"Bana ne Amerika’dan!”
Milli Gazete köşe yazarı Ali Haydar Haksal, "Bana ne Amerika'dan!" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazının tamımı şu şekilde:
Refah Partisi’nin TBMM ’ye girdiği dönemde Kıbrıs üzerine Meclis’te yapılan görüşmelerde, Kıbrıs’ın bir federasyon olması gerektiği düşüncesine karşı çok sert bir konuşma yapıyor merhum Erbakan Hoca. Sorun ve genel kanı, Amerika’yı karşımıza alamayacağımız düşüncesinin olması. Amerika dolayısıyla bir tutukluk yaşanması.
Gene Meclis’te Irak sorununun tartışıldığı bir oturumda da benzer bir durum yaşanıyor. “Amerika ne diyecek” kaygısı. O zaman da çok sert bir çıkış yapıyor. Orada da bölge insanı bizim kardeşlerimiz. Sorunlar var ise biz aramızda çözeriz diyor. Başkalarının araya girmesini gerektirecek bir durum olamaz, olmamalı. Gene oradaki çıkışı: “Bana ne Amerika’dan, onlar bizim kardeşlerimiz” diyor.
Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin bağımlılıkları başlarının belâsı. Ayak bağları. Bir türlü bundan kurtulunmuyor. Müslümanların sorunlarının kendi aralarında çözülebileceğini ifadesi. O zamanki uyarı ve sezgi bugün için önemli. Dikkate alınmayınca Müslümanlar arasındaki ayrışmaların derinleşmesi kaçınılmaz oluyor. İşte o zaman Amerika ve İsrail devreye giriyor. Kürtlere abanılıyor neden İsrail ve Amerika ile işbirliği yapılıyor diye. Sorunları başta gideremiyorsanız ve sorunları büyütüyorsanız olacak olanlar bunlar oluyor. Şu yakın zamanda yaşananlara bakınca olayların nasıl da derinlerden geldiği anlaşılıyor.
Yenilgi ve korku psikolojisi ağır basıyor. Öte yandan çıkar duygusu da etkili oluyor. Bağımlılık ve güç söz konusu sağlıklı çıkış yapılamıyor. Güçlü değilseniz boyun eğmek zorundasınız duygusu genel bir kanı oluşturuyor. Türkiye başta olmak üzere Müslümanların en büyük sorunu budur.
Bölgedeki gelişmelerden sonra Türkiye yeni adımlar atınca ve hamlelerde bulununca; bu, emperyalleri rahatsız etti. Baştan beri söyleyegeldiğimiz Müslümanların birliğinin sağlanması gerektiği. Başka çözümleri de yok. Katar ’daki gelişmelerden sonraki çıkış önemli. Şu an için en azından üç ya da dört ülkenin birlikteliği sağlanmış oluyor. Bu halkayı daha da genişletmek gerekiyor. Irak’taki Kürt bölgesini devre dışı bırakmadan, Suriye ’yi dâhil ederek bu halka genişletilmiş olur. Bu halkaya dâhil edilecek başka ülkeler de çıkar, Fas gibi. Burada amaçlanan şu, emperyalizmin bir oyunu bozulmuş oluyor. Güç sahibi değilseniz güç oluşturacak hamleler var, bunları harekete geçirmek gerekiyor.
Emperyalizm hiçbir İslâm ülkesinin güçlenmesini istemiyor, izin vermek istemiyor. Onlar bir birlik oluşturuyorsa o zaman sizin de hamlelerinizin olması gerekiyor. D-8 bir projeydi ve önemli bir hamleydi. Eğer siz bir güç oluyorsanız sizin hamlelerinizin bir anlamı olur. Büyük teknolojik güçleri engelleyecek ve alt edebilecek hamleler her zaman olur.
Burada asıl önemli bir durum da ülkü ve ülke bütünlüğü içinde tek ses olabilme. En duyarlı zamanlarda siyasal çıkarlar, bireysel hesaplar bir yana bırakılmalı.
Gerçekçi olmak, hamasi duyguların ötesinde Müslümanlar aralarında kardeşlik hukukunu zedelemeyecek bir süreç oluşturulmalı.
Özellikle şu zamanda “Türklük”, “Kürtlük”, “mezhepçilik” ayrıştırıcılıklarıyla bu sorunlar asla aşılamaz ve çözülmez. Bir sorun giderilsin istenirken başka sorunlara kapı aralanılıyor.
Amerika, Türkiye önemli bir ülke ve bölgeyi gözden çıkaramaz. Böyle bir hamle pazarlık gücünü arttırır. Türkiye ve Müslümanların konumunu güçlendirir. Türkiye önemli bir yerde yer alıyor coğrafi olarak. İsrail’in son zamanlardaki telâşının asıl nedeni de bu.
Aslında birçok olayın asıl müsebbiplerinin kendileri olduğu gün gibi ortada. Hatta Amerikalı bir yetkilinin: “Son zamanlarda Türkiye’de terör olayları durdu, bu bizim işbirliğimizle oldu” demeye getiriyor. Bu, bir bakıma şu anlama geliyor. “Biz elimizi çekersek terör yeniden tırmanır!” Bu, bir gözdağı. Yeniden ortalığı karıştırırım demek istiyor.
Kararlı bir şekilde, “Bana ne Amerika’dan!” deyip yola devam etmek tek seçenek. Kardeşlerin, mazlumların birliğini sağlayarak.