Başörtüsü Eylemlerinde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemlerinde Bu Hafta(FOTO)

Ankara'da 232., Konya'da 148., Sakarya'da 252., Kocaeli 273., Akyazı'da 179., Afyonkarahisar'da 17. Başörtüsü eylemi düzenlenmesine rağmen zulüm hala devam ediyor.

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 232.hafta basın açıklamasında farklı bir etkinliğe de imza attı. Basın açıklamasından sonra bir araya gelen yüzlerce kişi 100 kişiye 100 uçan balonla mektup gönderdi. Balonlar dua edilerek gönderildi. Balonla mektup gönderilen kişiler arasında ise Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı Başkan vekilleri, Başbakan, Başbakan Yardımcıları, Bakanlar, Siyasi Parti Liderleri, TBMM Komisyon Başkan ve Yardımcıları, Anayasa Mahkemesi Başkan ve Üyeleri, HSYK, Danıştay, YÖK, ÖSYM Başkanları, Millet vekilleri, Genel Kurmay Başkanı, Af Örgütü ve Birleşmiş Milletler de vardı.

ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 232.HAFTA BASIN AÇIKLASI

232 haftadır hak ihlallerini gündeme getirmek, hakkı gasp edilenin dili olmak ve inançlarının gereği gibi yaşamak isteyen insanların üzerindeki baskının kaldırılması için sesimizi yükseltmek amacıyla buradayız ve olmaya devam edeceğiz.

Ülkede ortalık toz duman, 1960'dan bu yana yapılan anayasaların insanlara daha demokratik bir yaşam sunması ve özgürleştirmesi gerekirken, darbe anayasası olmaları sebebiyle hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı, askeri vesayete dayalı anayasalar oldular. Bugün ilk defa milletin temsilcisi olan meclisin dar kapsamlı da olsa hazırladığı sivil anayasa adımı atıldı.

Bugüne kadar hiçbir olumlu adımını göremediğimiz, her hal ve durumda muhalif olmayı düstur edinmiş muhalefet halkın önünden sandığı alma pahasına Anayasa Mahkemesine gitti. Sonuç olarak esastan görüşülen ve önemli maddeleri iptal edilen anayasa değişikliği paketi bizlere göstermiştir ki anayasa mahkemesi hukuk ihlali yaparak görev alanının dışına çıkmıştır.

 Maalesef anayasa mahkemesinin şaibeli üyelerinin aldığı kararların ne derece meşru olduğu kamuoyunda tartışılır hale geldi.

Terörün azdığı saat başı acı şehit haberlerinin geldiği günümüzde terörle ve teröristlerle uğraşması gereken askerimizin siyasete soyunmasını, hâkim cübbesi giymeye çalışmasını hayretle izliyoruz.

Balyozcuların, darbecilerin avukatlığını, hâkimliğini yaparak kimleri korumaya çalışıyorlar merak ediyoruz? Türkiye ne zaman gelişme adına olumlu bir adım atmaya kalkışsa çeşitli provokasyonlarla iç çatışma ortamı alevlendirilip, kardeş kavgası (Kürt-Türk, Alevi-Sünni) çıkartılmaya çalışıldı.

Geçtiğimiz günlerde bu provokasyonlar sonucunda ortaya çıkan Sivas ve Başbağlar katliamlarının yıldönümü idi. Bugüne kadar Sivas'ın sorumlularının inançlı kesimler olduğu düşüncesinden dolayı, katledilen insanların acısı hep içimizde olmasına rağmen yakınlarıyla bunu paylaşamadık. Başbağlar'a ağlarken, Sivas'ın da acısını içimizde hissettik.

Bu oyunların aynı eller tarafından sahneye konulduğunu artık herkes biliyor. Bu yoğun gündem içerisinde bizlerin kanayan yarası başörtüsü meselesi arka sıralara düşürülmeye çalışılıyor.

Kürt açılımı,Alevi açılımı, Roman açılımı derken açılımlar Türkiye'sinde artık bizlerde başörtüsü açılımı!!! Bekliyoruz. "Bu başörtülüler olmasa biz başörtüsü sorununu çözeriz " diyen siyasetçiler olduğu müddetçe biz her hafta burada olmaya ve sesimizi duyurmaya devam edeceğiz.

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu adına

İlke İlim Kültür ve Dayanışma Derneği

Aysel YILMAZ

Mahzun ve hüzünlü bir miraç kandili idrak ettik. Ümmetin miraçla olan coşkusu camileri, toplantı salonlarını, hınca hınç doldurdu. Kutlu nebinin, evrensel vizyonunun en zirve noktası olan miraç, İslam ümmetinde, yine israsız anıldı. İçerisinde hürmetlerin anılmadığı, Mescid-i Aksa'nın, Kudüs'ün ve onun mübarek çevresinin fazlaca gündeme gelmediği bir miraç gecesi idrak edildi.

Anmaya yönelik, kutlama içerikli bir miraç gecesi yaşanıldı. Anlamaya, kavramaya, misyon ve vizyonunu ifade etmeye yönelik bir çaba içerisine pek de fazla girilmedi. İsra'dan daha çok miraçtan bahsetmek tercih edildi. Oysa İsra'sız miraç imkânsızdır. İsra, miracın kökeni, aslı, usulüdür. Ve İsra kavranıldığında, şuur haline geldiğinde, ancak o zaman, ümmetin miracı gerçekleşecektir.

İsra, Muhammed (as)'ın ümmiler arasından çıkartılıp, insanlık imametine yürüyüşünün adıdır. Bir önderlik ilanıdır. Bütün insanlığın kurtuluşunun bu önderlikle mümkün olacağının, İbrahimî imametin, İsmail'in Mekke'sinden, İshak'ın Kudüs'üne yürüyen peygamberde tevhidinin deklarasyonudur. Bugün, bu şerefli mekânlardan, Mescid-i Aksa'nın içerisinde bulunduğu Kudüs, işgal altındadır. Sadece işgal altında olan Kudüs'te değildir. Allah Mescid-i Aksa'yı, çevresini (havlini) de mübarek kılmıştır. Bu çevre, Kenan diyarı diye tanımladığımız geniş alandır. Yani Eriha'nın, El-Halil'in, Cenin'in, Gazze'nin, Hayfa'nın vs. içinde bulunduğu geniş coğrafyadır. İsra, bu coğrafyanın tamamına yapılan bir yürüyüşü kapsar. İsrayla gündemde tutulması gereken bu coğrafyanın özgürlüğü olmalıdır.

Vefatıyla ümmeti derin üzüntüye boğan Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah'ı, İslam ulemasının içerisinde seçkin bir yere oturtan en önemli özelliğinin, onun Mescid-i Aksa'nın özgürlüğünü öne alması ve bu özgürlüğün direnişle meydana geleceğinin açık çağrısında bulunmasıdır. Allame Fadlullah, İslam ümmetinin vahdetini ve bu vahdetin, Özgür Kudüs'e ulaştıracağını arzulayan, adaleti emreden bir alimdi.

Seyyid Fadlullah'ın kutlu öğretisi, özgür Kudüs ve onun özgür mahalli üzerine kuruluydu. Yeryüzü adaletinin, özgür bir Kudüs'le mümkün olacağını bizlere öğretmişti. O adaleti emreden, bu uğurda mücadele etmeyi ve onun yollarını gösteren mübariz ulemadandı. Allah onun şahitliğini kabul etsin.

Fadlullah ve onun öğretisi, Kudüs davasının, gruplar, fırkalar ve mezhepler üstü bir dava olduğunun açık ilanıdır. Onun önceliği, çevresi mübarek kılınmış olan Mescid-i Aksa'nın özgürlüğü üzerine kuruluydu. Hayatının büyük bir çoğunluğunu bu davaya adayan Allame Fadlullah vasiyetinde de Kudüs ve onun özgürlüğüne vurgu yapmış, bütün hak ve adalet üzerine olan özgürlüklerin, Kudüs'ün özgürlüğüyle mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Yolu yolumuzdur, ümmetin yiğit erleri aydınlatılmış bu yolda ilerlemekle izzet kazanacaklardır.

Adaletin yeryüzünde hakim olduğu, kullukla taçlanan hürriyetin dalga dalga yükseldiği, silm üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 149. Haftada direnişimizin kalbi Kayalıpark'ta saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.

KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 252. özgürlük eyleminde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un açıklamaları ile AYM'nin verdiği kararı vesayet rejiminin devamı olarak gösterdi. Platform adına Ribat Eğitim Vakfı Sakarya Şûbesi'nden Sâhir Akça'nın okuduğu açıklamada Orgeneral Başbuğ'un açıklamalarını "Askeriyede o kadar yolsuzluk, hukuksuzluk, cunta yapılanmaları, şüpheli ölümler, işkenceler, faili meçhuller, hergün medyaya düşen acayip ses ve görüntü kasetleri, çürük raporu ve kıyak yerlerde askerlik yapabilmek pazarlıkları varken, bunların ortadan kaldırılması, yanlışların düzeltilmesi, haksızlıklara son verilmesi ile ilgili ne gibi çalışmalar yapıldığı hakkında bilgiler vermek yerine, bunları basına kim sızdırdığının derdinde ve "askeriyeye asimetrik baskılar var" gibi kimsenin inanmadığı inanamadığı açıklamalarda bulunuyor." sözleriyle eleştirdi.

Hukukun tuzu da koktu!

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararı eleştiren Sahir Akça, konuyla ilgili olarak da "Diyorlar ki; Anayasadaki şu kadar madde değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Zaten Meclis o maddelere dokunamıyor ki. Peki, ne oluyor o zaman? O zaman bu, durumdan vazife çıkarmak oluyor" Hatta birileri normal bir şekilde halkın oylarıyla seçilmiş meclisin böyle bir yetkisi olmadığı gibi hezeyanlarda sarf ediyor. Peki, kimler değişiklik yapabilirmiş bu yasalarda veya hepten değiştirebilirlermiş? Kurucu Meclis. Nedir kurucu meclis? Cuntaların başarılı oldukları eylemleri sonucunda yaptıkları darbelerle ne haktan, ne hukuktan, ne insanî ve dini istek ve mecburiyetlerden haberi olmayan, böyle bir düşünceleri, dertleri de bulunmayan elit-aristokrat-bürokrat, tuzu kuru burjuva tabakası. Evet, böylece irtica ne, mürteci kim daha iyi anlaşılıyor ve görülüyor. Lâkin tuzu kokutanlar mürteci diyor bize."

SAKARYA ADÂLET GİRİŞİMİ (SAGİR)

Başörtüsü Platformu 252. Basın Açıklaması

Bu hafta size ülkemizde tuzun kokutulduğunun belgesi olarak yeterli olacağı kanaatinde olduğum iki şeyden bahsedeceğim. Biri Genel Kurmay Başkanının bir röportajda yaptığı açıklama, diğeri ise Anayasa Mahkemesinin değiştirilmek istenen Anayasa maddeleri ile ilgili kararı.

Evet, böylece ülkemizde tuzu da kokutmuşlardır.

Eğer tuzda kokutulursa, ondan başka her şeyin kokmaması için yapılacak bir şey kalmış mıdır? Her iki Kurumunda atanma yoluyla idare edildiği ülkemizde, kendilerine tevdi edilen görev ve yetkinin üzerine çıkarak hakları olmayan mevzulara dalmaları ve hüküm bildirmeleri ne kadar güvenilir oldukları konusu tartışmaya mahâl bırakmayacak kadar açıktır. Bu eylemler tam bir hak gaspı ve bir vesâyet rejiminin açık delilleridir.

Çözüm üretme ve sonuca varma makamında olmasına, kendilerine ülkenin maddî ve teknik açıdan bütün imkânlarının sağlanmasına rağmen Genel Kurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ çıkıyor bir televizyonda mülâkat veriyor ve şikâyetlerde bulunuyor, başarısızlıklarının sebebi olarak başka yerleri işâret ediyor. Şimdiye kadar doyurucu ve inandırıcı bir açıklamada bulunmayıp ta tam emekli olacağına yakın hiçte şık olmayan sözler sarf ederek, tâbiri caizse topu taca atıyor.

Askeriyede o kadar yolsuzluk, hukuksuzluk, cunta yapılanmaları, şüpheli ölümler, işkenceler, faili meçhuller, hergün medyaya düşen acayip ses ve görüntü kasetleri, çürük raporu ve kıyak yerlerde askerlik yapabilmek pazarlıkları varken, bunların ortadan kaldırılması, yanlışların düzeltilmesi, haksızlıklara son verilmesi ile ilgili ne gibi çalışmalar yapıldığı hakkında bilgiler vermek yerine, bunları basına kim sızdırdı derdinde, hatta falanlar sızdırdı diye ifşaat, yok askeriyeye asimetrik baskılar var gibi kimsenin inanmadığı inanamadığı açıklamalarda bulunuyor. Hatta mahkemeleri devam eden bazı komutanlar hakkında onlara arka çıkan beyanlar sarf ederek Kurumun güvenirliğini hepten halk gözünde düşürüyor. Herhâlde bu kendileri için daha kolay olsa gerek.

Anayasa Mahkemesine gelince: Asıl görevleri mevcut Anayasa maddelerini ve onların içerisinden Meclisin gerekli gördüklerini yenileriyle değiştirdiklerinde yeni hâlleriyle korumaktır. Çünkü yasa yapma yetkisi meclistedir. Ancak herhâlde halka açıklanmamış gizli bir madde veya gizli bir görevlendirme var ki, meclisten çıkan yasalara el atabiliyor. Yani şöyle yasa çıkaramazsınız, böyle yasa yapamazsınız, şunlara dokunamazsınız, vs. Hâlbuki mevcut Anayasanın herhangi bir maddesini Meclis değiştirdi mi, mahkemenin yapacağı o eski maddeyi çıkarıp yerine yenisini koymak ve onu korumaktır.

Ama diyorlar ki; Anayasadaki şu kadar madde değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Zaten Meclis o maddelere dokunamıyor ki. Peki, ne oluyor o zaman? O zaman bu, durumdan vazife çıkarmak oluyor. Yani herhangi bir yasa çıkarılmışsa ona bakıp, bu baştaki değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelere inat mı yapılmıştır diye bir niyet okuması ile ilgili halkı rahatlatacak yasalara müdahale edilmektedir.

Hatta birileri normal bir şekilde halkın oylarıyla seçilmiş meclisin böyle bir yetkisi olmadığı gibi hezeyanlarda sarf ediyorlar.

Peki, kimler değişiklik yapabilirmiş bu yasalarda veya hepten değiştirebilirlermiş? Kurucu Meclis. Nedir kurucu meclis? Cuntaların başarılı oldukları eylemleri sonucunda yaptıkları darbelerle ne haktan, ne hukuktan, ne insanî ve dini istek ve mecburiyetlerden haberi olmayan, böyle bir düşünceleri, dertleri de bulunmayan elit-aristokrat-bürokrat, tuzu kuru burjuva tabakası.

Evet, böylece irtica ne, mürteci kim daha iyi anlaşılıyor ve görülüyor. Lâkin tuzu kokutanlar mürteci diyor bize.

Sakarya Adâlet Girişimi olarak diyoruz ki; hâlâ ülkemize deli gömleği giydirmek isteyenlere yeter artık, biz sizlerin hakkı olan o gömleği giymeyeceğiz, her türlü zulme ve haksızlığa karşı sesimizi yükselteceğiz ve hakkımız olanı alana kadar da Rabbimizin bizden beklediği mücâdelemize devam edeceğiz.

Sakarya Adâlet Girişimi Başörtüsü Platformu Adına

Ribat Eğitim Vakfı Sakarya Şûbesi

(Sâhir AKÇA)

Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu 273.hafta basın açıklamasını, 09 Temmuz 2010 Cumartesi günü saat 12.30'da, İzmit İnsan hakları Parkında, KGKTP ve Kocaeli Sivil Anayasa Platformu adına platform birleşenlerinden Kocaeli Mazlumder Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Medine Küçük yaptı.Referandumun oligarşiyle, darbecilerle, yasakçılarla bir hesaplaşma olduğu vurgulandı.basın açıklamasının metni aşağıda sunulmuştur.

KOCAELİ GÖNÜLLÜ KÜLTÜR TEŞEKÜLLERİ 273.HAFTA BASIN METNİ

Değerli basın mensupları ve çok kıymetli halkımız,

273.Hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz. Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliğinin iptali ile ilgili davayı görüşmüştür. Anayasa mahkemesi değişikliğin bazı maddelerini esastan inceleyerek, kısmi iptal kararı vermiştir. Anayasa değişikliği 12 Eylülde halkın oyuna sunulacaktır.

Yapılması istenen değişiklikler henüz referandumla onaylanmadığı için anayasa hüviyeti kazanmamıştır.Bu süreçte anayasa mahkemesi henüz yasama sürecini tamamlamamış bir değişiklik metnini görüşmesi ve karara vermesi alışılagelmiş bir durum değildir..

Anayasanın 148. Maddesinde açıkça belirtilmiş olmasına rağmen anayasa değişikliğinin sadece şekil bakımından değil içerik bakımından denetime tabi tutulması, anayasayı ihlal anlamına gelmektedir. Daha önce de 411 oyla kabul edilmiş olan anayasa değişikliğinin içerik denetimine tabi tutularak Meclis'in anayasa yapabilme iktidarı dolaylı olarak hiçe sayılmıştı. Önceki ve bu kararlar meclisin halktan almış olduğu yetkiye müdahale niteliğindedir.

TBMM acilen toplanıp, tek hedefi ve önceliği yetkisini gasp eden bu sistemi ortadan kaldıracak anayasayı yeni baştan yapabilmek olan bir Meclis için seçime gitmelidir; ya da, temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan yeni bir sivil anayasa için toplumun tüm kesimlerini temsil eden münhasır bir meclisin oluşumu için inisiyatif almalıdır.

KOCAELİ SİVİL ANAYASA PLATFORMU ADINA

MAZLUMDER Kocaeli Şubesi yön. kur. üyesi

Medine KÜÇÜK

Anayasa Mahkemesinin millet iradesine ipotek koyma girişimlerinden sonuncusu bildiğiniz gibi son karar ile bir kez daha tescillenmiş oldu. Bu yönüyle bakıldığında aslında Anayasa Mahkemesi'nin yine anayasal bir suç işlediğini ve Mahkemenin kendisini seçilmişlerin yerine koyarak hükümetin ve Meclis'in yetkisini gasp ettiğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Hukuk adına tam bir skandal karar olan 367 kararının etkilerinden henüz kurtulamamışken şimdi de mahkemenin tamamen yetkisiz olarak anayasa paketiyle ilgili esasa ilişkin değerlendirmede bulunması hukukun ayaklar altına alınması anlamına gelmektedir ve bundan sonra Anayasa mahkemesinin alacağı kararların hukuken bağımsız olabilmesi imkansızlaşmaktadır.

Anayasa Mahkemesi bu karar ile kendi yapısına ve HSYK'nın yapısına dair maddelere müdahale ederek yargı vesayetini sürdürmek istedi. 27 Mayıs darbesinin ürünü olan, 12 Eylül darbesi ve 1982 Anayasası ile bugünkü konumuna getirilen Anayasa Mahkemesi'nin kararı, yargı reformunun ne kadar gerekli ve öncelikli bir sorun olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu. Ne yazık ki yargı vesayetinden kurtulamayan Türkiye'nin özgürlükler hukukunu koruyabilmesi ve üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçebilmesi giderek daha imkansız hale gelmektedir.

Anayasa Mahkemesi'ne ve demokratikleşmenin önünü kesmeye çalışanlara halkımız 12 Eylül'de en güzel cevabı sandıkta verecektir. Halkımız 12 Eylül Anayasası'ndan ve ruhundan tümüyle kurtulmayı sağlayacak yeni bir anayasa istemektedir. Referanduma sunulacak mevcut değişiklik paketinin 12 Eylül Anayasası'ndan tümüyle kurtulma yönündeki taleplerimizi karşılamadığının bilincindeyiz. Ancak bu paket darbe anayasasının çöpe atılması yönünde önemli bir adımdır. Bu yüzden bizde tüm insan hakları savunucuları ve aklı başında olan herkes gibi 'Yetmez Ama Evet' diyoruz. Özgürlükten yana olan herkesi yetmez ama evet demeye ve 12 Eylül rejimi ile yine 12 Eylül günü hesaplaşmaya davet ediyoruz.

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu Adına

Akyazı Mazlum der Şube Başkanı

Burhan ÇİMŞİT

 

Afyonkarahisar'da 17. Eylem

Zaman değişiyor; bu baş döndürücü değişimle beraber dünya da, ülkemiz de değişiyor. Bütün değişimlerin kesiştiği bir noktadan geçiyoruz. Türkiye, küreselleşmiş dünyada aktif bir aktör olmaya aday iken, değişime ayak uyduramayan kurumlar ve bilinçaltına işlenmiş travmalar şiddetin fitilini ateşledi. Bugün üzgünüz. Çok üzgünüz. Acilen cevaplandırılması gereken sorularımız var" Artan şiddet olayları neden çıkmıştır? Sorumluluk kime aittir? Neden yine genç fidanlarımızı tabutlarda görüyoruz? Neden ovada siyaset yapmak için dağdan indiklerini söyleyenler tekrar dağa çıktı? Dağa çıkanları bir hiç uğruna öldürmeye ve ölmeye iten sebep nedir? Demokratik açılımla tam barışa çok yakın olduğumuzu zannederken neden tekrar silahlar konuşmaya başladı?

Şu günlerde canımızı yakan şiddeti hiçbir şey meşru kılamaz. Bu faaliyetlerin hangisi Kürt halkının yararınadır? Türk ve Kürt gençlerini canlarından eden bu şiddet olayları, anti demokratik uygulamaların geri dönmesine neden olabilecektir. Nitekim, bir kesim tarafından Olağanüstü Hal çağrıları dahi yapılabilmektedir.

Şiddetin yeniden yoğunlaşmasına sebebiyet veren, temelde eli kanlı örgüttür; ancak, değişime ayak uydurmamış devlet kurumlarının da bu süreçteki sorumlulukları göz ardı edilemez. Ülkemizde kangren haline dönüşmüş anti demokratik uygulamaların oluşturduğu travmaları çözebilmek için bir yıl öncesinden başlatılan demokratik açılım iyi yönetilememiştir. Burada iktidar partisi süreci iyi yönetememiş, Muhalefet partileri de yapıcı hiçbir katkıda bulunmamışlardır.

4000'nin üzerinde çocuk "taş attıkları gerekçesiyle" yargı önünde yetişkinlerle bir tutulmuş terörle mücadele yasasının afaki cezalarına çarptırılmış veya halen ceza sırasını beklemektedir. Bu çocukların, ne olursa olsun çocuk mahkemeleri tarafından yargılanmaları, işledikleri suç yüzünden ceza değil, öncelikle rehabilitasyona tabi tutulmaları gerekiyordu. Ancak yargı kurumu, Güneydoğuda çok katmanlı, çok değişken ve kendi kendini doğuran bu soruna karşı "suç ve ceza" denkleminde düz mantık kurmuştur.

Silahların susmasının tek yolunun dağdakileri siyasete davet etmek ve ifade özgürlüğünü kullanmalarına bağlı iken, geçtiğimiz kış Habur'dan giriş yapanları hemen yargının önüne çıkarmak ve sonuç olarak tutuklamak, Türkiye'nin güvenilmez olduğu algısını doğurmuştur. Yıllar boyu iç ve dış tehdit paranoyası sebebiyle komşuları ve vatandaşlarıyla doğru iletişime geçemeyen Türkiye'nin bir yansıması olarak bu bölgemizde de nüksetmeye hazır güvensizlik mevcuttur. Devletin yargı ve siyaset kurumlarının açılıma tezat oluşturan uygulamaları, tüm Türkiye halkını töhmet altında bırakmaktadır.

Gerek bu konuda, gerekse diğer temel hak ve özgürlükler konusunda tüm siyaset aktörlerinin, iktidarıyla muhalefetiyle, acilen ve kayıtsız şartsız bir araya gelmeleri ve çözüme katkı sağlayacak kararlarını hayata geçirmeleri elzemdir. Yazık ki; bu zamana kadar, çömelme tartışmalarından, randevu atışmalarından, parti grup toplantılarındaki genel başkan sataşmalarından öteye geçilememiştir. Akan kanın acilen durdurulması için bütün sorumluları sağduyuya davet ediyoruz.