Ayetullah Mutaharri:Kur'an ve Fıtrat
Araştırmamızın konusu fıtrat... Fıtrat felsefesi bir konudur. Çünkü felsefenin en önemli üç konusu; Allah varlık âlemi ve insandır.
Kur'an ve Sünnette fıtrat konusuna büyük bir önem verilmiştir. Bu, insana mahsus özellikler ihtiva etmesinden dolayıdır. Kur'an ve Sünnet, insanın bir fıtratı olduğunu bildirmektedir. Öncelikle bu kelimenin tarihini ve manasını araştırmamız gerekiyor. Acaba bu kelime Kur'an'da zikredilmeden önce insanlık tarafından özel olarak kullanıldı mı? Elimizde ki deliller bu kelimenin Kur'an'da zikredilmeden önce hiç kimse tarafından kullanılmadığını göstermektedir.
Araştırmamız gereken başka bir nokta da insanın doğuştan gelen fikirlere sahip olup olmadığıdır.
Üçüncü konumuz ise, dim hakkında olacak. Acaba din, fıtri midir ve din edinmek insanda fıtri bir olaymıdır? Bu, bizi insanın tüm yönlerini kapsayan geniş bir ilmi araştırmaya yönlendiriyor. Şüphesiz bu araştırmanın içinde yeni bölümler ve şubeler ortaya çıkacaktır. Eğitim ve öğretim konuları bu kısama girer. Eğer insanda fıtrattan gelen bir şeyler varsa, eğitim ve öğretim konularının bu fıtri durumlara uyum içerisinde olması gerekir.
Burada kullandığımız terbiye kelimesi biz bilsek de bilmesek de bu esas üzerine bina edilmiştir. Zira terbiye, bir şeyin rüşdü ve gelişip büyümesi için o şey üzerinde çalışmak demektir. Bu da bir kısım hazırlıklara dayanarak gerçekleşir. Günümüz tabiriyle bu, insanda bir takım yeterli özelliklerin bulunmamasını gerektirir.Yani terbiye, "yapma" işini ifade etmesinden dolayı, zanaatta istediği herşeyin yapımına çalışır.İstediği şeyin yapımında gerekli olan her maddeyi toplar.Bunu yaparken de bu yaptığı yeni eşyanın, elinde topladığı bu maddelerin asli mükemmellik ve noksanlığına tesir edeceğine dikkst etmez.Onun tek ehemmiyet verdiği konu istediği şeyi oluşturmaktır.Bu madde ister eksilsin ister artsın.
Mesela bir marangoz veye mimar, bir şeyi yaptığında hedefinin gerçekleşmesi için çabalar. Demir, çimento ve bundan başak ihtiyaç duyduğu şeyleri hazırlar. Bu maddelerin yapılmasında, geliştirilmesinde, eksikliklerinin tamamlanmasında kendisinin hiç bir fonksiyonu yoktur. Çünkü bu konular kendisinin yapmayı istediği işin içine girmez. Hatta bazen bu maddelerin bütünlüğünü bozması gerekir.
Ancak bu durum çiftçiye nisbetle daha farklı olur. Çiftçi, maddi bir hedefe doğru yürüyor olmasına rağmen, ekmek istediğin şeyin terbiyesini yapmak zorundadır. Her bitkinin tabiatına itibar etmesi gerekir. Çiftçi, bitkinin olgunluk merhalesine ulaşıncaya kadar gerekli olan şartları ve bitkilerin terbiye yollarını bilir ve üretmeye çalışır. Bitkinin yaratıldığı tabiatı üzerine peyderpey gelişmesine dikkat eder. İşte o zaman hedefine ulaşmış olur.
İnsan iki tabiat üzere terbiye edebilir. Birincisi, eşyanın oluşumu gibi bir terbiye; yani yapıcı, yapısında hedeflediği yönlerden başka bir yönü göz önünde bulundurmaz. Hedefine kavuşmak için istediği gibi şekillendirir onu. Bu insan, ister kamil bir insan olsun isterse nakıs, hedefinin gerçekleşmesine bakar.
Koyun yetiştiricisi örneği bunun gibidir. O koyunları, bazen de insanlar için yetiştirir. Koçu damızlık olsun diye koyun için yetiştirdiğinde koç ihsa (1) etmesi doğru bir olaymıdır? Elbette ki hayır. Biz koça ihsa ile eziyet etmekle beraber onu eksik de kılıyoruz. Yani kemale ulaşması için kendinde olması gereken bazı tabii ve cismi sistemlerinden ayırıyoruz onu. Zira biz, onu ilgilendirmeyen, bize has menfaatlerimiz için yetiştirdiğimizde onun eksik veya eksiksiz olması bizi ilgilendirmez. Çünkü biz onu etinin artması, semizleşmesi için yetiştiriyoruz. Dolayısıyla da ihsa'sını tereddütsüz yapıyoruz.
Durum insanın kendisi içinde böyledir. Toplumun önderliğine soyunanlar insanı bu tabakanın istediği hedeflere ulaşması için ve önem verdikleri şeyin uygulanmasına güç yetirecek biçimde şekillendirmek isterler. Kendilerinin tabiriyle de topluma en faydalı olacak şekilde... Toplumun kemali ve bireyin kemali arasında zıtlık oluşumu bahsinde bu konuya deyineceğiz ve bu zıtlığın nasıl oluşmayacağını isbat edeceğiz. Mesela, toplumun, askeri bir terbiyeyle yetişmiş, kural ve düzene titizlikle uyan kişilere, emirleri itirazsız ve hatta hiç düşünmeden yerine getiren fertlere ihtiyaç duyduğunu söylerler.
Ama bir insan fikri asaletini, fikir hürriyetini muhafaza etmek istediğinde veya İnsani yönelişleri olduğunda bu şahsın hayatı istenen bu askeri yaşantıya faydalı değildir. Hemen o adamın topluma faydalı olmadığını söylerler. Onlara göre topluma faydalı olanlar düşünmeyen, yöneliş ve meyilleri bulunmayan, kendisine bir bomba verilip bir şehre atması istenildiğinde, bu beldedeki şehir sakinlerini düşünmeyen, bu şehir sakinlerinin ne günahı olduğunu sorgulamayan tiplerdir.
Bu örnek, daha çok otlayıp semizlemesi için ihsa edilen tekenin misali gibidir. Onlar, insanda ki teyamül ve insaniyet damarlarını kesiyorlar. Onu, istiklalini, fikir hürriyetini ve tüm iradesini kaybetmiş bir şekle çeviriyorlar. İşte o zaman kendilerinin istediği gibi bir topluma faydalı biri oluyor.
Ancak bu, terbiyenin asıl içeriğiyle kullanılmamasıdır. Doğru terbiye insanın özelliklerini ve tabii kabiliyetlerini taahhüt altına alır. Eğer bir insan akli ve fikri bir kabiliyet, hakikati arama özelliği varsa, bu kabiliyetlerin geliştirilmesi gerekir, yok edilmesi değil.
Fıtratın özellikle terbiyeyle yakın bir ilişkisi vardır.Bunu ileride tekrar inceleyeceğiz.Diğer bir mesele de tarih ve tarihin konusudur.Biz eğer fıtratın varlığını kabulleniyorsak, tarihin gelişimini bunun ışığında açıklamamız gerekir.
FITRAT
Lügatte Fıtrat
"Yüzünü Allah'ın fıtratına çevir ki, insanları o fıtrat üzere yaratmıştır." (Rum, 30)
"Hayır" dedi, "sizin Rabbiniz yerin ve göklerin Rabbi olup onları yaratandır.(fatır edendir)." (Enbiya,56)
"Gerçek şu ki, ben yüzümü, yeri ve gökleri yaratan (fatır edene) çevirdim." (En'am, 79)
"Gök infitar ettiği (çatlayıp, yarıldığı) zaman." (infitar,1)
Bu nedenle gök bile gök bile infitar etmiş (çatlayıp, yarılmış), O'nun va'di gerçekleştirilip yerine getirilmiştir." (Müzemmil,18)
Fıtrat kelimesi, zikredilen ayetlerde de görüldüğü gibi, çoğunlukla yaratma (halketme) ve ibdayı (icad etme), yani yaratılış ve icad edilişi ifade eder. Zaten "yaratma" sözcüğüde yoktan var etme manasını, yani ibdayı içerir.Ama bu kelime Kur'an'da bu sigada fi' letun vezniyle sadece bir ayette zikredilmiştir.
"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen bir hanif olarak dine (yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata) çevir. Allah'ın yaratışında hiçbir değiştirme yoktur." (Rum, 30)
Arap dilinde fi'letun vezni, fiilin durumunu vetürünü ifade aden mastar veznidir Eğer biz 'fa'latün' vezni ile 'celsetün' bu sayı olarak tek bir oturuşu ifade eder. fakat 'fi'latün' vezniyle 'cilsetün' dersek bu oturuşun durumunu ifade eder.
Örneğin: 'Celestu, cilsete 'Zeydin' dediğimizde 'Zeydin oturuş şekliyle oturdum' demiş oluruz. Bu cümledeki 'cilsetun' sözcüğü, Zeydin'in oturuş şekliyle oturulduğunu ifade eder.
O halde fıtrat kelimesi insanın durumu ve dinle alakasını ifade etmektedir."Yüzünü Allah insanları fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir" ayeti, insanın üzerine yaratıldığı şekli ifade etmektedir. Yani Allah-u Teala, insanı özel bir konumda yaratmıştır. İnsana kazandırılan bu özellikler de onun fıtratıdır.Kur'an'la hadis kavramlarını-özellikle de hadis- içeren muteber kitaplardan biri de İbnü'l- Esir'in en- Nihaye'sidir.Ragıb el- İsfehanı'nın Kur'an'da kullanılan kavramların köklerine ulaşmaya çalışan "Müfredat" kitabı da bu müteber kaitaplardan biridir."En -Nihaye" ise özellikle hadislerde geçen kelimeleri titizlikle inceleyip açıklamaktadır.İbnü'l-Esir "Nihaye"sinde "her doğan fıtrat üzere doğar" hadisini zikrederken, fıtrat kelimesini şöyle açıklar:
"Fıtr, peyda etmek ve icad etmektir. Yani yaratmaktır. Fıtrat ise, o icad ve peydanın halidir."O halde fıtr, taklidiliğin tersine yeni bir şeyle gelmektir. Öyle ise Allah-u Teâlâ "fatır" ve yoktan var edici, insan ise taklitçidir. Evet insan icad ettiğinde bile taklitçidir. İnsan icadları taklidi unsurları ihtiva eder. İnsan, tabiattan bir örnek alır; onun taslağını çizer ve ona benzeyen o şeyi meydana getirir. İnsan icad ediyor ve meydana getiriyor, çünkü kendisinde bu güç var. Ama bunu yaparken tabiata ve tabiatta ki maddelere dayanıp onları esas almak zorundadır.
Mearifü'l-İslami, Nehcü'l-Belağa ve onların dışındaki kitaplarda Allah'ın yarattığı şeylerde taklid etmediğine ve onun icadından önce hiç bir icadın olmadığına dair kesin bilgiler var.Öyle ise Allah'ın insanları üzerine yarattığı fıtrat taklidi değildir ve ondan önce gerçekleşmiş hiç bir işe benzemez.işte bundan dolayı "Fıtrat" icat ve peyda etmenin, bir çeşit oturmak ve bir çeşit binmek kelimeleri gibi halidir.Yani fıtrat yaratılışın bölümlerinden özel bir bölümdür ve muayyen bir durumdur demektedir, İbnü'l-Esir.Bu tafsilatları zikrediyorum ki, okuyucu açıklayacağım şeylerin güvenilir kişiler tarafından da söylendiği gibi doğru manalara dayandığını görsün.O halde "İnsan bir cibillet ve micaz üzere doğar, dini kabule hazır bir haldedir.Eğer onu terketse ona ihtiyacı sürüp gidecektir."Ama sonra ona dış amiller etki eder.Sonra şöyle diyor İbnü'l-Esir:"Fıtrat kelimesi hadislerde çokça geçmektedir."Mesela, (İbnü'l-Esir, hadisintümünü vermiyor ama manasını zikrediyor.) "Kim muayyen bir günah işlerse Muhammed'in (s.a.v.) fıtratı dışında bir bir fıtrat üzere ölür." Fıtrat buradada din manasında kullanılmaktadır. Yani Hz.Muhammed'in (s.a.v.) dini dışında bir din üzere ölür.
İbnü'l-Esir, İmam Ali (r)'den gelen şöyle bir ifade zikreder."Kalplerin Cebbarı olan Allah, kalplerin fıtratları üzerindedir."Bu sözden de Allah'ın insanda fıtratlar yarattığını, bir tek fıtrat yaratmadığını görüyoruz. İbni Abbas'ın zikrettiği ilginç bir hadise var. Ben orda fıtrat kelimesinin ilk defa Kur'an'da varit olduğuna dair delil görüyorum. İbn-i Abbas, Resulullah'ın (s.a.v.) amcası oğlu, Kureyş'ten ve alim bir zat. Öyle ise acemden biri değil ki, Arapçanın derinliğine vakıf biri değildi desin. Ondan şöyle rivayet edilir: "O, Kur'an'da zikredilen fıtır fiilinin manasını sahrada bir bedevi tarafından kullanıldığını gördü. O şöyle diyor."Ben yerin ve göklerin yaratıcısı (Fatır) nın ne demek olduğunu iyi anlamıyordum. Ta ki, bir kuyu için münakaşa eden iki bedevi beni hakem seçene kadar. Onlardan biri:"Kuyuyu ben fetir ettim" dedi. O kuyuyu ilk olarak kendisinin kazandığını kastetmişti."Sanırım ki, yeni kazıldığında kuyuda biraz suyun ortaya çıkıp sonra bittiğini, ikinci bir seferde, daha derin kazmak gerektiğini bilirsiniz. Bedevi de kuyuyu ilk kazanın kendisi olduğunu, dolayısı ile kuyunun sahibi olduğunu söylemek istiyordu. İşte İbni-Abbas kelimesinin manasını anladı. Fatır, insanın yaratılışına ilk başlayan manasını içeriyordu.Çünkü bu sözcük, bu vezinle insandan başkası hakkında - o anda-varid olamamıştı.Bu lafız arap lugatında önceden var olan bir ortağın, bir eşin olmaması ve başlangıç gibi değişik yerlerde de kullanılır.Devenin dişinin ilk çıkışı esnasında diş, eti yarıp çıktığında "devenin dişi fetretti -ilk defa çıktı-" sözü buna örnek verilebilir.Göğüsten ilk çıkan sütü ifade etmede de yine bu ifade kullanılır.Ragıp el İsfehani 'Müfredat'ında 'Fetar' sözcüğünü bu manada da zikrediyor; burada tekrarını gerekli görmüyoruz.Allah ondan razı olsun merhum Şeyh Abbas el- Kamiv de "Denizlerin Gemisi" (Sefinetü'l Bihar) isimli kitabında hadisleri kavramlarının açıklanmasını yaparak zikrediyor.Gerçekte İbnü'l-Esir'in en Nihaye'sinin tipinde kavramlar için oluşturulmuş bir fihristtir.En-Nihaye çoğunlukla hadislerin kelimelerini, Sefinetü'l-Bihar ise, daha çok hadisleri zikreder.
Ebu Basir diyor ki:"Hz.İmam'la beraber idim.Deve etinden yapılmış bir yemek getirdiler, yedik.Sonra, süte benzer bir şey getirdiler.İmam ondan içti ve benim de içmemi emretti, içtim.Onu değişik bir tatta buldum ve ne olduğunu sordum.O "Fıtr"dır dedi ve ekledi.O yeni doğurmuş bir devenin koyulaşmış bir sütüdür."Gördüğünüz gibi yine mana başlangıç anlamını içmektedir.
Kur'an'da; "Yüzünüzü, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir" ayetinde olduğu gibi gibi, din manasına gelen üç kelime vardır.
1- Fıtrat
2- Sıbğa (Boya)
3- Hanif (Muvahhid)
Bu üç kelime din ve din edinmek manalarında kullanılır. Kur'an'da şöyle geçmektedir.
Allah'ın boyası!..Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kim var?"
Yine sıbğa da fi'letün vezni üzere gelmektedir. Sabbağ-boyacı-sıbğadan türemiş kelimelerdir. Sıbğa boyamanın bir çeşidi, Sıbğatullah Allah'ın boyadığı boyanın türüdür. Yaratılışın başlangıcında Allah'ın insanı boyadığı Rabbani bir boyadır. Ragıp el-İsfehani'nin de içinde olduğu bir grup müfessir şöyle der:"Bu ayette Hristiyanların vaftiz ismi ile yaptıkları işe işaret edilmektedir. Hristiyanlar birini hıristiyanlığa girdiklerinde özellikle de yeni doğmuş bebeklerin üzerine vaftiz suyu dökerek vaftiz ederler. Üzerine döktükleri bu suyla ona Hıristiyanlığın boyasıyla boyadıklarını iddia ederler. Kur'an ise hakiki Sıbğanın Allah'ın ilk yaratılışta insanı boyadığı sabğa olduğunu açıklamaktadır.
Allah-u Teala, başka bir ayette şöyle buyurmaktadır:
"İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hristiyan.Ancak o hanifmuvahhid-bir müslümandı." (Ali-İmran,67) Kur'an, insanın bir fıtratı olduğunu ve Hz.Adem'den kıyamete kadar dininin İslam olduğunu açıklamaktadır.
Kur'an, dinlerin varlığını kabul etmez. Bilakis sadece bir dinin varlığını kabul eder. İşte bunun içindir ki, siz Kur'an'da dini çoğul olarak kullanılmış bulamazsınız. Çünkü din fıtrattır, din yoldur, din insanın tabiatında bir gerçektir. İnsan farklı türlerde yaratılmamıştır. Tüm peygamberlerin öğretisi insanın fıtri hissinin ve terbiyesinin üzerine ihtiva edilmiştir. Bundan dolayı Kur'an, Nuh (a.s.)'ın getirdiği şeyin dini, isminin ise İslam olduğunda ısrar eder. İbrahim (a.s.)'ın getirdiği şey de dindir ve ismi İslam'dır. Musa (a.s.) ve diğer tüm peygamberlerin getirdiği dindir ve ismi İslamdır. Sonradan bu dine konulan isimlere gelince, o isimler asli fıtrattan ve gerçek dinden inhiraftır, sapmadır. İşte Kur'an diyor ki: İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Ancak o hanif-muvahhid-bir müslümandı." (Al-i İmran, 67) Bu ayet, İbrahim (a.s.)'ın son peygamber zamanındaki müslümanlar gibi müslüman olduğunu kasdetmiyor; bilakis Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın gerçek İslam'dan saparak oluştuğunu, doğru yol olan İslam'ın bir yol olduğunu söylüyor. Kur'an, bu boyalardan, bu vaftiz işleminden fayda gelmeyeceğini söylemek istiyor. Hiç vaftiz suyuyla fıtratı asıl renginden başka bir renkle değiştirebilir miyiz? Şüphesiz ki asıl boya Allah'ın boyasıdır ve Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kim vardır? Ragıp İsfehani şöyle der:"Allah'ın boyası, Allah'ın insana, insanlardan ayrılması için verdiği akıldır. Hristiyanlar bir bebek doğduğunda yedinci gününde vaftiz ederler. ve bunun boya olduğunu iddia ederlerdi. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: "Allah'tan daha güzel boyası olan kim vardır?
Hadiste hanif dinin fıtratı, Allah'ın boyası ve ahid gününde tanışma olduğu belirtilmektedir. Acaba insan önceden beri bu tabiatı ve cismiyle miydi? Yoksa küçük bir canlıydı da büyüyüp bu halini mi aldı? Yoksa burada bunun altında gizli ve ince bir mana mı var? Bunları bilmemiz için bu zerre aleminin ortaya koyduklarını ve içeriğini bilmemiz gerekiyor. Zürare, İmam Sadık'a "Allah için hanifler olarak" ayetinin manasını sorar. O da şöyle cevaplar."Hanifeler fıtrat üzere kalanlardır." Bu cevapta da manayı doğal oluşum bazına taşır. Şeyh Sadduk, "En-Nefis" veya "Et-Tevhid" kitabında Zürare'den nakleder: "İmam Bakır'a bir gün "Allah için hanifler olarak, müşrikler olarak değil" ayetinin manası sorulur. İmam şöyle cevap verir:"O Allah'ın insanları üzerine yarattığı fıtrattır. Allah'ın yaratmasında değişme yoktur.Allah onları bir bilgi üzere yaratmıştır." Sonra İmam ruhlar aleminin hikayesine ve şu hadise işaret eder."Her doğan fıtrat üzere doğar."Fıtrat üzere yaratılması, yaratıcısının Allah olduğunu bilerek doğması demektir. Başka bir hadisede İmamBakır şöyle demiştir: "Urvetü'l-Vuska tevhiddir, Sıbğa ise İslam'dır."İbnü'l-Esir de hanif olmanın anlamını açıkladığında bu manayı zikreder ve der ki: "Allah-u Teala insanı günahtan ari bir şekilde yarattı."Ben kullarımı, günahtan temizlenmiş hanifler olarak yarattım..." Yani Allah-u Teala onlardan ahid aldığında onları iman etmiş hanifler olarak yarattı. Ben sizin rabbiniz değil miyim?' diye sordu ve onlar da "elbette" dediler. Kendisinin rabbi olduğunu ve ona eş koşmayacağını ikrar etmeyen hiç bir insan kalmadı. Ama sonradan saptılar.
"Hunefa", hanif'in çoğuludur. Hanif, İslam'a meyleden ve İslam üzere kalandır. Hanif, Araplarda Hz.İbrahim'in (a.s.) dini üzere olana denir. Hanef sözcüğünün aslı meyletmektir. O halde hanif'in manası tevhide, doğruya, Allah'a meyledendir. Haniflik, insan fıtratında yaratılmış bir gerekliliktir. Yani insanın fıtratı hak ve hakikate meyletmek üzere yaratılmıştır.
Buraya kadar fıtrat sözcüğünü, kökünü ve aslını Kur'an ayetlerinde ve hadislerde araştırdık.Bu sonuca ulaşmak için söylediklerimizi aktarmamız gerekiyordu.Şimdide insande bulunan fıtratı ve ne olduğunu araştırmamız gerekiyor.
ABNA.İR