Selâhaddin Çakırgil
Başkaları uslûbunu yitirse bile, biz yitirmeden..
Bir-kaç noktaya değinelim..
1- İnsan robot değildir.. Ayaklarını marşlara ve parmaklarını tetiklere verilen emirlere göre hareket etmek, daha çok toplumlarda ölmeye ve öldürmeye göre hareket etmeyi meslek edinmiş olanlar arasında geçerlidir.
Bunun dışında, herkes hayatın evreleri ve karşılaştığı nice hadiseler karşısında zaman zaman farklı düşüncelere de meyledebilir.. Onun için de, geçmişte farklı düşünceler taşıyanlar, yeni Belki bu gibi durumlarda farklı düşünenleri hemen lanetlemek yerine onları anlamak, daha sağlıklı bir tavır olur.
Bir zamanlar bizim yanımızda bulunup, övgü düzenlerden birileri, bugün farklı yerlere gitmiş olabilir. Ya da, dün uzak yerlerde olanlar bugün bize yakın bir noktaya gelmiş olabilir.
Bu gibi yaklaşımların ya da uzaklaşmaların sebebi ne kadar sağlıklı kavranılırsa, toplum için o kadar faydalı sonuçlar elde edilir. Ama, öyle değil de, dün yanımızda olanları uzaklaştıklarında hemen ’hain, alçak, dönek, şerefsiz!..’ vs. diye; yanımıza gelenleri de hemen, pir’u pâk kimseler halinde değerlendirirsek, işte o zaman alkışladığımız veya lanetlediğimiz kimselerin şahıslarını çok çok aşan bir sosyal bir hastalığın pençelerine düşmüş oluruz..
Bu cümleden olmak üzere, meselâ, bir yazar var.. Bu kişi, aile boyu kalem hayatında olan bir aileden.. Babası da yıllarca marksist söylemlerle sosyo-politik hayatımızda etkili olmaya çalıştı.. Öyle ki, çocukları ortaokul sıralarındayken, onlara, ’Din derslerinden sınıfta kalın, size bisiklet alacağım..’ dediğini, 50 yıl öncelerde, Akşam gazetesindeki makalelelerinde dile getirecek kadar da cür’etkâr ve muannid bir tipti..
Sonra iki oğlu da kendi alanlarında ve kalem hayatında sivrildiler.. Birisi prof. oldu ve yazılarında ve tv. proğramlarında da, yıllar boyu, hep, Türkiye’nin Avrupa Birliği ve onun değerleri içinde erimesini esas alan bir fikrî çizgiyi takib etti ve bu özelliğiyle,Pennsylvania Şeyhi’nin cemaati arasında da bayağı itibar gördü, görmekte..
Diğeri, daha farklı bir vâdide at koşturdu, tarihî denilen ve amma, asıl harcı müstehcenlik olan romanlar yazdı..
Ve amma, bu kişi, günü geldi, AK Parti iktidara gelince, ona ilk yıllarda bayağı övgüler düzdü ve alkışlayan yazılar yazdı.. Günü geldi, AK Parti’ye karşı amansız bir mücadeleye girişti..
Olabilir.. ’Tavşan dağa küsmüş, dağın umûrunda mı?’ misali bir durum..
Ama, son olarak söyledikleri, şirazesinden çıkmış sözler..
Onun aykırı sözleri de umurumuzda olmamalı.. Çünkü, bu kişi, kendisini ’ateist’, / tanrı inancını kabullenmeyen birisi’ olarak açıkça ilan ettiği halde; 10-15 yıl öncelerde bizim terimlerimizle ve bizim duygularımıza imrenerek, ya da 80-100 yıl öncelerdeki Halil Cibran’dan mülhem gibi bazı ifadelerle bizim duygularımızı okşayarak yazdığı bazı yazılarından dolayı, bir zamanlar neredeyse övgülere boğulan birisi idi de..
Şimdi, bu kişi, bir tv. proğramında, kendisi gibi ateist olduğunu açıklayan bir eski sefir kızıyla yaptığı söyleşide, AK Parti’ye oy veren insanları hedef alarak çirkin, yakışıksız sözler söylemiş.. ’Bana herhangi bir gelişmiş ülke söyleyin ki Erdoğan gibi bir adam Cumhurbaşkanı olsun AKP gibi de bir parti iktidarda olsun ve bütün bu hırsızlıkları yakalandıktan sonra da yüzde 40 oy alsın. Böyle bir ülke yok. Var da gelişmiş, uygar anlamda yok..’ buyurmuş ve sözlerinin devamında,’AK Parti yüzde 40 aldığı için Türk insanın dini ve ahlâkî sorunları olduğunu’da eklemiş: ’Böyle bir toplumun diniyle de sorunu var, ahlâkı ile de sorunu var. geleneği ile ilgili cesareti ile ilgili sorunu var.. (…)’
Şimdi bu kişi, ’AK Parti’ye oy veren yüzde 40’lık halk kesimlerinin ahlâkî sorunları var..’ demekte.. Bu kişi, böyle saldırgan sözler söyledi diye, bizim de ona hakaretler etmemiz gerekmez. Onun sözlerinin tersini söyleyip, biz de, ’Onun ve benzerlerinin çok dürüst, ahlâklı olduğunu’ söylesek, o zaman, tıpkı onun gibi,yalancı duruma düşmez miyiz?
2- Meral Akşener, ilginç siyasî tiplerden birisi.. 1996-97’de, yani 28 Şubat Zorbalığı’nın bütün hızıyla Erbakan- Çiller (Refahyol) koalisyon hükûmeti’nde Doğru Yol Partisi (DYP) üyesi olarak İçişleri Bakanlığı’na getirildi ve orada parlayan bir isim oldu. Doğrusu, o Hükûmet döneminde en yiğitçe davranan isimlerden birisi olarak bilinir.. O kadar ki, bir darbeci general tarafından, hakkında çok çirkin, alçakça ifadelerle dile getirilen tehdidlere bile aldırmamıştı..
Akşener, daha sonra, AK Parti’nin kuruluşunda yer aldı.
Ancak, Tayyib Bey’le olan irtibatında bir aksaklık gördü.. Bunu yıllarca önce, (özet olarak) şöyle anlatmıştı: ’Partinin kurulduğu ve faaliyetlerini genişletmeye başladığı ilk andan itibaren Tayyîb Bey, bana son derece saygılı davranıyor ve devamlı, ’abla’diye hitab ediyor, ama, ben partide etkili bir hizmet mevkıinde bulunmuyordum. Bir gün kendisine, ’Tayyib Bey, ben hiç bir şey istemiyorum, sadece AK Parti’nin genel siyasetinin belirlenmesindeki üç kişiden birisi olmak istiyorum..’ dedim..’
Görüldüğü üzere, Akşener’in isteği, hiç de ’fazla bir şey değil’ (!) imiş..
Ama, onun bu hatırlatmasına rağmen, Tayyîb Bey’in, Meral Hanım karşısındaki tavrı ve saygısı hiç değiştirmemiş.. O talebine de hiç bir şey söylememiş.. Ancak, Akşener de, o zaman, kendisinin o partide bir ’vitrin’ malzemesi’ olarak kullanıldığını düşünmüş..
Bunun üzerine, AK Parti’nin kuruluşunun üzerinden birkaç ay geçmemişken, AK Parti’den istifa edip, MHP’ye gitti..
Akşener, MHP’de m.vekili de oldu, kendi partisine ayrılan kontenjandan, yıllarca ve genelde başarılı olarak nitelenen Meclis Başkan Vekilliği de yaptı..
Ancak, MHP içinde ne zaman Devlet Bahçeli’ye karşı bir başka isim sözkonusu olsa, ilk akla gelen isim Akşener oluyordu.. Gerçi, Meral Hanım, bu gibi siyasî mücadeleye hiç atılmamıştı, ama, bu durum, tek başına Devlet Bahçeli için yeterli sayılmıyordu..
Nitekim, MHP içindeki kıpırdanışlarda Meral Hanım’ın ismi geçtikte, Bahçeli sonunda patladı ve medya mensublarının önünde, açıkça, ’Akşener deyip durmayınız, çizerim üstünü..’ deyiverdi ve dediğini de yaptı ve 1 Kasım seçimleri için hazırladığı m.vekili adaylığı listesinde ona yer vermedi..
*
Meral Akşener da medyada yer alan ve kendisine nisbet edilerek yazılar ve tarafından reddedilmeyen iddialara göre şunları söylemiş: ’Devlet Bey, çok ön plana çıkmamdan rahatsız oldu. 7 Haziran seçimlerinde beni aday göstermeyeceğini düşündüm, ama aday gösterince şaşırdım.
Hakkımda o kadar konuştu, konuştu; sonra da, 7 Haziran seçimleri sonundaki yemin töreni sırasında Meclis Genel Kurulu’nda yanına çağırdı. 12 dakika yanında oturdum. O kadar dayanabildim sonra kalktım.
Bu sefer aday yapmaz dedim. O yüzden adaylık başvurumu kendim yapmadım. Danışmanım aracılığı ile başvuruda bulundum. Meclis’teki yemin töreni sonrası kendisiyle hiç görüşmedim, bir araya gelmedim. Bu süreçte bir aracı vasıtası ile görüşmek için beni Genel Merkez’e ayağına çağırdı gitmedim. 1 Kasım’a kadar evimde gelişmeleri izleyeceğim. 1 Kasım sonrası izleyeceğim yol haritamı çizeceğim.’
Evet, Akşener’den aktarılan görüşler bunlar..
Akşener, bundan sonra ’MHP’de kalır ve ilerde Genel Başkanlık Mücadelesine mi atılır? Yoksa, MHP’den ayrılır mı?’ gibi suallerin cevabını vermek için henüz vakit erken.. Hakkında hatırlanacak olan ise; dürüst, yürekli, mücadelede dirençli ve sağlam karakterli bir siyasetçi olduğu gibi özellikleri olacaktır.
3- Gençlik yıllarında MTTB ve daha sonra da Millî Görüş camiasının hemen her kademesinde yorulmak bilmez, heyecanlı çabalarıyla tanınan Osman Yumakoğlu,birkaç yıldır süren rahatsızlığı dolayısiyle, İst.-Florya’da Cumhurbaşkanlığı Köşküolarak bilinen mekânın müştemilatında istirahat ettirilmekte ve tedavi görmekte..
19 Eylûl günü kendisini ziyaret ettim. Nefes alabilmesi için, boğazından bir delik açıldığından sesi çıkmıyor, ama duyuyor ve duygularını önündeki deftere yazarak dile getiriyor. Hâfızası da maşaallah, berrak..
Bu sıkıntılı döneminde, ona bu imkanı sağlayan en üstteki siyasî irade sahibinin hassasiyetine teşekkürler..
Osman Bey’e de, Allah’u Tealâ’dan sağlık ve âfiyetler niyaz ediyorum.
(Bu vesileyle, M Kemal’in deniz üstündeki kurulmuş olan köşkünü de gezmek imkanı oldu.. Bir müze oluşturulmuş orada şimdi.. Elbiselerinden, gece kıyafatlerine, terliklerine, çoraplarına, karyolasına, tabaklarına, çatal -bıçaklarına kadar hemen her şey sergilenmişti.. Hattâ, Prof. Âfet İnan’ın ve diğerlerinin karyolaları.. Yalnız bir şey noksandı.. Su içtiği bardaklar varken, içtiği öteki şeylerin şişe ve kadehleri niye sergilenmemişti?.)
4- Yıllardır olduğu gibi, 7 Haziran seçimleri öncesinde en akıl almaz yalan ve yanlış sözlerle, ve daha ilginç olanı, kendi aralarından çıkmış olan bir Tayyib Erdoğan’a saldıran ve üstelik, bağlılarının pek çoğu da ehl-i namaz insanlardan oluşan bir siyasî parti, son seçimlerde yüzde 2,5 civarında oy aldığı halde; hâlâ, kendilerine illâ da 20 kişilik, yani bir Meclis’de bir grup oluşturacak kadar m.vekili isteyip, bunu alamayınca.. Halkımızın 90 yıllık mücadelesinden sonra kazanımlarını yitirmek pahasına da olsa, yıpratıcı faaliyetlerine yeniden hız verdiler.. HÜDAPAR’ın yaptığı gibi, hiç değilse, seçimlere katılmayacaklarını açıklamazlar mıydı? Allah akıl- fikir, idrak ve insaf versin..
5- Dün, İst.-Yenikapı’da, teröre karşı yapılan dev gösteri sırasında TRT Haber’in yaptığı canlı yayında, proğramın sunucuları ve sorumluları ne işle meşguldüler, acaba?. Orada Cumhurbaşkanı ve Başbakan ve diğer zevatın huşû içinde dinledikleri Kur’an okunurken ve sonra yapılan dualar sırasında, AK Parti adayı olan bir kişinin dakikalarca süren konuşmalarına yer verilmesi kesilmeli değil miydi? Velev ki, o kişi önemli şeyler söylemiş olsa bile, o Kur’an’ların ve o duaların bütün ülkeye yayınına sed mi çekilmeliydi? O arkadaşların görüşleri sonra da verilebilirdi..
O proğramın sunucusu ve o proğramın sorumlusu, bunu nasıl oldu da düşünemediler?
*
,dirilişpostası