Halil İbrahim Küçük
Suudi Amerika
Aynı zamanda yazı başlığı olan sorunun cevabını her hangi bir atlasta bulmaya kalkışılamayacağını biliyoruz. O halde nerede aramak gerek bu coğrafyayı? "Başım ağrısa, çaresini Kur'an'da bulacağımı ümit ederim" der Hz. Ali(r.a) efendimiz. Böylelikle "ilmin kapısı" meselelerin çözümü, sıkıntıların halli için önce Kur'an'a bakılmasını mü'minlere tembih eder. Kur'an bir meseleye ya çözüm getirecektir yada çözümün bulunacağı adresi gösterecektir. Kur'an'ın gösterdiği ilk adreste "ilmin şehri" olan Resulullah(s.a.v)'dir. Şifrecilere rakamlardan başka bir şey vermeyen Kur'an, tarihçilere de tarihten başka bir şey vermezken "Muttakilere bir yol göstericidir". Bitirilemeyen ve bıkılmayan Kelamullah, teşhis ve tedavide; bireysel, toplumsal ve evrensel olarak tüm sıkıntıların devasını içinde barındıran bir eczane misali süreklilik ihtiva eder ki, en uzaktan en yakına, en büyükten en küçüğe kadar tüm cereyanlara kılavuzluk eder. Bu manada "Suudi Amerika"yı Kur'an da nasıl bulacağız, ve niçin bulacağız?
Filistin ve Lübnan'da habis beden ve ruhlarıyla masum kanı akıtan İsrail'in G-8 ülkeleri ve ABD uşağı tüm dalkavuklar tarafından takdire uğraması Kur'an çerçevesinde yeri belli olan bir şeydir. Küfür ve zulüm tarlasında yetişmiş kan ve göz yaşı ile beslenmiş şeytanın dostları ve çocuklarının neredeliği ayan beyan ortadadır. İlginç olan; İsrail'in cinayetlerine müsebbip olarak Suudi hükümeti, Lübnan Hizbullah'ını ve İran İslam Cumhuriyetini göstermesidir. Böyle bir açıklama nereden gelmiştir sorusunu coğrafya ilmindeki bilgileri kullanarak cevaplamaya kalkışmak safdillik olacaktır. Çünkü resmî açıklamanın yapıldığı nokta Suud hükümeti binası olsa da ağız ABD ağzı, nefes kokusu ise İsrail kokusudur.
Zalimin zulmünü görmezden gelen bu mantığı Kur'an da aramaya kalkarsak karşımıza bir çok kapı açılacaktır. En anlaşılırlık ve kestirmelik bağlamından ilerlersek evvelde karşımıza üç kapı çıkacaktır. Bu üç kapı "Suudi Amerika"nın neredeliğini, Kur'an'ın manevi koordinatları, deşifre edecektir. Aralanacak kapılardan;
Birincisi: Kâbe-i Şerif'in yanı başında konumlanma nimetine sahip olmak, Mescid-i Nebevi'ye günün imkanlarıyla bir solukluk mesafede olmak, o mübarek beldelerin işletme ve idaresini yapmak, Peygamber(s.a.v) ve Ashabı'nın ayak izlerinde dolaşabilmek ve bununla birlikte nice dünyevi servet ve rızka sahip olmaklığına rağmen zalim zulmüne gözleri kapamak. Kâbe' nin gözüktüğü saraydan Filistin'deki parçalanmış bebekleri görmemek nasıl bir şeydir? Irak'ta zulmün sınırlarını dahi aşan ABD askerlerini Suud topraklarında barındırmak, hem hacılara hem Amerikalılar'a hizmetkar olmanın adresi Kur'an da nerededir? Kur'an da bu mesele; "Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun! Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki: "küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"(Bakara 125,126) Ayet-i Kerimelerinde gizlidir. İbrahim(a.s) ve İsmail(a.s)'ın dualarına karşılık Allah-u Teâla zalimleri ve kafirleri de geçici bir süre bu mübarek beldede rızıklandıracağını vahyeder. Evet Sünnetullah'ta bu böyledir. Ebu Cehil ve dostları da Kâbe'ye hizmetkarlık yapmıştır. Onlarda Mekke'nin iktisadi bolluğundan istifade etmişlerdir. Ama "geçici bir süre" kaydıyla.
Kâbe'nin yanı başında olmak bol nimetlerle rızıklandırılmak kimseyi zalimlikten emin etmeyecektir. Mes cid-i Haram'a ve Mescid-i Nebevi'ye rağmen mü'minlere yapılan zulmün faturasını yine mü'minlere kesen bir hükümet coğrafi olarak Suudi Arabistan olsa da potansiyel olarak Suudi Amerika'dır.
Yer tespitinde ikinci kapı: konuyla ilgili Kur'an da karşımıza çıkan ikinci mahal Leheb suresi olacaktır. Malumdur ki; Ebu Leheb, Peygamber(s.a.v)'in amcası olmakla birlikte Mekke'nin üst düzey itibarlılarındandır. Aynı zamanda bölgenin dört aşırı zengininden biridir. Resulullah(s.a.v)'e müşrikler eziyet etmeye başlayınca Resulullah (s.a .v)'in mü'min olmayan akrabaları Arab örfüne binaen Resulullah (s.a. v)'e ve Ashabına arka çıkmışlardı. Ama Ebu Leheb, Resulullah (s.a.v) 'in en yakını olmasına rağmen sıkı sıkıya bağlı olduğu atalarının dinine de ihanet ederek Resulullah(s.a.v)'e arka çıkmak şöyle dursun bizzat Resulullah(s.a.v)'e olmadık eziyetlerde baş çekmiştir. Serveti ve ailesiyle birlikte mü'minlere yapılan eziyette baş rol oynamıştır. Sonrasında ise Leheb suresiyle kahra uğramış heder olup gitmiştir. İşte "Suudi Amerika"nın bulunduğu yerde burasıdır. Hem İslam'ın gereği, hem örfün gereği hem de insanlığın gereği İsrail'in zulmüne zulümdür demek vucubiyetini terk etmek kahrın davetiyesini çıkarmaktır.
Suud müslümansa İsrail Müslüman katletmektedir. Eğer Suud Arabsa, İsrail, Arab öldürmektedir. Yok eğer Suud insansa, İsrail insan canına kastetmektedir. Hangi gerekçe ile mazlum zulmün müsebbibi olabilmektedir. Zalime karşı mazlumun direnmesi suç mudur? Cinayetlerin sebebini Allah için mücadele ve mücahede eden mazlum yiğitlere bağlamak hangi ölçünün neticesidir. O zaman adama sormazlar mı: Bedir, Uhud, Hendek gibi savaşlarda akıtılan kanların sebebi Resulullah(s.a.v) midir? Yada sorumlu olan, Resulullah(s.a.v)'i bizlere elçi gönderen, zulme kıyamı, cihadı, nefsi müdafayı farz kılan Allah-u Teâla mıdır? (Haşa!) zulmün tek müsebbibi vardır, o da; Zalimin kendisidir. Servetinin bolluğuyla, kendince Kureyş'ten olma kıvancıyla yaşayan Suud hem dine, hem örfe, hem insanlığa aykırı davranmakla Leheb Suresi'nin hararetli gölgesinde gezinmektedir.
Yer tespitinde üçüncü kapı: Mekke ve Medine mü'minlerin iki mübarek beldesidir. Bu beldelerin mübarekliği sadece tarihsel misyonundan ibaret olmayıp aynı zamanda dini inançların bazılarının yerine getirildiği yer olmasındandır. Yani bu iki beldeye yapılan ziyaretler keyfi olmayıp dini bir gerekliliktir. Hal böyle olunca da Mekke ve Medine kimsenin mülkünde yada sınırları dahilinde kalabilen bir toprak parçası değildir. Bu yüzden de sınır üstü olması gerekir. Kâbe'nin şubeleri olan yer yüzündeki mescitlerde böyle olmalıdır. Allah-u Teâla'ya ait bir evin mü'minler tarafından Allah adına kaim tutulması gerekir. Bu iki belde ile şubeleri mü'min halklar nezdinde kıymet ve saygınlık ihtiva etmesi, toplumsal yöneliş ve gündem oluşturmada birincil rol oynaması hasebiyle Firavni sistemler siyasetlerinde önemli bir oranda bu beldeleri hesaba katarlar. Kur'an da bizlere anlatılan Firavun'un siyaset metodunda "din adamı" faktörü dört esastan birini oluşturur. Firavun için askeri güç olarak Haman'ı, iktisadi yapıda Karunları, toplumu yönlendirme ve sistemi kutsamada medyatik güç olarak büyücü ve sihirbazları kullandığını biliyoruz. Vahy dinine ve mensuplarına karşıda satılmış din adamı kimliği ile Belam bin Baurayı kullandığını biliyoruz. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Kur'an daki şahıslar tarihsel kimlik olmakla birlikte aynı zamanda sembolik birer şahsiyettirler. Bu kısa izahtan sonra "Suudi Amerika'nın yeri nerededir sorusunun cevabına gelince:
Küresel Firavuni sistem oluşturma gayretinde olan Yahudi ve Hıristiyan birlikteliği olan Envangalist mantık 20. Yüzyılda İslam ülkelerine bölgesel anlamda birer Firavun temsilciliği atamıştır. Bölgesel anlamda birer Firavun elçiliği olan rejimlerin küresel anlamda da başka bir misyonu olabilecektir. Bu bölgenin önemine göre şekillenecektir. 20. Yüzyıl başlarında İngiliz güdümünde olan Firavuni şekillere yüzyıl sonlarında ABD ve İsrail güdümüne devretmiştir. Mekke ve Medine de konuşlandırılmış, Suud sistemi bölgesel anlamda çeşitli icatlar yapsa da asıl vazifesi küresel anlamda ehemmiyet kazanacaktır. İşte, "Suudi Amerika'nın" yeri buradadır. Çağdaş Firavunların çağdaş Belamlar olarak kullandığı ve kurumlaştırdığı Belamiyet işleri teşkilatları olduğunu biliyoruz. Küresel Firavuni sistemde Suud'a biçilen rol de küresel belamiyet cübbesidir. Mescid-i Haramı ve Mescid-i Nebevi'yi (hafazallah) Mesci-i Dırar haline dönüştürmek isteyen işgalci mantık Suud sayesinde Hacc ibadetini namaz, niyaz ve boğazdan başka bir şey olmayan bir geziye dönüştürdüler. Şeytan taşlayan hacılara günün Büyük Şeytanı Amerika olduğunu unutturmaya çalıştı. İhramda sağ pazuların İsrail'e gösterildiği hiç akla getirilmedi. Haceru'ul Esved'i istilam etmenin bir nevi üçüncü Akabe biatı olduğundan hiç bahsedilmedi. Neydi O İbrahim(as)'ın boğazladığı, Filistinli bir çocuk muydu yoksa; kurban oluşu Rahmana teslimiyet ifade eden zalimlerden olmamanın bedensel ve ruhsal sunumumuydu İsmail(as).
Halklar birazcık cahillikten silkelenmeye başlayınca çağdaş firavunlar akademisyen kimliklerle belamiyet teşkilatlarını beslerler. Küresel anlamda Türkiyeye biçilen görev de Suud'un ki ile ilişiktir. Küresel diyanet Suud'u, küresel ilahiyat olarak da Türkiye'yi kullanmak isteyen yeni dünya düzencileri İslam halklarına da bu iki modeli tavsiye etmektedir. "İstediğiniz Radikal İslam ise Suud gibi olun. Yok eğer Ilımlı İslam ise Türkiye gibi olun". Demokrasi götürme adına Irak'ı işgal eden ABD uçakları demokrasi olmayan Suud'dan kalkış yaparken oyunun düzmeceliği ne kadar da ortadadır. Niçin Suud'a demokrasi götürmezler? Çünkü o zaman Suud halkı da söz sahibi olursa belamiyet sistemi tıkanacaktır. Niçin başörtüsü konusunda Türkiye'ye demokrasi(!) gelmez?
Çağdaş firavunlar İslam halklarına iki model sunsa da Hasib olan Allah(cc)'ın takdirinde cereyan eden olaylar İslam halklarına iki model çizmiştir. Hem de Firavunların gözleri önünde tekamüle erebilmiştir bu iki model. Hamas ve Hizbullah modeli. Hamas'ın vardığı yer göstermiştir ki; yıllardır Müslümanları avuttukları demokrasi putu vakti gelince putperestler tarafından yenilip yutulmuştur. Tıpkı helvadan yapılıp acıkınca yenilen cahiliye putları gibi. Lübnan Hizbullah'ı ise İslam halklarına zalime dur diyebilmek, İslam'ı ayakta tutmak için geçmişlerin kıssalarını anlatmak yerine güç ve tekniğin elde edilmesinin elzemiyetini öğretmiştir. Çünkü; geçmişlerin kıssalarında uçaksız insanlar uçuşurken teknik ve bilgiyi Rahman'ın rızasına uygun kullanınca kıt imkanlarla dahi insansız uçaklar zalime had bildirebiliyor. İslam halkları Hamas ve Hizbullah'tan Şii Sünni kavgasını gerçekte bir entrikanın sonucu olduğunu da öğretmiştir. İmamet şiiliği ve hilafet suniliği İsraile karşı tek yürek olurken saltanat suniliği ve saltanat şiiliği küresel firavunların ekmeğine yağ sürmeye devam etmektedirler. Rasulullah(sav)'in ve Ehlibeyti'nin yolcuları hep birlikte ebabil olmuştur, çağdaş Ebrehelere. Filistin'de atılan taşı Beyrut'ta füzeye dönüştüren Rahman'a hamd olsun.
Yer tespiti konusunun maksada ulaştığını umud ederek yazımızın sonunda Suud'a son bir hatırlatma yapalım istedik. Kabe'nin yanı başında, Kıble ve Rabb konusunda ikileme düşen Suud'a meşhur bir sure-i şerifi hatırlatıyorum Suud bu sureyi anadiliyle bilir zaten. Muazzam kıraatiyle Kabe imamları okurken saraylarından dinledikleri sureyi mealen aktarıyoruz.
"Kureyş'in ilâfı için. Kış ve yaz seferlerinde (faydalandıkları andlaşmaların) kadrini bilmiş olmaları için. Bu Beyt (Kâbe)nin Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan kurtararak beslemiştir ve her tehlikeye karşı onlara emniyet vermiştir." (Kureyş 1-2-3-4)
vuslat(ARŞİV)