Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Başkalarının işlediği zulüm ve cinayetler, 'emsal' teşkil edebilir mi?

Başkalarının işlediği zulüm ve cinayetler, müslümanlar için bir 'emsal' teşkil edebilir mi?

Dünyanın neresinde bir terör eylemi olsa, işin içinden yine müslüman ismi taşıyan failler çıkar mı endişesiyle yüreğimiz ağzımıza geliyor, son on yıla yakın süredir...

11 Eylûl 2001 Saldırıları oldu, böyle oldu.

B. Amerika'da tezgahlanan 11 Eylûl 2001 Saldırıları'nın en büyük sonucu, kapitalist emperyalizm dünyasında, komünist emperyalizmle girişilen boğuşmanın Soğuk Savaş faslı da sona ermesinden sonra, meşguliyetsiz, savaşsız ve hele de Soğuk Savaşsız kalan kapitalist emperyalizm için bir taze kan oluşturmasıydı..

Yeni 'Soğuk Savaş'ın düşman kutbu olarak İslam'ın ve müslüman toplumlarının alınması, uluslararası bir şeytanî proğramın bir parçasıydı..

Bugün kapitalist emperyalizmin tasallutu altında yaşıyan toplumların sokaktaki sıradan insanları, durumu şaşkınlıkla izliyorlar ve diyorlar ki: 'İslam dini ortaya yeni çıkmamıştı.. Asırlardan beri vardı.. Bizim neslimiz, geçmiş asırlardan gelen hikayelerin aksine,  müslümanları ve onların dinini hiç de düşman olarak görmemiştik. Gerçi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Filistin, Cezayir vs. yerlerde, bir takım savaşlar oluyordu; ama, biz müslümanları ve İslam'ı toptan bir düşman olarak görmüyorduk, artık..

Ama, ne olduysa, oldu..

Bize İslam'ın yeni ve asıl düşmanımız olduğu bildirildi.. Stratejisyenler, teorisyenler, siyasetçiler, sosyologlar, filozoflar, edebiyatçılar, medyacılar, sinemacılar, hattâ muzisyenler bile İslam'ın ne kadar tehlikeli olduğunu her vesileyle anlatmaya, hatırlatmaya başladılar..  Bazıları, müslümanların İslam'dan ayrı düşünülmesi gerektiği gibi iddiaları da ortaya attılar ; ama, müslümanların, kendilerini dinlerinden ayrı düşünmek isteyenlere samimiyetle yaklaşamıyacakları da açıktı..  Nitekim, öyle de oldu..

Bugün toplumlarımız şaşkınlık içinde olsa da, bize dikte edildiği gibi, artık müslümanları tıpkı tarihten gelen hikayelerde olduğu üzere düşman biliyoruz..  Ama, 'Niçin?'in cevabını bir türlü veremiyoruz..  Müslümanlar da duvar değil ya, herhalde onlar da bizden uzaklaştılar.. )' 

*

Evet, emperyalistler bu entrika planlarında başarısız oldular, denilemez.. Çünkü, tam da 19. yüzyılda,  'savaş, politikanın değişik vasıtalarla devamından başka bir şey değildir..' diyen Prusya'lı ünlü savaş teorisyeni Clausewitz'in, 'savaşı, düşmanının değil, senin istediğin zaman ve mekan şartlarına göre yapmalısın..' şeklindeki görüşüne uygun şekilde, inisiyatifi hep ellerinde bulunduracak şekilde hareket etmeye özel bir dikkat gösterdiler.. Ve gerçekten de, kapitalist dünyanın egemenlik ve tasallutundaki toplumlar ile müslümanlar arasında, çeyrek yüzyıl öncesinde tasavvur bile edilemiyecek şekilde, görünmez duvarlar örüldü..

 (Durumu daha iyi anlatacak bir örnek: Geçen hafta, kadîm dostlardan K. O. hoca, telefon etti.. Hastahanede olduğunu söyledi.. Son 1-2 senedir ağır bir rahatsızlık geçirmekteydi ve kemoterapiden olumlu sonuç alınmıştı.. Biz de sevinmişti ki, kendisi de..  Şimdi ise, yine hastahanedeydi.. Hitab şeklimden üzüntümü anlamış olmalı ki, hemen açıkladı:

-Yooo, yooo.. O evelki mes'eleden dolayı değil.. Bu kez, bambaşka bir konu..

Ve anlatmaya başladı macerasını..

-Bir kişi paramı cüzdanımı almak istedi, boğuştuk.. Yere düştüm.. Kemoterapi gördüğüm için kemiklerim zayıflamıştı.. Sağ kolumun üzerine düştüğümde, pazu kemiğim, omuz hizasından kırılmış..

Şimdi alçıya aldılar.. İyiyim..

-Saldırgan yakalanabildi mi?

-Hayır.. Ancak, kaçarken cep telefonunu düşürdü.. Onu  polise verdim.. Bu kadar güçlü delil elde olduğu halde, polisten, bir haftadır bir haber yok.. Benim ifademi  almaya bile gelmediler..

-Sen alman vatandaşı değilsin ya, belki onun içindir..

-Evet, değilim.. Ama, alman vatandaşı bile olsam, ismime bakıp benim müslüman olduğumu anladıklarında, yine sahib çıkmazlar.. Halbuki, bir başka alman veya kendi dünyalarından bir başka yabancıya yapılsaydı böyle bir saldırı, o zaman görürdünüz, ortalığı nasıl velveleye verdiklerini.. Televizyonlarda, gazetelerde günlerce nasıl gündeme getirildiklerini..'

Evet, aynen böyle olurdu..

40 yılı aşkın zamandan beri buralarda olanlar bunların eskiden böyle olmadıklarını ısrarla belirtiyorlar.. Şimdi ise, özellikle de 11 Eylûl 2001 Saldırıları'ndan sonra, müslüman yabancılar çekip gitmeleri istenen yabancı maddeler veya potansiyel düşmanlar olarak görülüyorlar..

Bu kadar ağır sosyo-psikolojik baskı altında olanların sağlıksız refleksler vermesi de tabiî sayılmalıdır.. )

*

Ancaaak, bu, husus da, müslümanların kendilerini bir muhasebeye çekmekten kaçmak için bir vesile olmamalıdır..

Bu gibi ağır sosyo-psikolojik baskılar altında olanlar, kendilerinin yabancı olarak değerlendirilip dışlandıklarını hissettikçe, -bir müslümanın sahib olması gereken çoğu hassasiyetlerden de habersiz oldukları halde-, tepkilerini, 'Onlar bizi dışlıyorlar, biz de onlara böyle tepki vermekte haklıyız..'  mantığıyla veriyorlar ve yaptıklarının bütün müslümanlar ve İslam hakkında sağlıksız değerlendirmelere vesile olacağını düşünemiyorlar bile.. Bu gibiler isimleriyle veya kültürel kimlik aidiyeti açısından müslüman sayılıyorlar ve 'kültürel müslüman' tipolojisinde değerlendiriliyorlar..

*

Bu arada, toplumu temelden değiştirmek isteyen ve amma, bunun, bir nesneyi boyacı küpüne daldırıp çıkarmak kadar kolay olacağını sanan, 'hyper emotive/ taşkın heyecanlı'  müslüman tipler veya gruplar da, eylemlerinin sonunun ne olacağını düşünmeden, 'Biz hele bir yapalım da, sonucuna göre de o zaman karar veririz..' mantığıyla, plansız-proğramsız eylemler gerçekleştiriyorlar ve başarılı olursarla daha bir bileyleniyorlar.. Birileri de, kendilerini isbatlamak için belki gerekli görüp, başarılı olamadıkları zaman bile, gençlik dönemlerine aid hoş bir hatıra olarak taşıyabileceklerini düşünerek, gündem oluşturmanın tadını çıkarıyorlar..

Bu gibi örnekleri hele de son yıllarda giderek daha çok görüyoruz..

*

Halbuki, savaşların global planda ve çok yönlü olarak verildiği çağımızda, elbette mücadelede benimsenen metodlar, içinde bulunulan zaman ve mekana göre, farklı olabilir... Ama, bu gibi mücadelelerde, bir müslümanın, kısa veya uzun vâdede kazanılması planlanan zaferlerden de önce;  Allah'ın rızasını gözetmesi ve eylemlerinin,  karar ve mücadelelerinin müslümanlara zarar vermemesi için gerekli dikkati göstermesi temel şarttır..

Ama, özellikle sözkonusu yeni Soğuk Savaş sürecine girildikten sonra bu konuda müslüman gruplardan bazılarının verdiği mücadelelerde, bu inceliğe çok da dikkat edildiği söylenemez.. Bunun içindir ki, sağda-solda bir takım müslüman kişi veya gruplarca ve emperyalist hedeflere karşı mücadele niyetiyle gerçekleştirilen saldırıların gündeme daha bir büyütülerek taşındıklarını gördük..

Çoğu, küçük birimlerce gerçekleştirilen bu gibi mücadeleler eskiden de vardı, ama, üzerlerine kameralar bugünkü yoğunlukta çevrilmediği ve dünya çapındaki iletişim imkanları da bu kadar yaygınlaşmadığı ve de 'İslamofobia' (İslam korkusu)  paranoyası henüz bu derecede güçlü olmadığı için, bu gibi mücadele veya eylem tiplerinin pek o kadar farkında olunmuyordu..

Şimdi ise, her nerede bir bomba patlasa, bir terör eylemi olsa, altından yine bir müslüman isimli kişi mi çıkacak endişesi sarmakta nicelerimizi..

Ve yazık ki, bir çok terör eyleminde öyle oldu.. (Terör nitelemesinin gelişi-güzel yapıldığı sanılmasın.. Terör eylemi nitelemesi, sivil-silahsız kitleleri korkutmak, sindirmek için yapılan silahlı eylemler için kullanılmaktadır.. Sadece, devletlerin silahlı güçlerine karşı girişilen silahlı saldırıların, bu açıdan, terör eylemi olarak nitelenmesi doğru olmayıp, o gibi eylemlere başka bir isim verilmesi gerekir.. ) 

B. Amerika'da, esrarengiz bir kaatil, birbirinden yüzlerce km. uzaktaki mekanlarda, beklenmiyen noktalarda, birilerini hedef seçiyor ve bir tek mermiyle katlediyordu.. Amerikan toplumunu, aylarca süren bir korku salmıştı..

Sonunda, bir arabanın içinden gizli bir bölümünden, susturulmuş takılı silahlarla açılan ateşlerin failinin bir Amerikan vatandaşı ve de zenci olduğu anlaşıldı.. (Zenci oluşunu bilhassa belirtiyorum.. Çünkü, onlar, bir bakıma, kendilerine insan muamelesi yapmayan beyaz topluma karşı daha bir kin ve nefretle dolu oluyordu..)

Amma..

Dahası, bu kişi sonradan müslüman olmuş bir Amerikan vatandaşı idi.. .

Ama, bu cinayetleri ona müslümanlığının işlettirdiği  kanaati daha bir pekişmişti.. 

Sonra, yine B. Amerika'da bir kışlada bir doktor binbaşı, oradaki askerleri taramış ve 13 kişiyi öldürmüştü.. Ki, Amerika'da böyle vak'alar sık sık olur, hele de okullarda.. Ama, bu eylemi veya çılgınlığı gerçekleştiren kişi de müslüman ismi taşıyordu ve Ürdün asıllı bir Amerikan vatandaşı idi..

*

Londra'da, Madrid'de, meydana gelen patlamalarda ölen yüzlerce insan ölürken, bu eylemleri de 'müslüman' ismi taşıyan kişiler üstleniyordu..

Artık o kadar huzursuzluk verici bir durum meydana gelmişti ki, 'Her silahlı eylemin arkasından bir müslüman mı çıkacak?'  diye bekler hale getirilmişti, dünya kamuoyu..

Nitekim, Norveç'de, bir gençlik kampının taranıp, 18 yaşın altında 70 kadar çocuğun  korkunç şekilde öldürüldüğü haberiyle dünya kamuoyu dehşetle sarsılınca, bizim de  yüreğimiz ağzımıza gelmişti,  'Bunun altından da mı bir müslüman çıkacak?' diye..

Bereket ki, o vahşi saldırının failinin, eylemini, 'İslamofobia'  etkisiyle yaptığı anlaşılıyordu.. Üstelik de, 1-2'si hariç, tamamı gayrimuslim ailelerin olan o çocukları o korkuyla, o paranoya ile ve toplumun dikkatini çekmek için katletmişti..

Bunun içindir ki, fakir'in 24 Temmuz 2011 tarihli yazısı  'İçinde bir tuhaf memnuniyet ve sevinç de taşıyan bir korkunç cinayet ve çılgınlık..'  başlığını taşıyordu..

Öylesine korkunç bir cinayet karşısında memnun olunabilir miydi?

Olunamazdı, ama, müslümanlar o kadar ağır bir baskı altında tutuluyorlardı ki, o  canavarca eylemin failinin bir Norveç vatandaşı ve bir hristiyan olması yine de rahatlatmıştı.. Ayrıca, terör eylemlerinin, belli bir dine mahsus sayılmaması gerektiği açısından, dünya kamuoyuna öğretici bir mesajı da vardı..

*

Ama, birkaç ay önce Belçika'nın Liege şehrinde, bir meydandaki insanlara yönelik bir silahlı tarama eylemi sonunda 6 kişi katledilince, bu gibi hadiselerden sonra gelecek haberler üzerine diken üstünde bulunan müslümanlar, yazık ki, o kaatilin de,  bir Fas vatandaşı olduğunu öğrenince, yine hayal kırıklığı yaşadılar.. Bu kişinin uyuşturucu mübtelası ve de kaçakçısı çıkması da neticeyi değiştirmedi; çünkü, ismi, bir müslüman ismi idi..

*

Ve son hadise..

19 Mart sabahı, Fransa'nın Toulouse şehrinde, bir yahudi okuluna silahlı saldırıda bulunuluyor ve motosikletli bir saldırgan tarafından, bir haham-öğretmen ile onun  iki çocuğu ve bir de 10 yaşında bir kız, yani toplam 4 yahudi öldürülüyordu..

Fransa'da, Mayıs başında yapılacak C.Başkanlığı seçimleri eşiğinde, giderek tırmanan ve bizzat Sarkozy tarafından da geliştirilen ırkçı söylemler ve yabancı düşmanlığı açısından, ilk anda, konunun, o seçim propagandalarındaki konuşmaların bir yansıması olabilirdi..

Toplumda nefret oluşturmaya yönelik söylemlere itibar edilmesinin yanlışlığını düşünenler için bu eylem, bir ikaz mahiyetindeydi.. Çünkü, o ırkçı söylemler geliştirilirse, hristiyan Avrupa toplumlarının kültüründe ve geleneğinde küllenmiş gibi gözüken, ama her an parlayabilecek durumdaki bir 'anti-semitizm' (yahudi düşmanlığı) yangınını yeniden ateşleyebilirdi.. Bu bakımdan, bütün siyasetçiler  bu hadise üzerine en yüksek seviyede eğildiler..

Fransa ve dünya ayağa kalktı; Avrupa ayağa kalktı, İsrail ayağa kalktı..

Ve bu arada, o yahudi okuluna yapılan saldırıdan 3-4 gün önce de, Cezayir asıllı fransız vatandaşı olan 3 askerin de öldürüldükleri bir çeşni olarak hatırlandı..

Halbuki, bu askerlerin öldürüldükleri, müslüman oldukları  için, kamuoyuna yansımamıştı bile..

Ne korkunç bir ayrımcılık, görüyor musunuz?

Kendi rejimlerinin askerlerinin öldürülmesi bile, onlar sırf müslüman oldukları için, ilgi çekmemişti..

Ne zaman ki, 4 yahudi öldürülünce, dünyada büyük bir tepki meydana getirdi, o zaman bu müslüman askerlerin katledildiği de bu arada dünyaya yansıyıverdi.. Ama, dahası, fransız askeri o üç müslümanın da motosikletli bir saldırgan tarafından öldürüldüğü anlaşıldı.. Yoksa, belki de kimvurdu'ya gideceklerdi..

Herhalde, Sarkozy, söylemlerinin toplumda ektiği düşmanlık tohumlarının neticesini görecekti.. Ve Sosyalist Parti'den rakibi olan François Hollande  ve tarafdarları, onu bu noktadan vurmaya hazırlanıyorlardı.

Brüksel merkezli Avrupa Hahamlar Konferansı"ndan yapılan açıklamada, "Bu korkunç eylem hoşgörüsüzlük çıbanının büyümesine izin verilen bir toplum  göstergesidir. Failleri derhal bulunmalı" deniliyor;  İsrail rejimi başbakanı Binyamin Netanyahu ise, "Fransa"da küçük çocukların da kurban olduğu alçakça Yahudi cinayetleri yaşandı" diye konuşuyordu..

Ki, işte tam o sıradan, bu kaatilin Cezayir asıllı, Muhammed Merah isimli bir fransız vatandaşı olduğuna dair haberler tabloyu alt-üst etti..

Üstelik, öldürülen o müslüman askerlerin de, bu kişi eliyle katledildiği ortaya çıkıverdi!.

Ve kaatilin izine rastlandı.. Bu, 23 yaşlarında birisi idi.. Evi kuşatmaya alındı.. O, Fransız resmî makamlarından  yapılan açıklamalara göre, Filistin'deki çocukları öldüren İsrail'e karşılık vermek için öldürmüştü, bu yahudi çocuklarını..

Pekiy, o müslüman askerleri (ki, Cezayir asıllı oldukları tiplerinden de anlaşılıyormuş) niçin öldürmüştü? Bu konunun üzerinde pek durulmadı..

Ama, 19-20 yaşına kadar başıboş sokak gençlerinden birisi olarak yaşadığı söylenen ve amma, son birkaç yıl önce Afganistan ve Pakistan'a gittiği söylenen ve orada 'selefîlik' denen cereyanın veya Tâlibân'ın etkisinde kaldığı söylenen bu gencin sağ olarak ele geçirilmesi isteniyordu, ama, 32 saat süren bir kuşatmadan sonra, pencereden atlayıp kaçmak isterken, vurulup öldürüldü ve birçok şeyin üzerine bir 'acaba?' örtüsü örterek bu dünyadan gitmiş oldu.

*

Bu serî katl hadiseleri, ilk anda, Sarkozy'nin rakiblerini seçimleri kazanmakta daha bir umutlandırmışken;  kaatilin 'müslüman' çıkması tabloyu Sarkozy lehine çevirmiş gibi.. Nitekim, Fransa'dan gelen haberlere göre, ortaya çıkan bu durum, Sarkozy'nin yabancı düşmanlığı konusundaki iddialarının daha da güçlenmesine vesile olduğu şeklinde değerlendiriliyor..Ve bazı anketlere göre, Sarkozy, bu son cinayetlerden kazançlı çıkmış bulunuyor..

Hattâ, bazıları bu tablonun, Sarkozy ve yandaşlarınca dikkatle kurulmuş bir komplo olabileceğini bile gündeme getiriyorlar..

Sarkozy gibi, iktidarda kalabilmek için her türlü manevrayı yapmaya hazır olduğunu defalarca isbatlamış birisi sözkonusu olunca bu ihtimal de tamamen gözardı edilemiyor..

*

Ama, biz müslümanların bu hadiselerden çıkaracağımız asıl ders, bir kısım 'müslüman' genç insanların, hem de bir-iki sene bir yerlere gidip, oralarda bazı eğitimleri aldıktan sonra, hemen, dünyada İslam adına cinayetler işlemeye kalkışması..

Bunu reddetmek kolaydır, ama, gerçeği yansıtıyor mu?

Sadece başkalarını suçlamak yerine, bir de kendi saflarımıza bakmamız gerekmiyor mu?

Hatırlayalım ki, bu sütundaki yazıların altına yazılan yorumlarda bile, kendileri gibi düşünmeyen müslümanları katletmekte hiç de tereddüd etmiyeceklerinin işaretlerini verecek derecede fanatik ve amma, Allah'ın dini adına hareket ettiklerini düşünen ve hattâ, Gaddafî'nin öldürülüşünde sergilenen -ve burada tekrarlamaktan teeddub ettiğim- en ahlâksızca sahneleri bile, şeriat adına teyid eden yazılar yazıldığını bile gördük..

O halde, başkalarını suçlamaktan önce, kendi saflarımıza da bir bakmamız ve insanlık karşısındaki İslamî sorumluluğumuzu da derin derin düşünmemiz gerekiyor..

Başka din ve ideolojilerinin zulüm ve cinayetleri, vahşilikleri bizim için bir ölçü olabilir mi?

Biz de onlar gibi olacaksak, o zaman farkımız ne olacaktır, onlardan?

Onların yaptıkları kendi dinlerine, kendi ideolojilerine uygun olabilir; ama, müslüman ismiyle bir çok cinayetleri işleyenlerin yaptıklarının da gerçekten İslam adına kabullenilebilecek bir tarafı var mıdır?

 

haksöz

Bu yazı toplam 1671 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar