Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)
Sakarya'da 482., Ankara'da 460.,
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu, 482. hafta basın açıklamasında Türkiye’nin komşu ülkelerle sorunlarını çözerek, ABD öncülüğündeki Batı Bloku’ndan bağımsız bir siyaset geliştirmesi gerektiğini söyledi
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 482. hafta basın açıklamasını Diriliş Saati Dergisi’nden Muhammed Emin Duman okudu. Türkiye ile Rusya arasındaki görüşmelerin değerlendirmesiyle başlayan açıklamada Duman, “Türkiye’nin bağımsız dış politika izlemesi halinde farklı seçeneklerin her zaman söz konusu olabileceğini, dünyada Amerika ve batılı müttefiklerini tek güç merkezi olarak gören kompleksli yaklaşımdan uzak durulması gerektiğini bu meydanda sürekli ifade ettik. İktidarın 2010 yılına kadar sürdürmeye çalıştığı “komşularla sıfır sorun” merkezli dış politikanın doğruluğunu hep tekrarladık. Putin’in son ziyaretinin bu bağlamda yeni bir adım oluşturmasını temenni ediyoruz. Bu ziyaretin Amerika ve Avrupa’yı rahatsız etmesini anlamlı buluyoruz. Türkiye’nin sanal bir tehdit algılaması ile NATO’ya dahil olduğu tarihten bu yana iç ve dış tüm politikalarımız üzerinde Batı blokunun belirleyiciliğini gözden geçirme zamanı geldi geçiyor… Türkiye, Amerikan emperyalizminin vurucu gücü olarak kullanılan NATO’dan ayrılmalıdır. Türkiye’nin Batı bloku ile olan ilişkileri ise karşılıklı saygı ve adalet merkezli olarak sürdürülmelidir.” dedi.
19. Milli Eğitim Şurası’nda gündeme gelen din kültürü dersleri tartışmasının da değerlendirildiği basın açıklamasında Muhammed Emin Duman, “Türkiye’nin laik elitleri İslam dini ve dindar kesimle ilgili değerlendirmelerinde sürekli hata yapmaya devam ediyorlar. İslam’ı ya Ortaçağ Hıristiyan dogmatizmi, ya Amerikancı/Ilımlı İslam ya da IŞİD gibi şiddet örgütleri üzerinden anlama/yorumlama gibi bir yanlışı ısrarla sürdürüyorlar… Özellikle CHP çatısı altında kümelenen bu zihniyet acilen kendi özeleştirisini yapmalıdır. Bu ülkenin çocuklarının dinlerini öğrenmelerinin aydınlık bir geleceğin önünü açacağını unutmamaları gerekiyor. Sürekli din istismarı üzerinden gerçekleştirdikleri muhalif söylem ve tutum, ilgili kesimlerin çoğunluğu oluşturan dindar halk nezdinde mahkum olmaları sonucunu doğuruyor. Bu durum, dindar-laik çatışmasını körüklediği gibi yanlış din algısının gelenek haline gelmesinin önünü açıyor.” dedi.
Din kültürü derslerinin, kapitalist hayat kültürünün yaygınlaştığı gerçeğinin üstünü örtmemesi gerektiğine dikkat çekilen açıklama şu ifadelerle son buldu: “Kapitalist yaşam biçiminin, modernitenin kutsandığı veya normalleştirildiği bir ortamda şekilsel reformlarla değişim oluşturamazsınız. Öncelikle kapitalist tüketim anlayışına dur diyecek tedbirler alınmalı, saraylar/konaklar yaptırmaktan vazgeçilmeli, emeğin ve kaynakların sömürülmesi engellenmeli, adil bir gelir bölüşümü sağlanmalı, Allah’ın haram kıldığı tüm davranış biçimleri fesad olgusu üzerinden reddedilmeli; sonra arzu edilen toplumsal dönüşüm için yapısal reformlar hayata geçirilmelidir. Aksi takdirde kapitalist- muhafazakar olarak tanımlanabilecek ucube bir nesilden başkasını yetiştiremezsiniz. Kapitalist ahlak Müslüman şahsiyetin ahlakı olamaz. Kapitalist ahlak ile dindarlık asla yan yana gelemez. Dolayısıyla kapitalist ahlak anlayışı ile hesaplaşmadan, kapitalist paradigmayı kökten reddetmeden şekilsel reformlarla Müslüman bir nesil inşa edemezsiniz.”
482. Hafta Basın Açıklaması
BAĞIMSIZ TÜRKİYE’Yİ İNŞA ETMELİYİZ!
Türkiye, Rusya Devlet Başkanı Putin’i ağırladı. Ukrayna krizi nedeniyle Amerika ve Avrupa’nın ambargosu ile karşı karşıya olan Rusya ve Türkiye arasında ekonomi ağırlıklı önemli müzakereler gerçekleşti.
Türkiye’nin bağımsız dış politika izlemesi halinde farklı seçeneklerin her zaman söz konusu olabileceğini, dünyada Amerika ve batılı müttefiklerini tek güç merkezi olarak gören kompleksli yaklaşımdan uzak durulması gerektiğini bu meydanda sürekli ifade ettik. İktidarın 2010 yılına kadar sürdürmeye çalıştığı “komşularla sıfır sorun” merkezli dış politikanın doğruluğunu hep tekrarladık.
Putin’in son ziyaretinin bu bağlamda yeni bir adım oluşturmasını temenni ediyoruz. Bu ziyaretin Amerika ve Avrupa’yı rahatsız etmesini anlamlı buluyoruz. Türkiye’nin sanal bir tehdit algılaması ile NATO’ya dahil olduğu tarihten bu yana iç ve dış tüm politikalarımız üzerinde Batı blokunun belirleyiciliğini gözden geçirme zamanı geldi geçiyor… Türkiye, Amerikan emperyalizminin vurucu gücü olarak kullanılan NATO’dan ayrılmalıdır. Amerika’nın NATO eliyle gerçekleştirdiği katliamlara, işgallere ortak olmamak adına NATO’ya hayır demeliyiz. Türkiye’nin Batı bloku ile olan ilişkileri karşılıklı saygı ve adalet merkezli olarak sürdürülmelidir. Batı eksenli küresel hegemonya kesinlikle reddedilmelidir.
Bu vesile ile iktidarın 2010 yılı sonrası dış politikasını özeleştiriye tabii tutarak yeniden dizayn etmesini umut ediyoruz. Suriye başta olmak üzere Irak’ta, Lübnan’da, Libya’da ortaya konulan dış politika hatalarından dönüş bir erdem olarak görülmelidir.
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) militanlarını Türkiye’de eğitme projesi gibi ucube tercihler Türkiye’nin geleceğini karartıyor. Suriye’de halkın iradesine dayanan siyasi çözümün tek yol olduğu net bir şekilde fark edilmeli ve bu çözüme hizmet edecek barışçıl teşebbüsler desteklenmelidir. Suriye’de çatışmanın değil barışın dili hakim olmalıdır. Suriye’deki tüm tarafların dahil edildiği bir barış için önyargılar bertaraf edilmeli, bütün imkanlar/seçenekler değerlendirilmelidir.
İlkokullara din derslerinin mecburi olarak konulması üzerinden yürüyen tartışma Türkiye’nin geçen haftaki gündemine oturdu.
Türkiye’nin laik elitleri İslam dini ve dindar kesimle ilgili değerlendirmelerinde sürekli hata yapmaya devam ediyorlar. İslam’ı ya Ortaçağ Hıristiyan dogmatizmi, ya Amerikancı/Ilımlı İslam ya da IŞİD gibi şiddet örgütleri üzerinden anlama/yorumlama gibi bir yanlışı ısrarla sürdürüyorlar. Kur’an ve sahih sünnetin ortaya koyduğu, tevhid-adalet-özgürlük eksenine oturmuş gerçek İslam’ı anlamak için gayret sarfetmiyorlar. Buna bağlı olarak da din adına söylenen ve yapılan her şeye içeriğine bakmadan karşı çıkıyorlar.
Özellikle CHP çatısı altında kümelenen bu zihniyet acilen kendi özeleştirisini yapmalıdır. Bu ülkenin çocuklarının dinlerini öğrenmelerinin aydınlık bir geleceğin önünü açacağını unutmamaları gerekiyor. Sürekli din istismarı üzerinden gerçekleştirdikleri muhalif söylem ve tutum, ilgili kesimlerin çoğunluğu oluşturan dindar halk nezdinde mahkum olmaları sonucunu doğuruyor. Bu durum, dindar-laik çatışmasını körüklediği gibi yanlış din algısının gelenek haline gelmesinin önünü açıyor.
Din derslerinin ilkokullarda mecburi kılınması hususunda iktidara da söyleyeceklerimiz var. Kapitalist yaşam biçiminin, modernitenin kutsandığı veya normalleştirildiği bir ortamda şekilsel reformlarla değişim oluşturamazsınız. Öncelikle kapitalist tüketim anlayışına dur diyecek tedbirler alınmalı, saraylar/konaklar yaptırmaktan vazgeçilmeli, emeğin ve kaynakların sömürülmesi engellenmeli, adil bir gelir bölüşümü sağlanmalı, Allah’ın haram kıldığı tüm davranış biçimleri fesad olgusu üzerinden reddedilmeli; sonra arzu edilen toplumsal dönüşüm için yapısal reformlar hayata geçirilmelidir. Aksi takdirde kapitalist- muhafazakar olarak tanımlanabilecek ucube bir nesilden başkasını yetiştiremezsiniz. Kapitalist ahlak Müslüman şahsiyetin ahlakı olamaz. Kapitalist ahlak ile dindarlık asla yan yana gelemez. Dolayısıyla kapitalist ahlak anlayışı ile hesaplaşmadan, kapitalist paradigmayı kökten reddetmeden şekilsel reformlarla Müslüman bir nesil inşa edemezsiniz.
Dindar kesimin öncülerinin ve iktidar mensuplarının ahlaki kokuşmuşluğu giderecek tedbirler almayı temel strateji edinmediği, iktidar nimetlerinden faydalanmanın sarhoşluğunun yaşandığı mevcut sürecin kökten yargılanması gerektiği kanaatindeyiz.
Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına Diriliş Saati Dergisi
"chp iktidarında bile olmayan yasaklar AKP iktidarında uygulanıyor. Cezaevlerine dergi göndermek yasak"
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU’NUN
06 ARALIK 2014 TARİHLİ 460. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli misafirler! Basın açıklamamıza hoş geldiniz.
En bilinen tarifine göre laiklik; “din ve devlet işlerinin ayrılması” olarak tanımlansa da, Türkiye’de uygulama böyle olmamış, devletin dine tahakkümünü esas alan Bizantizm şekline dönüşmüştür. Bu yüzden hilafet kaldırılmış, medrese ve tekkeler yasaklanmış, cami, medrese ve çeşitli külliyelere ait vakıflara el konulmuş, camiler devlet dairesi imamlar da memur statüsüne alınarak devlet dine hükmeder hale getirilmiştir. Din eğitimi devlet tekeline alınarak İslâm dini bazı ibadetler ve güzel ahlaktan ibaret gibi gösterilmiş, muamelat ve ukubata ait hükümler unutturulmaya terk edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde halk eğitimi vazifesi gören tekke, zaviye, cem evleri ile diğer meslek kuruluşları kapatılmış, yerine Halkevleri kurularak Osmanlı toplumu ile kültürel bağlar da koparılmaya çalışılmıştır. Bu tek parti yönetimi esnasında İstiklal Mahkemeleri’nde savunmasız, temyizsiz, kararları kanun sayılan sözde yargılamalar neticesinde bir çok İslâm alimi darağaçlarında idam edilmiştir. Tek parti zulmünden Kürtler ve Aleviler de nasibini almış, Dersimde binlerce insan uçaklardan atılan bombalarla katledilmiş, mağaralara sığınanlar da zehirli gazlarla öldürülmüştür.
Son yıllarda ulusal birliğin sağlanması adına yöneticiler birçok açılımlar yapmaya başlamışlardır. Gündemde Alevi açılımı vardır. AİHM kararına göre “Cem evlerine ibadethanelere tanınan haklar tanınmadığı için” T.C. ayrımcılıkla suçlanmaktadır. Oysa tarihte cem evleri hiçbir zaman ibadethane statüsünde olmamıştır. Cem evleri “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması” kapsamında adına “Devrim Kanunları” denen kanunlar sebebiyle kapatılmıştır. Şimdi bu kanun yürürlükte iken Cem evlerine nasıl yasal statü verilecektir? Alevi toplumunun Dedelerine maaş bağlanması istenmektedir. Devlet vakıf mallarına el koyduğu camilerin imamlarına maaş verdiği gerekçesiyle onları memur ilan etmiş, dini nasıl anlatacaklarından, hutbede ne konuşacaklarına kadar, hatta nasıl giyineceklerine bile karışmaktadır. Cem evlerine ibadethane statüsü verilirse, Alevi Dedeleri maaş karşılığı Cem evlerinin yönetimini devlete devredecekler mi? Türkiye’deki gayr-i Müslimlere ait vakıf mallarının iadesine dair yasal düzenleme yapılmıştır. Devlet kilise ve havralara da hiçbir şekilde müdahale etmemektedir. Bütün bu gerçekler karşısında devlet Müslümanların cami, medrese ve külliye vakıflarına ait gayr-ı menkul malları da iade edecek midir? Türkiye’de kahir ekseriyeti teşkil eden Ehl-i Sünnet Müslümanları için de bir açılım düşünülüyor mu?
4 Ekim Perşembe sabahı TRT-1 Televizyonu haberlerinde; o gün merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün aydınlatılması için yeniden açılan davanın görüleceği anlatıldı ve bu güne kadar gelişen olaylar özetlendi. Habere göre; Devlet Denetleme Kurulu’nun araştırmaları neticesinde, kazanın nedenlerinin aydınlatılmasında önemli rolü olan parçaları resmi görevli bazı kişilerin helikopterden söktüğü tespit edilmiş. Hatta olayın videosu bile yayınlandı. Bu kişiler hakkında dava açılmış ama, suçlama çok ilginç: Hırsızlık. Yani adamların adaleti engelleme, delilleri karartma, suçu örtbas etme vs… gibi kötü niyetleri yokmuş. Sadece kaza mahallinden geçerken “bu parçalar belki bir gün bizim helikoptere lazım olur” diye söküp almışlar herhalde. Bu memlekette kanunların gücü bir baklava çalan çocuklara yetiyor, bir de Müslümanlara. En ufak bir olayda doğrudan “Anayasal Düzeni Değiştirmek” suçlamasıyla dava açılıyor. Metin Kaplan örgüt lideri ilan edilmiş ve “piknik tüpü ile Anıtkabri havaya uçurmayı planlamak”tan ceza verilmiştir. Şimdi kanser hastalığına rağmen hâlâ cezaevinde ve tedavisine bile izin verilmiyor. Oysa birçok Ergenekon sanığı cezaevine girmeyip hastaneleri mesken tutmuştu. Sivas mağdurlarını Anayasa Mahkemesi dinlemedi bile. Doksan yıldır Türkiye’nin zencileri olan Ehl-i Sünnet vatandaşlar ikinci sınıf muamelesi görmeye devam ediyorlar. Yargı sisteminin zulüm mekanizmasına dönüşmemesi için acil tedbirler alınmalı, haksızlıkların giderilmesinin temini için hâkim ve savcılara müeyyideler de konulmalıdır.
Son olarak CTE Genel Müdürlüğü’nün 10.11.2014 tarih ve 172740 sayılı yazısı ile cezaevlerindeki mahkûmlara ücretsiz dergi gönderilmesi de yasaklanmıştır. Cezaevindeki mahkûmların okumasından niçin rahatsız olunur? Fikir özgürlüğünü savunduğunu iddia eden bir iktidar döneminde yasal yayınları engellemek nasıl izah edilebilir? “Örgütten kopmama ve iletişimin sürdürülmesi” bir suç ise bu suçu sadece parası olanlar mı işleyebilecektir? Kenan Evrenin bile aklına gelmeyen bu tedbiri düşündükleri için Adalet Bakanlığı’nı kutluyoruz.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU