Barnabas İncili
1907'de bu İncil'in İngilizce çevirisi Oxford-Clarenden Matbaası tarafından neşredildi. Ne var ki, bu eser piyasaya çıkar çıkmaz, Hıristiyan dünyasında bir telaş başladı.
Gerçek şudur ki, sadece Hz. Muhammed (a.s.) ile ilgili Hz. Îsa'nın müjdeleri ve haberleri değil, aynı zamanda bizzat Hz. Îsa'nın hayatı ve eserleri hakkında da bilgi edinmenin muteber ve güvenilir kaynakları, Katolik Kilisesinin meşru ve geçerli saydığı sadece dört İncil değildir. Bu hususta belki de nispeten daha muteber kaynak, kilisenin "muhtevası şüpheli" olduğu gerekçesiyle nazarı dikkate almadığı Barnabas İncili'dir. Çok ilginçtir, Hıristiyanlar bu kutsal kitabı saklamaya azami gayret göstermişlerdir. Bu kitap asırlarca herkesin gözünden uzak kaldı. On altıncı asırda Latince tercümesinin nadir bir nüshası Papa Sixtus'un kütüphanesinde bulunuyordu ve kimsenin buna el sürmesine izin verilmiyordu. Ancak on sekizinci yüzyılın başında bu nüsha John Toland adında bir kişinin eline geçti. Bundan sonra çeşitli ellerden geçerek 1738 yılında Viyana İmpara- torluk Kütüphanesine ulaştı. 1907'de bu İncil'in İngilizce çevirisi Oxford-Clarenden Matbaası tarafından neşredildi. Ne var ki, bu eser piyasaya çıkar çıkmaz, Hıristiyan dünyasında bir telaş başladı ve pek çok din adamıyla kilise çevreleri, bu kitabın fazla yayılmasının, Hıristiyan dininin yok olmasına neden olabileceği kuşkusuna kapıldılar. Neticede, basılan nüsha esrarengiz, ama plânlı bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bir daha da İngilizce tercümesinin yayınlanması mümkün olmadı. Aynı şekilde Latince tercümesinden İspanyolcaya çevrilen nüshanın on sekizinci yüzyılda piyasada ve kütüphanelerde bulunduğu belirtiliyor. Bu bilgiyi George Sell, Kur'an-ı Kerim'in İngilizce meâlinde bize nakletmiştir. Ama İspanyolca çevirisinin de ortadan kaldırıldığı görülmüştür. Bugün maalesef bunun hiçbir nüshası hiçbir yerde bulunmuyor. Ben, Oxford'da yayınlanan İngilizce tercümesinin fotokopisini okuma fırsatını buldum. Barnabas İncili'nin tümünü dikkatle okudum. Bence, bu İncil Hıristiyanlar için büyük bir nimettir ve sadece taassup ve inatçılıkları yüzünden böyle kıymetli bir eserden mahrum kalmışlardır.
Hıristiyan literatüründe Barnabas İncili'nin adı nerede geçmişse, oraya bir muhalefet şerhi konmuş, bunun sahte ve uydurma bir İncil olduğu, dolayısıyla reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Gözü dönmüş, ilim ve irfandan nasip alamamış bazı Hıristiyan din adamları bunun bir müslümanın hayal gücünün eseri olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu, aslında büyük bir yalandır ve bunun sebebi sırf İncil'in metninde pek çok yerlerde Hz. Peygamber (a.s.)'in dünyaya geleceği konusu da açık seçik kayıtların bulunmasıdır. Bir defa, bu İncil'i okuyan herkes, bunun bir müslüman tarafından kaleme alınmadığına katiyetle inanmış olur. İkincisi, böyle bir kitap bir müslüman tarafından yazılmış olsaydı bu, müslümanlar tarafından iyice tanınır ve müslüman ilim adamlarının eserlerinde bundan sık sık ve geniş şekilde bahsedilirdi. Fakat, George Sell'in Kur'an-ı Kerim'in İngilizce mealinden önce müslümanlar Barnabas İncili'nin adını bile duymamışlardı. Taberi, Yakûbi, Mes'udi, Birûnî, İbn Hazm, İbn Teymiye vs. gibi Hıristiyan kaynaklarına iyice vakıf olan fakih, yazar ve tarihçiler Hıristiyanlık ve Hıristiyanlığın kutsal kitaplarından bahsederken Barnabas İncili'ne en ufak bir işarette bile bulunmamışlardır. İslâm dünyasında sayısız kütüphanelerde bulunan kitapların en geniş ve güvenilir bibliyografyaları İbn Nedim ile Hacı Halife (Bk. "El Fihrist" ve "Keş-üz Zünûn") tarafından hazırlanmıştır. Ama bunlarda da Barnabas İncili'ne rastlamak mümkün değildir. Hıristiyanların ileri sürdüğü iddianın asılsız, oluşunun üçüncü ve en büyük delili, Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)'nın dünyaya gelişinden 75 yıl önce bile, Papa Gelasius I döneminde "yanlış ve dini düşüncelere aykırı kitaplar" adı allında hazırlanan listede Barnabas İncili (Evangelium Barnabe)nin adının geçmiş olmasıdır. Söyler misiniz, o çağda bu sözde sahte İncili yazacak bir müslüman var mıydı?
Barnabas İncili Hakkında Bazı Temel Bilgiler
Barnabas İncili'nde Resul-ü Ekrem (a.s.)'in dünyaya peygamber olarak gelmesine dair haber ve müjdelerden söz açmadan isterseniz önce Hıristiyanlarca meçhul kamış, müslümanlar tarafından da hiç bilinmeyen bu kitabı size tanıtalım. Böylece bunun mahiyeti, muhtevası ve dolayısıyla ehemmiyetini anlamış olacağız. Ayrıca, Hıristiyanların bundan neden bucak bucak kaçtıklarını kavramış olacağız.
Kitab-ı Mukaddes'te meşru ve muteber olarak yer alan dört İncil'den hiçbirinin Hz. Îsa'nın sahabeleri veya havarileri tarafından kaleme alınmadığını bilmekte fayda vardır. Sonra, bu İncil'leri yazanlardan hiçbiri, yazdıklarının Hz. Îsa'nın havarilerine dayandığını veya onlar tarafından nakledildiğini iddia etmemiştir. Böyle atıflar şöyle dursun, yazılanların hiçbir kaynağı gösterilmemiştir. Bu itibarla, rivayet edenin, sözleri kendisinin mi duyduğu, veya olayları kendisinin mi gördüğü, yoksa bunları bir veya birden fazla aracıdan mı işittiği bilinmiyor. Buna karşılık, Barnabas'ın yazarı diyor ki: "Ben Hz. Mesih'in ilk 12 havarisinden biriyim. Baştan sona kadar Mesih ile beraberdim ve gözlerimle gördüğüm olaylar ve kulaklarımla duyduğum sözleri bu kitapta yazıyorum." Sadece bu değil, Barnabas şunları da yazıyor: "Hz. Mesih bu dünyadan ebediyete intikal ederken kendi hakkında çıkan yalan yanlış dedikodulara son vererek dünyaya gerçekleri açıkça ortaya koymamı emretmişti."
Barnabas kimdi? Kitab-ı Mukaddes'in "Ameller Bölümünde" bu şahsın ismine sık sık rastlanıyor. Buna göre, Barnabas, Kıbrıslı bir Yahudi ailesine mensuptu. Hıristiyanlığın yayılması ve Hz. Îsa'nın taraftarlarına yapılan yardımlar konusunda Barnabas'ın büyük hizmetler verdiği kaydedilmiştir. Fakat, kendisinin ne zaman Hıristiyanlığı kabul ettiği belirtilmemiştir. Ayrıca, üç İncil'de geçen ilk 12 havarinin isimleri arasında Barnabas ismine rastlanmıyor. Bu bakımdan, bahsettiğimiz İncil'in yazarının bu Barnabas mı yoksa başka bir Barnabas mı olduğu kesinlik kazanmıyor. Matta ile Markos'un verdiği havariler listesini, Barnabas'ın listesiyle karşılaştıracak olursak, ikisi arasında sadece iki ismin değişik olduğuna şahit oluruz. Bir Torna (Thomas) ki bunun yerine Barnabas kendi ismini veriyor ve diğeri Şemun Kenanî, ki bunun yerine Yakup oğlu Yahudah (Juda)nın adını yazıyor. Lucas'ın İncil'inde bu ikinci isim de vardır. Bu ba- kımdan, sonradan Hıristiyan din adamları ve ileri gelenlerinin, Barnabas'dan ve onun İncil'inden yakalarını kurtarmak için ismini silip yerine Thomas'ın adını yazdıkları akıl ve mantığa daha uygundur. Zira, çıkarları uğruna bu tür tahrifler yapmak Hıristiyan aziz ve din adamları için olağan bir şeydi.
Tarafsız ve sağduyulu bir kişi Barnabas İncil'ini okuduktan sonra bunu Ahd-i Cedid'in dört İncil'iyle karşılaştıracak olursa, bunun diğer dört İncil'den kat kat daha iyi olduğu sonucuna varacaktır. Bu İncil'de Hz. Îsa'nın hayatı ve başından geçenler daha teferruatlı şekilde anlatılmıştır. Tıpkı bir kişinin gördükleri ve yaşadığı olaylar gibi. Dört İncil'de kopuk ve birbirine bağlı olmayan hadise ve hikâyelerin anlatımı Barnabas İncil'inde daha düzgün ve anlamlı hale getirilmiştir, özellikle tarihi olaylar biraz daha dikkatli bir sıra ile kaydedilmiştir. Bunun yanı sıra, Hz. Îsa'nın dini telkinleri burada dört İncil'e oranla daha ayrıntılı, açık ve etkin biçimde kaydedilmiştir. Tevhid ile ilgili nasihatler, şirkin reddi, Allahu Teâlâ'nın sıfatları, ibadetin ruhu ve güzel ahlâk gibi mevzular gayet ayrıntılı, mantıklı ve kuvvetli şekilde anlatılmıştır. Bu kitapta Hz. Îsa'nın kullandığı dil ve konunun iyi anlaşılması için verdiği pratik misallerin en küçük örneğini bile, dört İncil'de bulmak mümkün değildir. Bundan, Hz. Îsa (a.s.)'nın kendi taraftarları ve havarilerine nasıl nasihat ve telkinde bulunduğu ve bu hususta ne kadar akıllıca yöntemler kullandığı da anlaşılıyor. Hz. Îsa'nın dili, üslûbu, tabiatı ve huyuna azıcık vakıf olan biri bile, bu İncil'i okuduktan sonra bunun sahte veya düzmece bir kitap olmadığına kanaat getirecektir. Gerçeği söylemek gerekirse, Hz. Îsa'nın kişiliği ve öğretileri diğer dört İncil'e nisbetle Barnabas İncili'nde, daha net, daha açık bir şekilde karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu İncil'de diğer İncil’lerin belirgin bir eksikliği olan çeşitli söz ve fiillerdeki tezat da yoktur.
Barnabas İncili'nde yer alan Hazreti Îsa'nın hayatı ve talimatı bir nebinin hayatı ve talimatına tıpa tip uyuyor.Kendisi bir nebi olarak karşımıza çıkıyor, bütün peygamberleri ve kitaplarını tasdik ediyor. Peygamberler olmaksızın Hakk'ı tanımanın bir yolu olmadığını belirliyor ve peygamberlere boş verenin aslında Allah'a boş verdiğini anlatıyor. Tevhid, Peygamberlik ve âhiret hakkında diğer bütün peygamberlerin talimatına uygun sözler söylüyor. Namaz, oruç ve zekât için gereken telkinde bulunuyor. Barnabas İncil’inde sık sık bahsedilen namazların aslında müslümanların bildiği sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve teheccüd namazları olduğu an- laşılıyor. Ayrıca, her namazdan önce abdest alındığı da belli oluyor. Hz. Îsa, peygamberlerin listesine Hz. Davud ile Hz. Süleyman (a.s.)'ı da dahil ediyor. Halbuki hem Yahudiler hem Hıristiyanlar bu iki peygamberi, peygamberler listesinden çıkarmışlardır. Hz.İsmail (a.s.)in "zebih" (Allah'a adanmış kurban) olduğunu kabul ediyor ve bu hususta bir Yahudi âlimi de, bu gerçeği kabul etmeye zorluyor. Aynı âlim, İsrail Oğullarının kendi menfaatleri için Hz. İshak (a.s.)'ın zebih veya kurban olduğunu herkese inandırmaya çalıştıklarını belirtiyor. Kısacası, Barnabas'taki kayıtlara göre Hz. Îsa (a.s.)'nın ahiret, kıyamet, cennet ve cehennem ile ilgili vaaz ve telkinleri Kur'an-ı Kerim'de anlatılanların hemen hemen aynısıdırlar.
Hıristiyanların Barnabas İncili'ne neden bu kadar şiddetle muhalefet ettiklerini araştıracak olursak, bunun sebebinin sadece Hz. Muhammed (a.s.)'in gelişine dair açık seçik işaretleri ihtiva etmesinin olmadığını görürüz. Zira, Hıristiyanlar bu İncil'i zaten Hz. Muhammed (a.s.)'in doğuşundan önce reddetmişlerdi. Aşağıdaki satırlarda Hıristiyanların şiddetli öfke ve muhalefetinin gerçek nedenlerini ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışacağız.
Bilindiği üzere, Hazreti Îsa'nın ilk taraftarları kendisini sadece bir Peygamber olarak tanırlardı, O'nun bütün talimatlarına harfiyyen uymazlardı. Bu ilk yandaşları Musevi şeriatına bağlı olup akide, ilâhî emir ve ibadetler bakımından kendilerini Beni İsrail'den ayrı saymazlardı. İlk Hıristiyanlar ile Beni İsrail arasındaki tek fark, birincilerin Hz. Îsa'yı Mesih olarak tanımaları ve O'na iman etmeleriydi. Oysa, Beni İsrail Hz. Îsa'yı peygamber olarak tanımıyordu. Daha sonra, Aziz Paul Hıristiyan cemaatine girince Romalı, Yunan ve İsrailli veya Yahudi olmayan diğer ulusları da Hıristiyanlığın çatısı altında toplamaya çalıştı. Bu sebeple, yeni bir mezhep ve hatta dinin temelini attı. Bu yeni din akide, inanç ve kurallar açı- sından Hz. Îsa'nın yaymaya çalıştığı dinden çok farklıydı. Aslında bu aziz, hiçbir zaman Hz. Îsa'yı görmemiş, ondan telkin almamıştı. Hatta Hz. Îsa sağ iken kendisinin en büyük muhaliflerinden biriydi ve Îsa peygamber öldükten sonra birkaç yıl bu tavrına devam etti. Daha sonra Hıristiyan olarak yeni bir dini oluştururken de kendi yaptığı tasarruflara delil olarak Hz. Îsa'nın hiçbir söz veya fiilini halka göstermedi, aksine bunların kaynağının şahsi ilham olduğunu ileri sürdü. Yeni dini ortaya koyarken başlıca amacı, bu dinin Yahudi olmayan bütün kavim ve milletlerin tereddütsüz kabul edebileceği mahiyette olmasaydı. Nitekim, bir Hıristiyanın Yahudiliğin bütün şeriatından bağımsız olduğunu ilân etti. Yiyecek, içecek konusunda her türlü helâl ve haram farkını ortadan kaldırdı. Yahudi olmayanların zoruna giden sünnet ananesine de son verdi. Sadece bunlar değil, Hz. Îsa'nın ulviyeti, Allah'ın oğlu olduğu ve çarmıha gerilerek Adem oğullarının günahını üstüne aldığı ve böylece bedellerini ödediği gibi çeşitli saçma sapan tezleri de ortaya atıverdi. Fakat bu tür fikir ve tavırlar müşrik ve kâfirlere çok cazip geliyordu ve Aziz Paul bu gibi uydurmalarla hissiyatlarını okşamaya ve yeni dine teşvik etmeye çalıştı. Hz. Îsa'nın ilk yandaşları bu tür bidat ve batıl itikatlara karşı çıktılar. Ama ne çare ki, Aziz Paul’un şeytanca bir düşünce ile Hıristiyanlığa açtığı bu kapıdan Yahudi olmayan Hıristiyanlar büyük bir sel halinde girdi ve bu baskın karşısında çok az sayıdaki özüne bağlı dindar kişiler dayanamadılar. Yine de M.S. üçüncü yüzyılın sonuna kadar, Hz. Îsa'nın ulûhiyetini reddeden çok kişi vardı. Ne var ki, MS. dördüncü gün başında Nicaea'da toplanan Paralık Konseyi (325), Aziz Paul'ün düşünce ve görüşlerini Hıristiyanlığın esasları olarak kabul etti. Daha sonra, Roma İmparatorluğu da Hıristiyanlığı resmi din olarak benimsedi. Bu olay, İmparator Theodoseus zamanında çıkarılan bir kanunla perçinleşti. Bundan sonra, Aziz Paul'ün akide ve inançlarına karşı olan bütün kitap ve belgeler gayet doğal olarak gayri meşrû ve gayr-i kabili rücû ilân edildiler. M.S. 367'de ilk defa, Athanasius'un bir mektubuna uygun olarak muteber, meşrû kitap ve vesikaların listesi hazırlandı. Bu listeyi 382'de Papa Damasius başkanlığında toplanan konsey onayladı. Beşinci yüzyılın sonunda ise, Papa Gelasius bu listeyi tasdik etmesinin yanı sıra muteber ve meşrû olmayan kitap ve vesikaların listesini de hazırlattı. İşin ilginç tarafı, adı geçen kitapların meşru, güvenilir veya güvenilmez olarak tasnif edilmesi için kabul edilen ölçü sadece Aziz Paul'ün uydurduğu inanç ve kurallardı ve hiçbir Hıristiyan âlim veya kilise adamının çıkıp bunların Hz. Îsa'nın talimatına uyduğunu iddia etmeye cesaret edemeyişiydi. Hatta, muteber ve meşrû kitaplar mecmuasına dahil edilen İncil'lerde de Hz. Îsa'nın kendi söz ve hareketlerine dair herhangi bir kayıt bulunmuyor.
Gayet tabii ki, Barnabas İncili, itibar edilmeyen ve meşrû olmayan kitapların listesinin başına geçirilmişti. Bunun başlıca sebebi, muhtevasının o zaman revaçta olan resmi dinin inanç ve kurallarına tamamıyla zıt olmasıydı. Kitabın yazarı, başta kitabı kaleme alışının sebebini anlatıyor: ."Bu kitabın gayesi, Şeytan'ın hilelerine uyarak Hz. Îsa'yı Allah'ın oğlu ilân edenleri ıslah etmektir. Bu İnsanlar (Şeytan'a uyanlar) erkeklerin sünnet edilmesini gereksiz buluyor, haram yiyecekleri helâl kılıyorlar. Bu tür hataya düşenler arasında (Aziz) Paul de vardır." Barnabas'ın beyan ettiği gibi, Hz. Îsa sağ iken, Mu'cizelerini gören müşrik Romalı askerler O'nun Allah'ın oğlu ve hatta Allah olduğunu söylemeye başladılar ve bu yanlış inanca daha sonra İsrail Oğulları da bulaştılar.
Barnabas bundan sonraki gelişmeleri şöyle nakleder: "Hz. Îsa bu gidişata çok üzülmüştü. Defalarca, O'nun etrafını saranları uyardı ve yanlış inançlarını şiddetle yerdi. Öğrencilerini çeşitli bölgelere gönderdi. Bu öğrenciler, Hz. Îsa'nın duaları sayesinde tıpkı kendisi gibi halka bazı Mu'cizeler gösterdiler. Bu gösterinin maksadı kendisinden Mu'cizeler sadır olan bir kişinin Tanrı veya Tanrı'nın oğlu olması gerekmediğini açıkça ortaya koymaktı". Barnabas bundan sonra Hz. Îsa'nın bu konuda yaptığı çeşitli konuşmalarını nakleder. Bu konuşmalardan, Hz. Îsa'nın halk arasında yaygınlaşan batıl itikatlara ne kadar karşı olduğu anlaşılıyor. Barnabas Hz. Îsa'nın ümmetinin doğru yoldan sapmasından son derece endişeli olduğunu ifade ediyor. Ayrıca, Aziz Paul'ün, Hz. Îsa'nın çarmıhta can verdiği yolundaki gerici akidesini şiddetle yalanlıyor ve kendi gözleriyle gördüğü olayı şöyle anlatıyor: "Şakirt Yahuda (Judah, Judas) Yahudilerin Baş Hahamlarından rüşvet alarak Hz. Îsa'yı yakalamak üzere askerlerle gelince, Allah'ın emriyle, dört melek, Hz. Îsa'yı semaya kaldırdılar ve Şakirt Yahuda'nın yüzü ve sesi tamamıyla Hz. Îsa'nınki gibi yapıldı. Böylece, çarmıha Hz. Îsa değil Yahuda gerildi". Barnabas İncili'ndeki bu ifade, görüldüğü gibi, Paul'ün kurduğu Hıristiyanlığın kökünü kazıdığı gibi, Kur'an-ı Kerim'in ifadesini de tamamıyla doğrular niteliktedir. Hiç şaşılmamalıdır ki, Kur'an-ı Kerim'in inişinden tam 115 sene evvel Barnabas İncili'ndeki bu ifadeler, kitabın Hıristiyan kilise adamları tarafından aforoz edilmesine sebep oldu.
Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığımız hususlar, Barnabas İncili'nin diğer dört İncil'den çok daha güvenilir olduğunu göstermeye yeter sanırız. Bu İncilde Hz. Mesih (a.s.)'in söz, fiil ve sireti gerçeğe uygun şekilde anlatılmıştır. Maalesef, Hıristiyanlar, kendi akide, inanç kuralları ile Hz. Îsa'nın talimatını bu İncil ile bilme ve düzeltme fırsatını kaçırdılar.
Bu açıklamalardan sonra, zannediyoruz, Barnabas İncili'nde, Peygamber Efendimiz (a.s.)'in gelişine dair Hz. Îsa'nın ağzıyla dile getirilen işaret ve haberleri buraya aktarabiliriz. Söz konusu haberlerde Hz. Îsa, Hz. Muhammed (a.s.) için bazen "Rasûlullah" bazen da "Mesih" kelimesini kul- lanmıştır. Bazen "Takdir Edilmeye Lâyık" ibaresini kullanmış, bazen da öyle sözcükler kullanmış ki, bunlar "Lailâhe illallah Muhammed-ur Rasûlullah" anlamına gelmektedir. Hz. Îsa'nın, Hz. Peygamber hakkında verdiği işaretler o kadar çoktur ki, bunların hepsini anlatmak için ayrı bir kitapçığa ihtiyaç duyulacaktır. Bunların hepsini iktibas etmemiz imkânsızdır. Biz burada sadece belli başlı haberleri naklediyoruz: "Allah'ın dünyaya gönderdiği peygamberler, ki sayıları 144 bindi, muğlak şekilde konuştular. Ama benden sonra, bütün peygamberler ile mukaddes varlıkların nuru gelecektir ki, peygamberlerin söylediklerini açıklayacak, sizi aydınlatacaktır. Çünkü o Allah'ın Rasûlüdür". (Bölüm; 17)
"Ferisiler ile Lâviler, dedi ki, madem ki sen ne Mesih, ne İlyas, ne de başka bir Nebisin, o zaman sen neden yeni bir vaaz ve telkinde bulunuyorsun ve kendini Mesih'den de daha büyük olarak gösteriyorsun. Îsa Mesih dedi ki, Tanrı'nın benim vasıtamla gösterdiği Mu'cizelerin maksadı, benim yaptıklarımın hepsinin Tanrı'nın isteğine bağlı olduğunu size göstermektir. Yoksa, ben kendimi, sizin bahsettiğiniz (Mesih)ten büyük saymıyorum. Ben, sizin Mesih dediğinizin çorabının boncuğunu veya ayakkabı bağlarını açacak seviyede bile değilim. O Mesih benden önce yaratılmıştı ve benden sonra gelecektir. O dinin hiç son bulmaması için hakikatleri yanında getirecektir." (Bölüm; 42)
"Size yemin ederek söylüyorum, gelen her nebi sadece bir millet için Allah'ın rahmetinin işareti olarak gelmiştir. Bu sebeple, bu peygamberlerin talimatı, gönderildikleri ümmet ve ulusların dışına çıkmadı. Ama Allah'ın Rasulü gelince, Allah O'na adeta elindeki mührünü verecektir. Taa ki, O'nun talimatını almış olan dünyanın bütün ulusları selâmete ve rahmete kavuşacaklardır. O inkârcılara hâkim olacak ve putperestliği öylesine yeryüzünden silecektir ki Şeytan kaçacak delik arayacaktır". (Bu satırlardan sonra, Hz. Îsa'nın şakirtleriyle uzun bir konuşması yer alıyor. Bu konuşmada Îsa Mesih (a.s.) müstakbel peygamberin Beni İsmail'den ola- cağını izah ediyor). (Bölüm; 43)
"Bu sebeple size diyorum ki, Rasûlullah, Allah'ın yarattığı hemen hemen bütün mahlûk ve eşyaları memnun edecek bir saadettir. Zira O, anlayış, nasihat, hikmet, kuvvet, şefkat ve sevgi gibi güzel duygularla doludur. O, cömertlik, rahmet, adâlet, takva, dürüstlük, efendilik ve sabrın ruhuyla donatılmıştır. Kendisine bu faziletlerin üç misli verilmiştir. Yani Allah'ın yarattığı diğer mahlûklara nisbetle O'nun dünyaya gelişi ne mübarek bir an olacaktır. İnanın, ben O'nu görmüş ve ona saygılarımı sunmuşumdur. Tıpkı diğer bütün peygamberlerin O'nu gördüğü ve O'na saygılarını sundukları gibi. Allah O'nun ruhunu görerek O'na Nübüvvet bahşetti. Ve ben O'nu görünce heyecandan ruhum titredi ve dedim ki: "Ey Muhammed (methedilmiş kişi, zât) Allah senin yardımcın olsun ve Allah beni senin pabuçlarının bağlarını bağlamaya lâyık yapsın. Zira ben bu mevkiye yükselirsem, kendimi büyük bir peygamber ve Allah'ın mukaddes varlığı sayacağım". (Bölüm; 44)
"(Buradan gideceğim için) yüreğiniz sızlamasın ve siz korkmayın. Çünkü sizi yaratan ben değilim. Sizi yaratan, Yaratıcımız, Allah'tır ve O sizi koruyacaktır. Bana gelince, şu anda dünyada, dünyaya selâmet ve kurtuluş getirecek olan Allah'ın Rasûlü için zemin hazırlamaktayım... Andreas dedi ki: 'Ey Üstâd, O'nun bazı belirgin özelliklerini bize bildir ki O'nu. tanıyalım!.' Îsa Mesih (a.s.) cevap verdi: 'O sizin zamanınızda gelmeyecek, aksine birkaç zaman sonra gelecek. O zamana kadar benim İncil'im öylesine tahrif edilmiş olacak ki, dünyada en fazla 30 mü'min bulunacaktır. O zaman Allah dünyaya acıyacak ve Rasûlünü gönderecektir. O Rasûlün başında beyaz bulutun gölgesi olacaktır. Bu gölge sayesinde Allah'ın sevgilisi ve yakını olduğu belli olacaktır ve O'nun aracılığıyla dünya Allah'ın mağfiretine kavuşacaktır. O, inkârcı insanlara karşı büyük bir güçle gelecek ve yeryüzünden putperestliği silecektir. Ve ben bundan son derece memnunum, zirâ O'nun sâyesinde Tanrı'mız tanınacak, takdis edilecek ve hakikati dünyaya anlatacaktır. O ayrıca beni İnsanlar ötesinde bir şey zannedenlerden intikam alacaktır... O öyle bir hakikatle gelecektir ki, bu hakikat bütün peygamberlerin getirdiklerinden daha açık seçik olacaktır!" (Bölüm; 72)
"Allah için and Kudüs'te mi yoksa Süleyman tapmağında mı içilmişti? Fakat sözlerime inanın, bir gün gelecek, Allah rahmetini başka bir şehre nâzil edecektir. Ondan sonra her yerde O'nun için doğru biçimde ibâdet yapılacaktır ve Allah kendi rahmetiyle her yerde hakiki namazı kabul edecektir... Ben aslında, İsrail Kavmi için kurtarıcı nebi olarak gönderildim. Fakat benden sonra Mesih gelecek, Allah'ın bütün dünya için gönderdiği. Öyle bir nebi ki, Allah bütün dünyayı O'nun için yaratmıştır. O zaman bütün dünyada Allah'a ibâdet edilecek ve her tarafa rahmeti nâzil olacaktır" (Bölüm; 83)
"(Mesih, Başrahibe söyledi:) Yaşayan Allah ve elinde canım olan Yaradan'a yemin ederim, bütün dünyanın milletlerinin beklediği o Mesih ben değilim. Allah bu nebî ile ilgili vaadini atamız Hz. İbrahim'e (a.s.) şöyle diyerek vermişti: "Senin neslinin vasıtasıyla, yeryüzünün bütün milletleri berekete kavuşacaktır". (Doğum: 22; 18). Ancak Allah beni bu dünyadan kaldırınca, Şeytan yine isyân çıkaracaktır ve mü'min olmayanlar benim Tanrı ve Tanrı'nın oğlu olduğumu iddia edeceklerdir. Bu nedenle, sözlerim ve talimatım tahrif edilecektir. Ta ki belki de en çok 30 iman sahibi geriye kalacaktır. O zaman Allah dünyaya acıyacak ve rasûlünü gönderecektir. O Rasûl ki, O'nun için dünyanın her şeyi yaratılmıştır. O Rasûl bütün gücüyle güneyden gelecek ve putları putperestler ile beraber mahvedecektir. Şeytandan iktidarını alacaktır. Ve Allah'ın rahmetini, kendine iman edecek olanların kurtuluşu için yanında getirecektir. Ne mutlu, O'nun sözlerini dinleyene." (Bölüm; 96)
"Baş Rahip sordu: 'Allah'ın bu Rasülünden sonra başka nebi'ler de gelecek mi?' Mesih cevap verdi. 'Bundan böyle, Allah'ın gönderdiği hakiki nebiler gelmeyecekler, ama pek çok sahte nebiler geleceklerdir. Ben bunun için üzgünüm. Çünkü Şeytan, Allah'ın adaletli kararı yüzünden bunları sahneye koymaya çalışacaktır. Ve onlar benim İncil'imin perdesinin ar- kasında saklanacaklardır" (Bölüm; 97) "Kâhinlerin başı sordu, 'Bu Mesih hangi isimle çağrılacaktır? Ve onun gelişinin işaretleri ne olacaktır? Îsa Mesih dedi ki, 'Bu Mesih'in adı "Takdir Edilmeye Lâyık"tır. Zira, Allah O'nun ruhunu yarattığı zaman O'na bu ismi kendisi vermişti. Ve orada O'na seçkin bir muamele yapılmıştı. Allah dedi ki: "Ey Muhammed, bekle, çünkü senin için cenneti. dünyayı ve birçok mahlûku yaratacağım ve bunları sana hediye olarak vereceğim. Ta ki, seni tebrik edecek olanlara bereket verilecek ve seni lanetleyecek olanlar lanetlenecekler. Ben seni dünyaya göndereceğim zaman, kurtuluş habercisi olarak göndereceğim. Senin sözlerin doğru olacaktır, öyle ki, yeryüzü ve gökler kaybolup gidecekler ama senin dinin ayakta duracaktır. Öyleyse, O'nun mübarek ismi Muhammed'dir" (Bölüm;97)
Barnabas diyor ki, bir defasında Hz. Îsa şakirtlerine hitaben yaptığı konuşmada "şakirtlerimden biri (ki sonradan Yahuda, Judah, Judas olduğu ortaya çıktı) beni 30 sikkeye karşılık düşmanlara satacaktı" dedi ve şunları ekledi:
"Bundan sonra beni salacak olanın benim adımla öldürüleceğinden eminim. Zira Allahu Teâlâ beni yerden semaya kaldırtacak ve o hâinin yüzünü öylesine değiştirmiş olacak ki, herkes onu ben sanacak. Ne var ki kötü şekildeki ölümü bir müddet benim karalanmama yol açacaktır. Fakat, Muhammed, yani Allah'ın mukaddes Rasûl'ü gelince bana sürülen leke temizlenmiş olacaktır. Ve Allah bunu, benim o Mesih'e sadakatimi bildirdiğim için yapacaktır. O bana mükafatımı verecektir. Bu şekilde, herkes benim yaşamakta olduğumu ve bu rezil ölümle hiç ilişkim olmadığını anlamış olacaktır" (Bölüm; 113)
"(Hz. Îsa şakirtlerine dedi ki) Elbette ben size diyorum ki, eğer Musa (a.s.)'nın kitabından gerçekler çıkarılmamış olsaydı, Allah atamız Davud (a.s.)'a başka bir kitap vermeyecekti. Ve eğer Davud'un kitabında değişiklikler yapılmamış oldaydı. Allah bana İncil'i vermezdi. Zira, Allah, yani Rabbimiz, tahrif eden veya değiştiren değildir. Ve herkese aynı mesajı vermiştir. O, Rasûlullah geldiği zaman, inkârcı insanların benim Kitabıma bulaştırdıkları bütün (uydurma) şeyleri temizleyecektir." (Bölüm; 124)
Üç Şüphe'nin Giderilmesi
Bu açık ve kesin işaret ve haberlerde sadece üç şey ilk bakışta şüpheli erde ve Barnabas İncili'nin başka bölümlerinde Hz. Îsa'nın, kendisinin Mesih olmadığını ısrarla belirtmesidir. İkincisi, sadece yukarıdaki alıntılarda değil, İncil'in diğer birçok yerlerinde de Rasûlullah (a.s.)'ın asıl Arapça ismi olan "Muhammed" açıkça zikredilmiştir. Peygamberlerin gelecekten haber verirken kesin ifadelerden kaçındıkları, özellikle şahıs isimlerini vermedikleri müşahede edilmiştir. Üçüncü nokta yukarıdaki ibarelerde Hz. Muhammed Mustafa (a.s.)'dan "Mesih" olarak bahsedilmesidir.
Birinci şüphe için şunu söyleyebiliriz ki, sadece Barnabas İncili'nde değil, Lucas (Luka) İncili'nde de Hz. Îsa (a.s.)'nın kendi havari ve şakirtlerine kendisine "Mesih" dememelerini emrettiğine dair kayıtlar vardır. Lucas İncili'nin sözleri şunlardır: "O onlara sordu, siz bana ne diye hitap edersiniz? Peter cevap verdi: 'Allah'ın Mesihi'. Bunun üzerine onları tenbih etli, 'bunu kimseye söylemeyin' (Bölüm: 9; 20- 21). Bu yasaklamanın sebebi, öyle sanıyoruz ki, Hz. Îsa'nın kendi isminin beklenen Mesih ile karıştırılmasını istememesiydi. Bilindiği gibi, İsrail Oğulları öteden beri Mesih'in gelmesini bekliyorlardı. Onlara göre Mesih kılıcıyla bütün Hak düşmanlarını mağlup edecekti. İşte bunun üzerine Hz. Îsa (a.s.) bekledikleri Mesih'in kendisi olmadığını ve O'nun kendisinden sonra geleceğini açıklamak zorunda kaldı.
İkinci şüpheye gelince, halen dünyada varolan Barnabas İncil’inin Latince tercümesinde Resûl-i Ekrem'in adı gerçekten "Muhammed" olarak geçmektedir. Fakat kimse bu kitabın hangi dillerden tercüme üstüne tercüme edilerek Latinceye kadar geldiğini bilmiyor. Barnabas İncil’inin aslının Süryanice olması kuvvetle muhtemeldir. Zira, daha evvel de işaret ettiği- miz gibi, Hz. Îsa ile havarilerinin dili buydu. Kitabın aslı bulunsaydı, onda Hz. Muhammed (a.s.)'in adının nasıl yazıldığını görmemiz mümkün olacaktı. Kanımıza göre, daha önce İbn İshak'ın Yuhanna İncil’inin tercümesinden bahsederken belirttiğimiz gibi, Hz. Îsa aslında muhtemelen "Munhamanna " sözcüğünü kullanmıştır. Daha sonra bu sözcük muhtelif tercümelerde muhtelif şekilde ifade edilmiş olabilir. Daha sonra, müjdelenen peygamberin isminin hemen hemen "Muhammed" manasına geldiğini gören bir mütercim bu ismi yazmış olabilir. Bu sebeple, sadece "Muhammed" isminin açık seçik şekilde yazıldığını görerek, bütün Barnabas İncili'nin bir müslüman tarafından kaleme alındığını iddia etmek yanlış olur.
Üçüncü noktaya gelince, "Mesih" aslında bir İsrail terimidir. Bu terim, Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Îsa (a.s.)'nın Mesih olduğunu inkâr eden Yahudileri ikna etmek üzere kullanılmıştır. Yoksa, bu ne Kur'an-ı Kerim'in terimidir ne de bu terim Kur'an'da İsrail Oğullarının kastettiği anlamda kul- lanılmıştır. Bu bakımdan, Rasûl-ü Ekrem (a.s.) hakkında, Hz. Mesih (a.s.) "Mesih" kelimesini kullanmış ve Kur'ân-ı Kerim'de bu kelime kullanılmamışsa, bundan Barnabas İncili'nde, Kur'ân'da olmayan bir şeyin Hz. Peygamber'e atfedildiği anlamı çıkmaz. Aslında Beni İsrail'de şöyle bir gelenek vardı. Bir şahıs veya eşya kutsal bir amaç için tahsis edildiği zaman o eşya üstüne ya da şahsın başına mukaddes yağ sürülerek takdis edilmiş olurdu. İbranice'de yağ sürme hareketine "mesh" ve başına yağ sürülene de "mesih" denilirdi. Tapınak ve ibadet yerlerinde bulunan çanak çömlek, tabak, bardak ve sürahiler aynı şekilde "mesh" edilerek ibadete tahsis edilirdi. Kâhin ve rahipler de rahiplik mevkiine getirildiği zaman "mesh" (takdis) edilirlerdi. Aynı şekilde hükümdar ve peygamberler de taç giyerken veya peygamberlik mevkiine yükselirken takdis edilirlerdi. Yani İncil açısından, İsrail oğullarının tarihinde sayısız "mesh" olayı ve "Mesih" vuku bulmuştur. Nitekim, Hz. Harun (a.s.) bir haberci olarak bir "Meshti. Aynı şekilde, Hz. Musa haberci ve nebi olarak, Talût padişah olarak, Hz. Davud padişah ve peygamber olarak, Sadak, hükümdar ve kâhin olarak ve Hz. Elyesa bir nebi olarak birer mesih idiler. Daha sonra takdis etmek için illâ yağ sürme ananesi de kaldırıldı. Aksine, birinin sadece Allah tarafından bir mevkiye veya göreve tayin edilmesi, "mesih" veya takdis edilme anlamına eşit hale geldi. Meselâ, I- Hükümdarlar, Bölüm: 19'da Allah'ın, Hz. İlyas (İlliyah)'a, Haz'ayil'i mesh edip Arâm (Şam) hükümdarı, Nemsi'nin oğlunu meshedip İsrail hükümdarı ve Elyesa'yı meshedip kendisinin yerine nebi yapma emri verildiği kaydedilmiştir. Bunlardan hiçbirinin bar sına yağ sürülmedi. Yalnızca, Allah tarafından bir vazifeye getirildiklerini ilân etmek, onları mesh (takdis) etmek anlamına gelirdi. Demek oluyor ki, İsrail oğullarının anlayış ve geleneklerine göre, "mesih" kelimesi sadece "Allah tarafından görevlendirilmiş" anlamına gelirdi. Ve Hz. Îsa (a.s.) da Hz. Muhammed (a.s.) için "Mesih" kelimesini bu anlamda kullanmıştı.
Not: Yukarıdaki pasaj değerli âlim Seyyid Ebu Ala el Mevdudi'nin TARİH BOYU TEVHİD MÜCADELESİ VE HZ. PEYGAMBERİN HAYATI isimli eserinden iktibas edilmiştir.
Kaynak: