Başörtüsü Eylemlerinde Bu Hafta(FOTO)
Kocaeli'de 277., Konya'da 152., Van'da 154., Bursa'da, Akyazı'da 183., Sakarya'da 256., Ankara'da 236. Başörtüsüne özgürlük eylemi düzenlendi.
Özelde ilimizde, genelde Türkiye ve dünya gündeminde insan onur ve haysiyetine gölge düşürücü her türlü yazılı, sözlü ve görsel unsurun karşısında durup insan onurunu ayakta tutan her türlü fiilin yanında olma gayretinde olan kardeşlerimiz, Başörtüsüne Özgürlük eylemimizin 277.haftasında sizleri selamlıyoruz.
Yıllardır bu meydanlarda yaşanan hak gasplarını, şiddeti, tacizi, tecavüzü ilan edip, tüm bunların her birisini belli bir hesap için kayda geçtiğimizi ilan ettik. Dini, dili, ırkı düşüncesinden dolayı ülkenin dört bir yanında canı yanan halk kitleleri de kaşıkla dağıtılıp, on yılda bir kepçe ile toplanan hak ve özgürlüklerin sağlam bir zeminde korunması gerektiğini deffatle beyan ettiler. Temel hak ve hürriyetlere sadece saygı duymayan onları koruyup gözeten bir anayasa dileği yenilendi her seferinde.
Şüphesiz Türkiye şimdi geldiğimiz noktada siyasi, askeri ve sivil anlamda önemli günlerden geçiyor. Söz hakkı olan kişi, kurum ve merciiler geldiğimiz süreci kime ve neye nispetle yorumladıklarını kimi zaman ilan edip kimi zaman saklasalar da zaman kimin neyi hangi amaçla yaptığını apaçık ifşa edecektir. Karşılıklı bir inatlaşma ile yürütülen referandum kampanyalarının da bir futbol fanatizmine dönüştüğünü görüyoruz. Yani hazırlanan Anayasanın kime nasıl fayda sağlayacağı tartışmalarının da bu fanatizmin gölgesinde kaldığını aşikardır.
Bu meydanlarda olan halk kitleleri de darbe mahsulü Anayasalardan nasiplerini almışlar olarak "yetmez ama evet" pankartları ile meydanlara çıktı. Zira "hak ve adalet" uğrunda kaydedilecek olan en ufak bir gelişme dahi bu ülke insanları için önem arz etmektedir. Ancak, referanduma kadar da tavrını bu şekilde sürdürecek olan bizler asıl meselenin referandum sonrası olduğunu buradan hatırlatırız. Yeni Anayasanın halkın çoğunluğu ile oylamadan geçmesi halinde de hükümet icraatlarının takipçisi olacağız. Referandum sürecinde kendini hakçı, halkçı, emekçi olarak tanımlayan grup ve vekillerin gerçek yüzlerini bir defa daha ortaya koydu. Referanduma evet diyecek olan CHP'li vekilin partisinden ihraç edilmesi buna bir örnektir.
YAS kararları ile belki bir nebze akabinde Anayasa değişikliği ile beraber ülkedeki askeri vesayetin gölgesinin kalkacağını her kurum ve kuruluşun kendi işini icra edeceğini ümit ediyoruz. Ve dileriz "hukuk" herkesin kendine göre eğip büktüğü bir şey olmaktan çıkar..
Geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz"
MAZLUMDER Kocaeli Şubesi adına
Medine Küçük
Bu güruh örneklerini daha öncede gördüğümüz şekli ile son zamanlarda İnegöl ve Dörtyol da ortaya çıktı. Ortaya çirkef senaryolar kondu. Toplumda kaos/kargaşa oluşturmak, Kürt ve Türk halkını karşı karşıya getirip, birbirine düşürmeyi amaçlayan bu karanlık, bu çirkef girişim gereği gibi soruşturulmalıdır. Soruşturma devlet içine yerleşmiş çete mantığını aşacak şekilde yapılmalı, sorumluları ortaya çıkarılmalı, soruşturma sonucu mutlaka kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Yargı da artık hukukun gereğini yerine getirmelidir.
Temelde Kürt sorunu başta olmak üzere, toplumda temel hakların ihlali ve özgürlüklerin yok sayılması ile ilintili kirli bir anlayışı hayata geçiren güçlü bir yapının olduğunu biliyoruz. Ülkenin gerek sivil kanatta, gerekse askeri kanatta var olan bu kirliliği temizlemesi gerekmektedir. Bu cümleden Balyoz darbe planı ile ortaya çıkan gerçek örtbas edilmemeli, zanlılar korunmamalıdır. Artık halkın yararına toplumsal mutabakat ve barış için esaslı bir temizlik yapılmalıdır.
Ayrıca, adeta seri cinayet şeklini alan 2009 da Diyarbakır Lice de Ceylan Önkol'un öldürülmesi ile başlayan, 2010 da Van Özalp'ta Olcan Akyürek'le devam eden ve son olmasını arzuladığımız Van merkez Kurubaş köyünde Canan Saldık isimli çucukların öldürülmeleri olayları ile ilgili soruşturmaların toplumu tatmin edecek şekilde sonuçlandırılması, sorumlularının açığa çıkarılması ve gereğinin yapılmasını istiyoruz.
Değerli basın mensupları;
Gerek Hantepe olayı, gerek İnegöl ve Dörtyol olayları ve gerekse balyoz darbe planı ile ortaya çıkan gerçeklik ve seri çocuk ölümleri Türk halkının da bir muhasebe yapmasını gerekli kılmaktadır. Birlikte saadet ve huzur içerisinde mutlu bir şekilde, insanca yaşamak mümkünken çocuklarını ölüme götüren bu anlayışı sorgulamalıdır. Kürt sorununun çözümü, toplumsal huzur ve saadetin sağlanması için Türk halkı da inisiyatif almalı, adaletin tesisine dönük, hükümeti somut çözüm ortaya koymaya zorlayacak sivil tepkiler ortaya koymalıdır.
Gelinen bu noktada hükümeti Kürt sorunun çözümü konusunda samimi ciddi ve somut adım atmaya çağırıyoruz. Çözüm çabası olarak deklere edilen "açılım" sürecini ölümler gerekçe gösterilerek yavaşlatmanın, sorunun çözümünü ertelemenin mantığı yoktur. Zaten sorun sebep ve sonuçları itibarı ile şiddeti, kanı ve ölümleri beraberinde getiren bir sorundur. Ölümleri gerekçe göstererek çözümü ertelemek, daha önce çözüm olmadığı kesin olarak görülmüş şiddete şiddetle karşılık vermeyi hedefleyen özel ordu düşüncesi çözümü istememekle eşdeğerdir.
Ve yine hükümet cenahından devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Cemil ÇİÇEK, AK PARTİ genel başkan yardımcısı Kürşat TÜZMEN'nin her türlü izandan yoksun açıklamaları sorunun çözmünün istenmediğinin ayrı bir işareti olarak algılanmaktadır. Ölümlerin son bulması isteniyorsa, çözüm için mutlaka herkesin bildiği, sorunun gerekçelerini ortadan kaldıracak samimi, adilane, hukuki ve somut adımlar atılmalıdır. Bunun ilk adımı olarak taraflar derhal çatışmalara son vermelidirler.
Sayın basın mensupları;
Temel hak ve özgürlükleri esas alan, tüm toplum kesimlerinin insani ihtiyaçlarını karşılayan, hak ve adalet ilkelerine dayalı köklü bir anayasa değişikliği talebimizi önceki basın açıklamalarımızda dile getirmiştik. Bu talebimizi yineliyoruz. Bununla birlikte; Çocuklar, yaşlılar ve özürlülerle ilgili eşitlikçi, seyahat özgürlüğü ve ailenin korunması, memurların sendikal hakları, işçiyi mağdur eden grev ile ilgili yasakların kaldırılması, dilekçe hakkı, askeri şura kararlarına karşı yargı yolunun açılması, 12 eylül 1980 darbesinde emeği ve katkısı olanlara yargı yolunu açması, anayasa mahkemesi ve HSYKA ile ilgili düzenleme, meclis başkanı, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ve jandarma genel komutanının işledikleri suçlarla ilgili olarak yüce divanda yargılanması gibi içerdiği düzenlemelerden dolayı olması, olmamasından daha faydalı olduğunu düşündüğümüz son kısmi anayasa değişikliğini olumlu buluyor ve destekliyoruz.
Değerli basın mensupları;
Gerek ülkemizde ve gerekse dış dünyada inanç özgürlüne karşı tahammülsüzlük, baskı ve ötekileştirme devam etmektedir. Başörtüsü yasağı zulmünün son bulması için hiçbir çaba göstermeyenlerin hata kısmi çözümü dahi engelleyenlerin, son zamanlarda bu sorunu meydanlarda siyasi malzeme konusu yapmalarını kınıyoruz. Avrupa da minare ve Burka yasağı özgürlükler konusunda batının ikiyüzlülüğünü bir kez daha ortaya koymuştur.
VAHÖP Adına
Münir MAVİŞ
İnsan-Der Yön. Kur. Bşkn.
VAHÖP (VAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PLATFORMU BİLEŞENLERİ)
GÖKKUŞAĞI DERNEĞİ, İNSAN-DER, MAZLUMDER, MEMUR-SEN, UMUT IŞIĞI DERNEĞİ, ERDEM-DER, ANADOLU GENÇLİK DERNEĞİ, VAN İMAM HATİP MEZUNLARI VE MENSUPLARI DERNEĞİ, KA-DER
Bildiğiniz gibi bizler "Kim Olursa Olsun Zalime Karşı, Kim Olursa Olsun Mazlumdan Yana" ilkesini şiar edinmiş hak ve adalet gönüllüleri olarak her ayın ilk cumartesi günü burada "BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI" zulmüne karşı direnmek için toplanmış bulunmaktayız.
Başörtülü kadınların her alandaki bütün haklarını elde etmesi gerektiği" talebimizi açık ve net bir şekilde tekrar ortaya koyuyoruz. Yasağın her alanda devam ettirilmesini şiddetle kınıyoruz. On milyonlarca insanın Müslüman kimliğinin inkârı anlamına gelen başörtüsü yasağı zulümdür, işkencedir, insanlık dışı bir uygulamadır.
Ülkede yıllardır kamu kurumlarında, askeri kurumlarda, ortaöğretim ve üniversiteler ile kimi özel sektör kurumlarında İslam dini mensuplarına uygulanan ibadet ve başörtü yasağı acımasızca devam ediyor. Genç kızlarımız, hanım kardeşlerimiz, ya başını açarak okumak ve çalışmak ya da en temel haklarından vazgeçmek zorunda bırakılıyorlar.
Onyıllardır ihtilaller oldu, iktidarlar değişti, Cumhurbaşkanı, YÖK Başkanları değişti, Anayasa değişiklikleri oldu; ama değişmeyen tek şey millete rağmen başörtüsü yasağının devam etmesi oldu.
Başörtülülerin kocaları, enişteleri, amcaları, dayıları, ağabeyleri, çocukları cumhurbaşkanı, başbakan, milli eğitim bakanı oldular ama onlar dahi bu sorunu çözmüyorlar ve bu uğurda çaba sarfetmiyorlar. Cumhurbaşkanının atadığı rektörler ve MEB'in atadığı müdürler ve idareciler de bu zulmün uygulayıcısı haline geldiler.
-
Başörtüsü yasağı, dininin emrini yerine getirmek isteyen bayanlara karşı işlenen bir insan hakları suçudur. Meseleye müslüman olan-olmayan tüm insanlar açısından bakıldığında da bir insan hakları ihlali gerçeği görülecektir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki toplumun yaklaşık %90'ı başörtüsü yasağını laikliğin bir gereği olarak görmemektedirler. Birleşmiş Milletler, Türkiye'de birçok genç kızın okula gitmesini engelleyen başörtüsü yasağının eğitimde eşitsizliğe yol açtığını vurgulamıştır.
Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan'ın "Türkiye Anayasası'na, Türk Ceza Kanunu'na, İnkılap Kanunlarına ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı hareket ettikleri" gerekçesiyle açılan soruşturmada verilen takipsizlik kararına yapılan itirazı reddetmiştir. Bu kararla zaten yasal hiçbir dayanağı olmayan başörtüsü yasağının hukuki bir gerekçesi olmadığı bir kez daha ispatlanmıştır
Bizler haklar ve özgürlükler anlamında şunları talep ediyoruz:
Tüm adaletsizliklerin ve hak ihlallerinin kaynağı olan Cunta Anayasasının toptan değiştirilmesi,
İnanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması, herkese çalışma özgürlüğünün verilmesi ve kıyafeti sebebiyle eğitim ve çalışma özgürlüğünün engellenmemesi,
Eğitimde tam eşitlik,
Katsayı adaletsizliğinin yeni düzenlemelerle tamamen kaldırılması,
Kur'an kursları ile ilgili 12 yaş sınırının kaldırılması.
Değerli katılımcılar bu vesile ile ülke ve dünya gündemi ile ilgili olan birkaç güncel meseleye de değinmek istiyoruz.
Halkoyuna sunulan değişiklik paketi halkımızın özgürlük ve adalet taleplerini karşılamaktan uzaktır. Ancak oligarşik dayatmalara karşı atılan bu adımı gelecek için bir umut ışığı olarak değerlendiriyoruz. Referandumu cuntacı zihniyetin inşa ettiği zindanın duvarında açılan bir gedik olarak değerlendiriliyor, bu gedikten alınan nefes ve umutla bir gün oligarşik saltanatın yok olacağını umut ediyoruz.
Ülkenin bütün gündemi ve en temel sorunu Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı ve hangi komutanın hangi makama geleceği olmamalıdır. TSK anayasal çerçevede hareket etmeli, halka, hukuka ve hükümete karşı sorumlu olmalıdır. Türkiye artık askeri vesayet ve tahakkümden kurtulmuş bir ülke olmalıdır.
Basın yayın kuruluşlarında belgeleriyle yayınlanan Heron skandalları, Dağlıca, Aktütün saldırıları ve TSK andıçları ile ilgili olarak TSK kamuoyunu aydınlatacak açıklamaları yapmalı, varsa sorumluları en ağır şekilde cezalandırmalıdır. Bu ülkenin hiçbir evladı vatanseverlik maskesi altında gerçek niyetlerini saklayan odakların hain planlarının mağduru olmamalıdır.
Bir yandan "Demokratik Açılım"dan bahsederken diğer yandan basının susturulması da kabul edilemez bir durumdur. Bu bağlamda militarist cephenin Vakit gazetesini susturma çabalarını esefle kınıyoruz. Gazetenin yazı işleri müdürünün 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılması örneklerinin ardından, Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan 3 davada yargılanan Vakit Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ahmet Karahasanoğlu, ifadesi bile alınmadan mahkûmiyete çarptırıldı. Ceza usulünde sanığın sorgu ve savunmasının alınmasının temel bir ilke olmasına rağmen ve bu tür davalarda sanık savunması alınmadan davanın karara bağlanamayacağı özellikle de mahkûmiyet hükmü verilemeyeceği gerçeğine rağmen mahkemenin aksi yönde davranması militarizmin ve statükonun korunması adına gerekirse hukukun da katledileceğini bir kez daha göstermiştir. Bu son karar Türkiye'de yargıda keyfiliğin yeni ve somut bir örneğidir.
İnegöl ve Dörtyol'da yaşayan binlerce Kürt insanının potansiyel suçlu olarak görülmesi ve ırkçı-ulusalcı çevrelerin tahrik edilerek bu insanların can ve mal güvenliklerini tehdit etmesi kabul edilemez bir durumdur. Kalabalık "Kahrolsun PKK" sloganları eşliğinde polis otolarına saldırarak yakmıştır. Zarar gören araçların tamamının kamu malı olması ve bu araçların büyük bir bölümünün emniyet güçlerine ait olması düşündürücüdür.
Toplumsal barış ve kardeşliğin zedelendiği, insanlık onurunun yaralandığı bu tür travmatik süreçler, acıları kolay geçecek ve çabuk iyileşecek yaralar değildir. Etkileri ve sonuçları açısından ciddi tahribatlar ve yıkımlar getiren bu tür süreçlere müsaade edilmemeli, derhal önleyici tedbirler alınmalı, ihmali ve sorumluluğu bulunanlar cezalandırılarak gereken adalet tesis edilmelidir.
Tüm insanlığı inanç ve özgürlükleri yönünden tehdit eden, dünyaca SAVAŞ SUÇLUSU ilan edilmiş Siyonist İsrail ile olan ilişkilerin çok ciddi anlamda gözden geçirilmesi, sıcak gündemler sebebiyle bu konunun göz ardı edilmemesi gerektiğine de dikkat çekmek istiyoruz. Mavi Marmara baskını ve 9 şehidimizin hakları da sonuna kadar takip edilmeli, siyonist israile gereken cevap, onların anladığı dil ile mutlaka verilmelidir. Gasıp İsrail Devleti'nin Gazze'ye halen devam eden saldırıları ve hafifletilmiş gibi görünen ambargosu bir an önce durdurulmalı ve uluslar arası camia bu konudaki sessizliğini bozarak zulmün devam etmesine engel olmalıdır.
Ülkenin dört bir yanında her hafta, her ay başörtüsü yasağı için direnen kardeşlerimizi saygıyla selamlıyoruz. Özgür ve adil dünya taleplerimizin ısrarla takipçisi olacağımızı buradan ilan ediyoruz.
MAZLUM DER BURSA ŞUBESİ
Ülkemizde başörtüsüne yıllardır keyfi yasak uygulanıyor. Yasakçılara ise dokunulmazlık zırhı giydirilerek yargı önüne çıkarılmaları engelleniyor. Bu hukuk dışılık biran önce son bulmalıdır. Yasakçı zalimler yaptıklarının cezasını mutlaka çekmelidirler. Oligarşik düzenin faşizan uygulamaları artık miadını doldurmuştur.
Cuntacıların 12 eylül anayasasındaki virüslerin bir kısmının 12 eylül 2010'da temizleneceğini umuyoruz.
Her sene ağustos ayında YAŞ toplantılarında uyduruk gerekçelerle parmağında gümüş yüzük olduğu, hanımının başörtülü olduğu ve namaz kıldığı için ihraç edilerek yüzlerce insanın hayatları karartılmıştır.
Heronların görüntülerini canlı yayında makamlarında izledikleri halde gerekli tedbirleri almayarak vatan evlatlarının ölümlerine göz yumanların asıl dertlerinin makamlarını korumak olduğu çok net olarak görülmektedir. Bu vatan evlatlarının ölümüne seyirci kalanlardan mutlaka hesap sorulmalıdır.
Bundan böyle irtica gerekçeleriyle TSK'dan ihraçları duymak istemiyoruz. Andıçları, sarıkızcıları, ayışıkçıları, camileri bombalayarak kendi uçaklarını düşürmek isteyenleri milletin ordusundan uzaklaştırın. Yetmez yargı önüne çıkartın ve hak ettikleri cezaya çarptırın.
Ülkemizin değişik yerlerindeki il ve ilçelerde ortaya çıkan olaylarda yaralanmalar ve ölümle sonuçlanan olayların göründüğü kadar yalın ve basit olmadığı birtakım derin güçlerin parmağının olduğu açık bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır.
Akyazı başörtüsüne özgürlük platformu olarak sesleniyoruz bu topraklar üzerinde yaşayan herkes birbirinin inancına, yaşayışına, kültürüne saygı göstermelidir. Kardeşliği bozacak davranışlarda kaçınılmalı, iç ve dış mihrakların oyununa gelinmemelidir.
Huzurun ve kardeşliğin hakim olduğu günler temennisiyle gelecek hafta cumartesi günü saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu Adına
Akyazı Mazlum der Sözcüsü
İrfan ALEMDAR
Son günlerde sivil anayasa tartışmaları farklı başlıklar üzerinden tekrar gündemimize taşınıyor. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrunnisa Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın Çankaya köşküne türbanla girmesiyle ilgili olarak yapılan suç duyurusuna takipsizlik kararı verilmiş ve darbe zihniyetinin temsilcileri bu karar itiraz etmişti. Askeri vesayet sisteminin tartışmaya açıldığı şu dönemde, bu tarz girişimler kendilerini bu ülkenin sahibi zanneden sivil darbecilerin ne denli rahatsız olduklarının göstergesidir. Neticede Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi takipsizlik kararına yapılan itirazı değerlendirdi ve reddetti. Gerekçe olarak da şikâyetçi Sultan Atıcı'nın "doğrudan suçtan zarar görmemesi"ni gösterdi. Bu kararla birlikte Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Resmi Konutu gibi alanlarda başörtüsünün suç olmadığı kesinleşmiş oldu.
Değinmek istediğimiz bir diğer husus ise Yüksek Askeri Şura (YAŞ) Toplantıları etrafında gündeme gelen gelişmeler" 1 Ağustos 2010 tarihinde başlayıp 4 Ağustos tarihinde sona eren Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı bir açıdan darbecilikle ve cuntacılarla hesaplaşma noktasında bir dönüm noktası oldu. Bilindiği üzere YAŞ hemen her yıl inancından dolayı orduyla ilişkisi kesilen, yargısız infaza maruz kalan ordu mensuplarının sayısı dolayısıyla kamuoyu gündemine gelmekteydi. Bu yıl ise YAŞ toplantısı ve kararları özellikle darbecilik şüphelisi ordu personelinin durumu dolayısıyla merak uyandırdı. Neticede Şura'dan çıkan kararlarda sivil iradenin yargı kararlarına uyulması konusundaki tavrı etkili oldu ve Balyoz sanıkları terfi alamadı.
Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na yapılacak atamalar ile ilgili kaos ise hâlâ devam ediyor. Tüm bu gelişmeler, militarizmin kıskacından sıyrılarak sivilleşmeye giden yolda artı bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu noktada darbecileri kollayan bir tutum sergileme yolunu seçmeyen iktidar üzerine düşen görevi yapmıştır.
Ancak 12 Eylül Anayasası'nın ve militarizmin karşısında savunulan sivilleşmenin içeriği ve sonuçları bakımından Müslümanlar tarafından tekrar düşünülmesi gerektiği aşikârdır. Dış iskelet bakımından darbe ile yüzleşmeyi fazlasıyla önemseyen bizler, bu gelişmelerin içeriği ile ne kadar ilgiliyiz acaba?
Zira gördüğümüz kadarıyla "toplumu batılılaştırma projesi"nin askeri postal yerine liberal bir postalla gerçekleştirilmesi yönünde bir eğilimin hız kazandığı gözden kaçırılıyor. Burada neyi kastettiğimizi biraz açmalıyız.
Sivilleşme talebi bugün sadece Türkiye'de değil, dünyanın dört bir yanında egemenlerin ağızlarından düşürmedikleri demokratikleşme safsatasıyla beraber anılmaktadır. Dolayısıyla sivilleşme cicili bicili bir şekilde topluma sunulmakta ve destek de bulabilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, liberalizmin kıskacından sıyrılamayarak gerçekleştirilmeye çalışılan bu süreç, Müslümanlar için kendi kısır döngüsünü oluşturacaktır.
Meselenin özüyle ilgilenmek yerine olaylarla uğraşmayı kendilerine görev edinenler ileride kapanması zor yaralar açılaşacağını gözden kaçırmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki askeri darbe ortamlarının ve onun takipçisi sivil yapılanmaların baskısı karşısında asıl meseleyi unutarak, sahnede aktörlerle hesaplaşmaya indirgenmiş bir değişim talebi, zamanla aslın yerini dekorun almasına dönüşecektir. Meselenin özü, bu topraklarda nasıl bir millet tanımıyla ve hangi değerleri referans alarak varlığımızı sürdüreceğimizdir.
Maalesef günümüzle; toplum tasavvurunun sekülerleştiği, taleplerin buna göre şekillendiği bir süreç söz konusudur. İslami hassasiyetler adına talepte bulunanlar toplumsal dinamikleri tanımlarken liberal ve batılı jargonu kullanmaya devam ettikleri müddetçe İslam'a referansla bir sivilleşmeden bahsedemeyeceğiz. Aile anlaşmazlıklarımız için bile belirleyici olarak İslam Hukuku yerine AB standartlarının öne çıkarılmasını dillendiren Müslüman kimlikli sivil toplum kuruluşlarının olması çok manidardır.
Eğer bizim birey ve toplum olarak davranış ve ilişki biçimlerimizi İslam belirlemiyor ise, bu alan seküler AB standartları mantığına teslim edilmişse, hangi değişimden/dönüşümden bahsettiğimizi çok dikkatli sorgulamamız gerekmektedir.
Eğer bu sorgulamayı yapmazsak ne olacak? Evet, belki askeri darbe geleneğini yargılayarak sivilleştiğimizi zannedeceğiz. Adaleti hâkim kılmayı şiar edinmiş Müslüman birey ve toplumun özel okullar üzerinden zengin çocuklarına tanınan ayrıcalık ve buna bağlı olarak oluşan eğitim eşitsizliğini hazmetmesi mümkün müdür?
Yine taşeron firmaların oyuncağı haline gelen ve bütün sendikal hakları gasp edilen emekçilerin maruz kaldığı zulmü kabul etmesi mümkün müdür? Her türlü ahlaksızlığın sokaklarda kol gezmesi karşısında susması mümkün müdür?
Önermeleri çoğaltabiliriz. Evet, sivilleşme projesinin aslında toplumu liberalleştirme projesi olduğunu fark etmemiz gerekmektedir. Proje, İslami değerlerle çatışma yerine içini boşaltarak değerleri etkisiz kılmayı hedeflemektedir. Bu proje mi Müslümanların desteğini hak eden?
Dolayısıyla tekrar tekrar şu noktanın altını çiziyoruz ki; ülkemizin içerisine girdiği sivilleşme sürecinin liberal düşünceye teslim edilmesi, toplumsal projelerimizin batı menşeli olması anlamına gelecektir.
Referanslarımızı İslami kavramlar üzerinden veremez isek, gerçek manada bir eksen kayması yaşanması kaçınılmazdır. Eksen kayması kavramının pek popüler olduğu bu günlerde, Müslümanlar kazanımlarının yanı sıra kaybettikleri şeyleri de düşünerek, yaşadıkları ve yaşamaları muhtemel olan kültürel/ahlaki/ekonomik/siyasi eksen kaymalarını bir kez daha sorgulamalıdırlar.
Son söz olarak; bu tarz bir sorgulamanın bizlere doğru yolu göstermesi temennisiyle, yaklaşan Ramazan ayının tüm Müslümanlar için Kuran ile hemhal olmaya vesile olmasını ve dünyanın dört bir tarafında zalimlere karşı yürütülen mücadeleleri kavileştirmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz.
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU ADINA
DİRİLİŞ SAATİ DERGİSİ
Ülkemizde pek çok taş yerinden oynadı. Yaşları kırkın üzerinde olanlar bilir ki artık Türkiye eski Türkiye değil. Sokaktaki herkes bu değişimin farkında. Değişmeyen tek şey bu güne kadar sindirilmiş, baskı altında düşüncelerini söylemekten korkan insanımızdır. Öyle sindirilmişler ki hâlâ söz söylemekten, kendilerini savunmaktan bile korkuyorlar. Günlerdir Hantepe Karakolu'nda kınalı kuzularımızın nasıl tek başlarına bırakıldığını adeta teröristlerin kucağına atıldığını belgeleyen görüntüler T.V ekranlarında yayınlanıyor. Bu görüntüleri izleyen hangi ananın yüreği yanmadı. Bu görüntüler ne bir bilgisayar oyunundan alınmıştı ne de bir film karesiydi. Yaşananlar maalesef tamamen gerçekti ve 30 ayrı askeri noktadan canlı seyrediliyordu. Şehit düşen yavruların annelerinin halini hayal bile edemiyoruz.
Düşündük ki; bu görüntülerin ardından Genelkurmayın önü şehit anaları, babaları ile dolar. Basın ilk sayfalardan manşetlerden bunu verir, köşe yazarları "artık yeter" diye isyan yazıları yazarlar. Hükümet sert açıklamalarla ''bunun üzerine gideceğiz''demeçleri verir. Muhalefet hem hükümete hem de sorumlulara yüklenir. Ama ne yazık ki en ücra ilçede bir grup öğrencinin ilahi okumasına yaygarayı koparan basından cılız sesler dışında hiçbir şey duymadık. Hükümet, etrafını saran kıskaçtan kurtulma derdinde. Muhalefet ise zaten darbe ve muhtıra sevdalısı. Öyle ise baskıyla ses çıkartamayan halkın artık hukuku öğrenme ve talep etme zamanı gelmiştir.
Evet, taşlar gerçekten de yerlerinden oynadı. YAŞ kararları da bunu ispatlıyor. Önceden YAŞ ta doğruluğu ya da yanlışlığı düşünülmeden -ki düşünsen de yargıya kapalı olduğu için müdahale edilemeyen- kararlar alınır Başbakan da Cumhurbaşkanı da imzalardı. Bugün böyle olmadı. Halkın vicdanında aklanmayanlar ne terfi edebildiler ne de ilerleyebildiler.
ABD'de 1960 yıllarında ikinci sınıf insan sayılan, pek çok özgürlüğü kısıtlanan, beyazlarla aynı otobüste yolculuk etmelerine, aynı kilisede dua etmelerine bile izin verilmeyen, siyahîlerden 2010 Türkiye'sinde başörtülü kardeşlerimizin bir farkı var mı diye düşünüyoruz. O günlerden bu güne zenci kardeşlerimiz mücadele içinde, biz de mücadelemizi bırakmayacağız.
Önümüzde bir referandum var. Bu Anayasa paketi eksiğiyle, kusurlarıyla da olsa hayata geçirilebilirse daha demokratik, daha adil ve insancıl YAŞ kararları görebileceğiz. Biz de "yetmez ama evet" diyor, 13 Eylülden sonra "dokunulmazlara dokunulan, elitlerin üstünlüğünün yerini hukukun üstünlüğüne bıraktığı ve bu süreçte başörtüsünün de hak ettiği özgürlüğe kavuştuğu bir Türkiye ümit ediyoruz.''
"Sıkma canını olur böyle şeyler'' diyenler utansın!
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLT. ADINA
İLKDER BAŞK. YARD. HADİYE KILIÇ