gençliği arasında hiç sevilmeyen ve Batı'ya faydalarını da yitiren komprador liderler olan Sisi ve Bin Ali’nin rejimleri, Libya ve nihayetinde Suriye ile İran gibi ABD'ye düşman hükümetleri devirmeyi denemek için mükemmel bir test alanı sundu.
ABD tepkisi
"İsrail" Mursi karşıtı 2013 askeri darbesine destek verdi ve Abddülfettah el-Sisi yönetiminde, Suudi ve İsrail dostu yeni bir rejimin doğmasına yol açtı. Ardından, bir Obama uşağı olan Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, aynı sonucu Suriye'de tekrarlamak için çalışan aşırılık yanlısı isyancıların yardımıyla Libya hükümetini devirme emirlerini yerine getirdi. Bu arada, Suudi Arabistan, Bahreyn ve 2014 öncesi Yemen'in despotik ABD destekli rejimleri, mitinglere ve değişim talep eden hareketlere rağmen rejim değişikliğinde ve hükümet devrilmesinde aynı ivmeyi yaşamadı.
Bu sonuçlar, siyaset biliminde Lenin'e atfedilen eski bir kuralı kanıtladı: “devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz”. ABD rejiminin “Arap Baharı”nda ve sonrasında istifade ettiği hareketler, hem laik hem de İslamcı akımlara sızabilmişti. Mısır'da laik gençlik, Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesini kutlamak için askeri helikopterleri yeşil lazer ışıklarıyla aydınlattı. Siyasi adaletin bir ön koşulu olarak anti-emperyalizm ve ulusal egemenliğe dayanan daha yerleşik hareketlere sahip ülkelerin sesi, Batı basınında, dağınık kitle hareketlerine nispeten çok daha az duyuldu. Örneğin, Bahreyn'in ana sendikası ve muhalefetteki en büyük siyasi partisi olan Al-Wefaq, önceki beş yıl boyunca Bahreyn parlamentosunda en büyük sandalyeye sahipti. Genel grevler düzenledi ve Halife klanı karşıtı protestoları destekledi. Buna karşılık olarak protestoculara, sivil toplum kuruluşlarına ve halk tarafından temsil edilen siyasi partilere uygulanan acımasız baskı günümüze dek sürdü.
Bahreyn'in temsil ve demokrasi için örgütlü ve popüler mücadelesi, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı tarafından aynı timsah gözyaşlarıyla mı karşılandı? Batı medyası tarafından tam bir sessizlikle karşılanmakla kalmadı, Amerikan Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen bir toplantıda, Bahreyn Kralına ve Suudi Kralı Salman'a destek vererek ABD'nin demokrasi yerine askeri üslerine bağlı olduğunu gösterdi.
ABD, 2011'den sonra Suriye'de gerçekte ne bir halk ayaklanması olan ne de herhangi bir güvenilir örgüt tarafından desteklenen 'devrim'e desteğini ifade etmeyi tercih etti. Batı, Suriye'deki huzursuzluğu, Lübnan ve Filistin Direnişi ile Suriye arasındaki bağları neoliberalleştirmek ve kesmek amaçlı militarist bir kampanya olarak değil de, bir halk ya da işçi sınıfı hareketi şeklinde tanımladı. Suriye Sendikalar Genel Federasyonu hükümeti desteklerken; AB ve NATO destekli 'örgütlü muhalefet', yani İstanbul- Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu 2011 yılında harekete geçti.
Ulusal özgürlük üzerindeki bireysel özgürlükler söylemi, 2011'deki ayaklanmanın motivasyonlarını ve 2019'un sonlarında Lübnan ve Irak'taki Renkli Devrimlerin çerçevesini çizen Batı fırçasıydı. 2011'de olduğu gibi, haklı kitlesel isyanı doğuran sosyal ve ekonomik huzursuzluk, Batı'nın her iki hükümetteki (sırasıyla Hizbullah ve Haşdi Şabi) egemen unsurlara karşı harekete geçmek için örgütlenme eksikliğinden hızla yararlanmasıyla düşüşe geçti. Politik veri madenciliği ve hashtag yayılımı için Twitter kullanımı yeniden su yüzüne çıktı. Veri bilimcisi Mark Owen Jones, Lübnan ayaklanması hakkında tweet atan 2.297 sahte Twitter hesabının %35'inin Suudi Arabistan'dan geldiğini tespit etmişti. Protestoların başlamasından bir aydan fazla bir süre önce, Eylül 2019'da bu sahte hesapların sayısında önemli bir artış meydana gelmişti.
Geriye mi gidiyoruz?
“Arap Baharı”nın başlamasından on yıl sonra, Arap ülkeleri, 10 yıl öncesine göre tartışmasız biçimde daha kötü durumdalar. Mısır'da 2015'te nüfusun dörtte birinden fazlası yoksulken, bu oran 2018'de üçte birin üzerine çıktı. “Ekonomik reformlar” giderek daha eşitsiz kârlara yol açıyor. Libya bir zamanlar Afrika kıtasının en yüksek yaşam standardına sahip ülkesi idi ve şimdi NATO tarafından bir açık hava köle pazarına dönüştürüldü. Arap Baharı'nın tek kurtarılabilir sonucu olarak hem Doğu hem de Batı tarafından selamlanan Tunus bile, hem şehir varoşları hem de kırsal alanlarda artan işsizlik ve yoksulluktan büyük zarar gördü. Temel olarak Suudi Arabistan'ın Yemen'deki savaşı, ABD'nin Suriye ve Irak'taki derin müdahalesi, yerleşke genişlemeleri ve Siyonist varlığın Filistinlilere yönelik saldırıları, Körfez ile Batı'nın ekonomik ve yanı sıra askeri saldırılarının bölgesel etkilerinin teşvik ettiği jeopolitik düşmanlıklar ve çatışmalar bölgede çoğaldı…
Çeviri: Medya Şafak