Başörtüsü Eylemlerinde Bu Hafta(FOTO)
Başörtüsüne özgürlük platformlarının başörtüsüne özgürlük talebiyle düzenledikleri basın açıklaması eylemleri devam ediyor. Bu hafta yapılan eylemlerden ayrıntılar...
Van'da Gerçekleştirilen Özgürlük Eylemi
VAHÖP (Van Hak Ve Özgürlükler Platformu) Bileşenlerinin düzenlemiş olduğu 'Gündeme Dair (KCK Davası- Başörtüsü Sorunu)' Basın açıklaması Sanat Sokağında yapıldı. Gündemdeki konulardan biri olan 'KCK Davası' ile ilgili basın açıklamasını Platform adına Umut Işığı Derneği Yön. Kur.Üyesi Erhan ŞENGÜL okudu. Gündemin diğer konusu olan 'Başörtüsü Sorunu' ile ilgili basın metnini de Mazlumder Van Şubesi Yön.Kur.Üyesi Fuat DEĞER okudu.
Fuat Değer'in Okuduğu Basın Açıklamasının Tam Metni:
İnsanlar bugün bu ülkede hala etnik ve dini aidiyetlerini görünür kılabilecek enstrüman ve imkanları kullanmalarının engellenmesi barbarlığı ile karşı karşıyalar. Etnik aidiyetin temel görünür karinesi olan 'anadil' ve dini aidiyetin görünür temel sosyal karinesi olan kıyafet hala birilerinin bunu belirleme ve tanımlama iradesine mahkûm durumdadır. Anayasal ve yasal hiçbir dayanağı olmayan bu fiili yasak hukuksuzlukla maluldür ve tartışılması dahi abestir. Kaldı ki anayasa ve yasaların dahi, temel hukuk kriterlerine, temel insan hak ve özgürlüklerine ve uluslararası hukuk normlarına yaslanması gerekmektedir. Bu ve diğer temel hak ve özgürlükleri engellemeye yönelik keyfi yasaklar, Türkiye'nin siyasal sisteminin totaliterliğinin kanıtlarıdır.
Halkların inancını, geleneklerini, örf ve adetlerini ve fıtri haklarını, kıyafetine varıncaya kadar tanımlama ve düzenleme çabası, çağdaş hiçbir hukuk devletinin taşıyamayacağı kadar ilkel, paranoyak faşizmden başka bir şey değildir. Aynı zamanda sosyal, siyasi ve ahlaki hiçbir gerçekliğe tekabül etmemektedir. Kendisini insanların dış görünümü üzerinden şekilcilik basitliği ile tanımlama ve kabul ettirme çabasına düşmüş bir devlet anlayışı, sadece bürokratik oligarşinin bir işgüzarlığı değil, aynı zamanda Kemalist dayatmacılığın sefaletidir. Hakeza bunu bir devlet politikası şeklinde formüle ederek "laiklik" zırhına gerekçe kılmak da akıl ve hukuk dışı bir yaklaşımdır.
Hukuk dışı ve hatta kanun dışı bu yasak, zinde güçlerin baskısıyla yargı organı kullanılarak şimdiye kadar sürdürülmüştür. Her yasak gibi başörtüsü yasağı da siyasi ve sosyal krizlerin defakto bahanesi olarak kullanıldı. Mahkeme kararıyla bir yasaklama normu konamayacağını bildiklerinden, yasakçı zihniyet "kamusal alan" adını verdikleri ve net bir tanımı yapılamamış kauçuk bir tasarım icat ederek yasağa kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Oysaki bu bir hukuk terimi olmadığı gibi tanımdan uzak oluşu da hukukileşemeyeceğini göstermektedir. Bununla birlikte bugünlerde artık sıkça tartışılmaya başlanan bu konuda ana-muhalefetin yasağı kaldırmaktan yana imiş gibi yapıp, iş ciddiye binince eski bildik laikçi ezberini okumaya başlaması büyük engellerin başında gelmektedir. Yasağı kaldırmada "hizmet veren, hizmet alan" veya "kamusal alan" ya da "öğrenci-sivil" gibi kavramlarla öngörülen sınırlamalar, yasağı sürdürme amaçlı olup, ipe un sermeden başka bir anlam taşımamaktadır. CHP ve laikçilerin ve onların borazanlığını yapan bir kısım medyanın asıl amaçlarının "Din"in, hayatın tüm alanlarında görünürlüğünü engellemek ve onu, geri kalmışlığın bir sembolü olarak bir alt kültürmüş gibi lanse etmek amaçlı olduğu gün gibi ortadadır. Bu amacını mertçe ortaya koyamadığından her dönem yeni bir elbise giymekte ve her seçim dönemi öncesinde yaptığı ayak oyunlarını tekrarlamaktadır. Bu meyanda iktidar da, daha önce yaptığı hatayı bir kez daha tekrarlarsa yeniden tuzağa düşmüş ve oyunun figüranlarından olduğunu tescillemiş olur. Oysa bu konuda yasal bir düzenlemeye dahi ihtiyaç yoktur. Yapılacak yasal oynamalar hazırlanan oyuna gelmek ve tanımlama kapsamında, özgürlüklerin daraltılması çabasına dönüşecektir. Bu konuda yapılması gereken; iktidarın mertçe hükümet etmesi ve sahip olduğu yetki ve egemenlik alanını politik hesaplara kurban etmeden, risk alarak yasakçılara karşı hukuku kullanmasıdır.
Başörtüsü ve en geniş anlamıyla olduğu temel hak ve özgürlükler, pazarlık konusu yapılamaz ve politik hesaplar üzerinden ertelenemez. Devletin görevi, varlığı ile hayat bulduğu ve vergileriyle yapılandığı halkın haklarını korumak ve güvence altına almaktır. Hükümetin görevi ise, halktan aldığı yetki ile bu güvenceyi gözetmek ve engellendiğinde egemenlik ilkesini harekete geçirmektir.
Biz kitle örgütleri olarak, tüm siyasi partilere, yetkili ve yetkisiz olan tüm organlara ve O, bir kısım medyaya sesleniyor ve diyoruz ki; halkın etnik ve dini aynı zamanda fıtri tüm haklarını belirlemekten artık vazgeçin. Yılardır bu ülkede bir avuç elit-ulusalcı tabaka tarafından bu halka yukarıdan aşağıya giydirilmeye çalışılan bu elbise artık yırtılmaya başladı. Bu ülkenin tüm ekonomik ve insan kaynaklarını bu yolda heba etmekten vazgeçin. Devlet için halk mantığından, insan için devlet anlayışına dönüşmezseniz bu halk, bedeli ne olursa olsun sizi ya değiştirmeye veya oradan alaşağı indirmeye güç edinecek kabiliyettedir.
Erhan Şengül'ün Okuduğu Basın Açıklamasının Tam Metni:
Son bir yıldır gündeme KCK/TM davası olarak gelen ve mahkeme ediliş formatı ile yargılanma sürecinden çok bir cezalandırma görüntüsü veren dava, elan görülmekte ve sürekli ertelenerek bir sonuca bağlanmamaktadır. Davanın gündeme geliş ve operasyonların yapılışları, gözaltına alınan kişilerin polis marifetiyle kelepçelenip basına teşhir edilmeleri ile birlikte ortaya çıkan fotoğraf, bir aşağılama ve suçu ispatlamadan önce yargısız infaz görüntüsü vermiştir. Suçları yargı tarafından sabit olmamış, aynı zamanda bazılarının halkın demokratik tercihleriyle seçilmiş olmaları ve kamuoyu önünde pespaye muamelelere maruz bırakılmaları utanç vericidir. Bununla amaçlananın; Kürt siyaseti ve siyasetçilerini kamuoyu önünde gözden düşürmek, Kürt siyaset alanlarını tıkamak, güçten düşürmek ve illegalite ve şiddet kanallarının tırmandırılması, demokratik örgütlenme ve muhalefete tahammülsüzlük olduğu düşüncesi endişe ile görülmektedir.
Bir irade beyanı olarak demokratik ve hür iradeleriyle, yine demokratik ve hür bir tercihte bulunularak seçilmiş Kürt siyasetçilere reva görülen durum aynı zamanda Türkiye siyasetine ve demokratik hukuk anlayışına ağır bir darbedir. Bununla birlikte iddianamelerin ısrarla okunarak zamanın yetmeyeceği bir sürece sokulması, müdafi avukatların bu yöndeki itirazlarının makbul görülmemesi, kararın tekrar ertelenmesine zemin hazırlayacağa benzemektedir. Aynı şekilde tutukluların anadilde savunma yapma isteklerinin kabul edilmemesi de temel bir hak ihlali olarak görülmelidir. Oysaki bu talep birçok açıdan önemli ve dikkate değerdir. Öncelikle savunma hakkının hürmete medar oluş ilkesi gereği bu kabul edilmelidir. Bununla birlikte Kürtçenin bir varlık ifadesi olarak devlet televizyonunun ardından mahkeme salonlarında yankı bulması, temel hak ve özgürlüklerin ifade edilmesi açısından kayda değer bir durum olacaktı. Ayrıca, her türlü dezenformasyon ve tahribat karşısında kendi iç dinamikleri ile varlığını koruyabilmiş ve devam ettirebilmiş bir dilin, aynı zamanda öyle korkulan ve tahrip gücü yüksek tehlikeli bir bomba değil, herkes gibi 'insanlar'ın konuştuğu doğal bir dil olduğu görülecek, bir kez daha endişelerin yersiz olduğunu gösterecekti. Bu açıdan tutukluların Kürtçe anadilde savunma talepleri takdire değer bir davranıştır. Kürtçe anadilde savunma talebi bir varlık bildirisi, 'buradayız ve hala varız' mesajıdır. Kürtçe, aynı zamanda Kürt kimliğinin yüzüdür, en belirgin varlık nişanesidir.
Kürt sorununda yeni evre denen ve kulislerde kalıcı barış sürecine geçileceği dillendirilen bir süreçte, Kürt siyaseti ve Kürt siyasetçilerinin bu şekilde yargılanmaları, sürece önemli ölçüde travmatik izler bırakacaktır. Demokratik siyaset kanalları ile kendini ifade eden Kürt siyasetinin önü açılmalı ve şiddete yönelten bu tür uygulamaların daha çok kan, daha çok şiddet, daha çok ölüm ve kriz getireceği artık görülmelidir.
Yargılama sürecinin yapılan bu yeni yasal düzenlemeler sonrası daha da hızlandırılması ve Kürt halkının bir irade beyanı olan seçilmiş siyasetçilerin bir an önce bırakılması veya en azından tutuksuz yargılanmaları temennimizdir. Suça karışmış olsalar dahi, insanların yargı öncesi suçlu oldukları ibraz edilmeden aşağılanıp pespaye yöntemlerle kamuoyu önünde teşhir edilmeleri ahlaksız bir zihniyet ve uygulamadır. Hakeza suçları yargı kararları ile tescil edilseler dahi insanların onurlarına yönelik her türlü uygulama ve yöntem kabul edilemezdir, ahlak ve vicdan dışıdır.
Yine Kürt Sorunu ile alakalı olarak; "anadilde eğitim ve öğretim hakkı"nın vazgeçilemez haklardan olduğunu kabul ediyor, bu yöndeki aksi tutum ve açıklamaları talihsiz buluyoruz. Almanya'dan, Türklere "anadilde eğitim ve öğretim hakkı" isteğinde bulunacaksınız ama iktidarda bulunduğunuz Ülkenin beşte birini teşkil eden Kürt vatandaşlarınız için bu en temel hakkı bile çok göreceksiniz. Bunca bedelden ve açılım söylemlerinden sonra ayıptır diyoruz.
Kocaeli'de 288. Başörtüsü Eylemi
Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu tarafından düzenlenen başörtüsüne özgürlük eylemi 288. Haftasına girdi. Basın açıklamasını platform adına Ömer Faruk Yazıcı okudu.
Basın Açıklamasının Tam Metni:
Saygıdeğer basın mensupları ve başörtüsüne özgürlük davasını bugüne kadar bütün zorluklarla aleyhte estirilen rüzgarlara karşı sayısız protestolarla eylemlerle ve mitinglerle ve en önemlisi iman dolu kalplerinin ızdırabı ile yaşaran gözleri ile sahipsiz bırakmayan muhterem hanım ve erkek kardeşlerim.
Evet. Artık burada klişe haline gelen "zulüm 11 yaşında", "başörtüsüne özgürlük" ve benzeri sözleri sarfetmeyeceğiz. Bugün geldiğimiz noktada hislerimizi daha net ve daha vurucu sözlerle ifade etmek zorundayız. Çünkü karşınızdaki fütursuz ve faşist güruh çok net ifadelerle yüzde 98 i müslüman olan bir milletin iman ettiği ilahi kelamı yalanlar pozisyona gelmişlerdir. Geldiğimiz noktada bütün bürokratik engeller ortadan kalkmışken yüksek öğretim kurumunun ve üniversite yönetiminin apaçık ifadelerle dekanlıklara ve bölüm başkanlıklarına ve hassaten öğretim üyelerine ayrı ayrı ve tek metin halinde gönderdikleri, anateması üniversitelerde başörtüsü serbestisi olan yazılara rağmen sınıf önlerinde kampüslerde ve kantinlerde başörtülü öğrenci avına çıkan, derslere başörtüsü ile girmek isteyen hanım kardeşlerimizi hiçbir resmi yaptırım olmamasına rağmen despot beyinleri ile ve kin dolu kalpleri ile tutanak tutmakla ve üstü kapalı olarak her şartta dersten bırakacağını ima ederek tehdit eden bu zihniyetin temsilcileri zulümlerine devam etmektedirler. Biz bu zalim zihniyete de bu zalimlerin hastalıklı beyinleriyle ortaya koydukları başörtüsü yasağının azad kabul etmez köle pozisyonundaki savunmacılarına da artık alıştık desek galiba yalan olmaz.
Kıymetli Basın Mensupları, Değerli arkadaşlar
Artık bunaldık.Ve içimizde bu duygu artık patlama noktasına geldi.Bizler uzun süredir başörtüsü mücadelesine devam eden insanlarız.Son süreçte hükümetin atmış olduğu olumlu adımlara rağmen bu meseleyi ülke gündeminde boğan zihniyeti de kınıyoruz.
Ve başörtüsü özgürlüğünü sadece Üniversite de çözme gayretinde olan, üniversite öncesi ve sonrasıyla ilgili topyekün bir çözüme başvuramayan hükümetin de uyarıcısı olarak şunları söylemek istiyoruz;
Seçim meydanlarında Türkiye siyasetine yeni bir soluk getireceğini, yarınların aydınlık ve özgür Türkiyesini kuracağını ve bu meyanda münferit olarak başörtülü hanım kardeşlerimizin maruz bırakıldıkları zulme son vereceklerini deklare ederek seçim sathımahali sonrasında muzaffer olan iktidarın adeta zafer sarhoşluğu içerisinde başörtüsüne özgürlük davasının yılmaz bekçilerini yıllardır oyalayan "efendim bu sorunun halledilebilmesi için toplumsal mutabakatın şart olduğunu" defalarca ifade eden iktidara alışamamıştık.Şimdi de bu çözümü tamamını ele almayan yetkilileri de kınıyoruz.Yapılanlar tahammül edilecek noktayı aştı ve artık bu zülme bir son verilmeli.
Son Olarak Üniversitemizde bulunan hocalarımıza seslenmek istiyorum.Bizler sizlerin bu yaklaşımlarınızdan çok rahatsısız.Bugün burada bir basın açıklamasıyla sizleri uyarıyoruz.Eğer bu yaklaşımınız devam ederse Yarın Üniversite içerisinde Onbinleri toplayarak oradan da seslenebiliriz.
TUTANAK tutmak yerine, Tehdit etmek yerine Saygı duymayı denemeniz daha insani olacaktır.
Bu tür hocalarımızın tehditine yenilmeyip Başörtülü arkadaşlarımızın da derslere girmeleri gerekmektedir.Sizler mücadelenizde taviz verdiğiniz sürece onlar baskın pozisyonunda devam edeceklerdir.Başörtüsüne Özgürlük için Omuz Omuza...
Ankara'da 247. Özgürlük Eylemi
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen başörtüsüne özgürlük eylemi 247. Haftasına girdi. Basın açıklamasını platform adına Soner Kartal okudu.
Basın Açıklamasının Tam Metni:
Türkiye demokratikleşme yolunda ilerlerken artık daha umutluyuz. Fakat bu çabalar karşısında destek olmak bir yana köstek olmanın en iyi örneklerini sunan muhalif çevreler, kendilerini sürekli komik duruma düşürmektedirler. Örnek verecek olursak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 20.10.2010 günü, kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe sayan ve yasama organına emir veren ve tedbir uygulamakla tehdit eden bir basın açıklaması yapmıştır. Başsavcısının söz konusu açıklamasında, dini değerlere dair insan hak ve özgürlüklerinin kullanımına yönelik yaklaşım, modası geçmiş pozitivist/modernist din algısına sahip bir zihnin yaklaşımıdır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan açıklamada, ''Dinsel inanç veya dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılan düzenlemeler, hem devrim yasalarını, hem de laiklik ilkesini ilgilendirir. Yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin giyimlerini düzenlerken türban kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlilik tanımak, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırma suretiyle laiklik ilkesine aykırılık oluşturur'' denildi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının söylediği bu sözler laiklik ilkesinin din düşmanlığı şeklinde yorumlanmasından başka bir şey değildir. Zira yapılmak istenen düzenleme; eğer tüm üniversiteli kızlara dini gerekçelerle başörtüsü takma mecburiyeti getirse idi sayın Yalçınkaya'ya hak verile bilirdi. Camilerin devlet dairesi haline getirilmesi, imamlara maaş verilmesi, Diyanet tarafından Hac organizasyonları düzenlenmesi, kurban derilerine zorla el konulması gibi uygulamalar laiklik ilkesine aykırı olmuyor da kılık kıyafet özgürlüğü mü laiklik ilkesine aykırı olmaktadır?
ÇAĞRI: Siyasi partiler başörtüsü sorununu çözecek adımları atmadığı takdirde Türkiye genelinde örtü mağdurlarının oluşturduğu platformların belirleyeceği bağımsız başörtülü adayların meclise gönderilmesi gündeme getireceğimizi bildiririz.
Daha özgür bir ülke temennisini hiç durmadan yineleyerek bir sonraki hafta ihlallerin ve kısıtlamaların son bulması duası ile sizleri emanetçilerin en iyisi olan Allah'a emanet ediyoruz. Selam ve dua ile"
Akyazı'da 194. Özgürlük Eylemi
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu'nun düzenlemiş olduğu başörtüsüne özgürlük eylemi 194. Haftasına girdi. Basın açıklamasını platform adına İrfan Alemdar okudu.
Basın Açıklamasının Tam Metni:
Son günlerde başörtüsüne şekil dayatması, belli alanlarda serbestlik dayatması gibi projeler ortaya konmaktadır. On yıllardır başörtüsü yasağına ses çıkartmayıp aksine yasağı uygulayanlara bravo çok yaşa demokratlar, laikler, Kemalistler diyenler bugün kalkmış Müslüman kadının iffeti olan başörtüsüne biçim vermek için ahkâm kesiyorlar.
Hiçbir kimsenin, hiçbir siyasinin, hiçbir kurumun idarecisi böyle haddini bilmez açıklama yapma hakkına sahip değildir.
Evet başörtüsü Allah'ın emri Kur'anın hükmüdür. Müslüman kadının dini bir vecibeyi yerine getirmesi, ifa etmesi en tabii doğal hakkıdır. Kesinlikle engellenemez. Açılan bir davayı red gerekçesi olarak yargı mensuplarının "başörtülü kızlarımızın da okuma hakkı vardır" kararına varmalarını sevindirici bir gelişme olarak görüyoruz.
YÖK başkanının başörtülü öğrencilerle ilgili yapmış olduğu açıklamalar, rektörlere yapılan tavsiyeler doğrudur, olumludur. Ancak yetersizdir. Kalıcı çözüm muhakkak sağlanmalıdır. Oyalama taktiklerine kanmayacağız. Başörtüsü tüm alanlarda serbest oluncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.
Eğitimin tüm kademelerinde ilköğretimde, orta öğretimde ve yüksek öğretimde bütün çalışma alanlarında hiçbir şekilde başörtüsüne müdahaleyi kabul etmeyeceğiz. Özgürlük her alanda özgürlük demektir.
Yıllardır süren yasak kadınlara karşı ayrımcılık yapmaktır. Eğitim özgürlüğünü engellemektir. İnançlarını özgürce yaşamasına mani olmaktır. Sizden insaf acıma beklemiyoruz, hakkımızı alacağımızı söylüyoruz, onurlu mücadelemizi sürdüreceğimizi bilin diyoruz.
Başörtüsünü seçim malzemesi yaptırmayacağız. Özgürlüklerimizi, haklarımızı, inançlarımızı siyasilerin pazarlık konusu yapmalarına izin vermeyeceğiz. Başörtüsü sizin ikbal, makam ve mevki aracınız olmayacak bundan böyle.
Geçtiğimiz hafta içi askerlik görevini yerine getiremeyen Mustafa TATLI' babası tarafından rapor almak üzere gölcük askeri hastanesine gider. Baba İlyas TATLI nizamiyede görevli subay tarafından sakalın var giremezsin der. Hasta oğlu ile kapıda bekletilir. Sakalını kestirmeden içeri alınmayan İlyas TATLI hasta olan oğlu için sakalını kestirmek zorunda kalır. Peygamber ocağında sakala karşı yapılan bu uygulamanın ne insani ne vicdani ne de hukukta yeri yoktur. Bu tür uygulamaları kınıyoruz.
Halkın inançlarına haklarına özgürlüklerine sahip çıkması jakoben dayatmalara zalimlere en büyük şamar olacaktır. Bugüne kadar susmadık bundan sonra da susmayacağız. Yaşasın tüm alanlardaki özgürlük mücadelemiz.
Gelecek hafta cumartesi günü saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
haksöz
Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla
İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve önceki nesilleri yaratan Allah'tan korkun. (Şuara Suresi 183. 184. Ayetler)
Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;
Bir provokasyondur aldı başını gidiyor" Kim, neyi, ne zaman, nasıl yaparsa yapsın başka birilerine göre provokasyon oluyor. İstiyorlar ki, herkes onlar gibi düşünsün, onların istediği gibi davransın, onların değerlendirmeleriyle aynı değerlendirmeleri yapsın. Yok onlarla mutabık değilseniz, eyleminiz provokasyon, sizde provokatör oluveriyorsunuz.
Ne provokasyon? Kim provokatör? Referandum öncesi ''Biz çözeriz'' deyip, şimdi şartlar ortaya koyarak gündeme getirdiği meseleyi, siyasi bir polemik haline dönüştürenler mi? Açılımdan bahsedip, hak ve özgürlüklerin sınırsızlığından dem vurup, fakat bu taleplerde bulunanları, suçlayıcı ifadelerle tahkir edenler mi yoksa talepte bulunanlar mı?
Yıllardır ilköğretimdeki baskı ve zulmü özel ortamlarda sürekli dile getirip, kendi özel imkânlarıyla bu meseleyi kendileri için çözüme kavuşturup umumi taleplerde sıra bekleyenler mi, hiçbir imkana sahip olmayıp kendisi için özgürlüğü açıkça isteyenler mi? Kim zamanlama hatası yapıyor? Kim provokatif bir eylem içerisinde? Kim doğru strateji güdüyor? Kim pişmiş aşa su katıyor ya da kim kıvamında pişsin diye ateşin hararetini kısıyor? Herkesin eylemi kendine güzel, karşısındakinin ise söz söylemeye dahi hakkı yok. Bir hak ve özgürlük tartışması bu minvalde sürüp gidiyor. Yani başörtüsü üzeriden bu sefer fikirlere ve eylemlere kısıtlama resmi olmayan yollarda yapılamaya çalışılıyor.
İlköğretim çağında fiziki erginliğe ulaşan bir çocuğu onun mükellefiyetini esas almadan hangi akıl onun problemini değişik nedenlerle erteleyebilir? Ve herkesin acısı kendineyken bir başka çözüm hususunda ondan fedakarlık yapmasını bekleyebilir?
Müzminleşmiş olan bir sorunun çözümünü, uzun süredir hakkı ızhar etmek ve kesinlikle bu hakkından vazgeçmemek şeklinde çözümlemeye çalışan genç kızlarımızı ve onların ebeveynlerini, uzun yıllardır verdikleri mücadeleyi ciddiye almayarak sanki bunlar, ilk kez ortaya çıkıyormuş gibi zamanlama hatasından bahsetmek ve olayı manidar olmakla nitelemek ne kadar da manidardır.
Bir hukukçunun, hele de çözüm mekanizmasında bulunan bir hukukçunun, hele hele özgürlük taraftarı olarak bilinen bir hukukçunun, ilköğretime başörtüsüyle giden kızlara ve onların ebeveynlerine ''Ahmak!'' demesi, ürkütücü ve rahatsız edici bir tutumdur. Gayr-i ahlaki pek çok meseleyi hak ve özgürlük çerçevesi içerisinde değerlendiren mezkur şahıs ve onun gibi olanlara bir hatırlatmada bulunuyoruz: Sizin özgürlük taleplerinizin sınırı size uymayanların özgürlük talepleriyle çatıştığında onlara ''Ahmak!'' diyorsanız, onların da size bir şeyler söyleme hakkı doğar.
Başörtüsü tartışmalarını, bir gruba indirgeyip meseleyi o grup üzerinden sanki bu talepte bulunan hiç kimse yokmuş gibi - tartışmaya açmak bize meseleye un serme çabasının bahanesi gibi gelmektedir. Oysa bu talep aylardır kamuoyunun önünde bizler tarafından da ciddi bir şekilde dile getirilmektedir. Bu tartışmaların bir grup üzerinden yürütülmesine bir son verilmeli ve halkımızın haklı talebi ne olursa olsun yerine getirilmelidir.
Kimse kendisine çözümün gerçekleşmemesi halinde günah keçileri arayarak mazeret üretmeye kalkışmamalıdır. Çünkü herkesin sorumluluğun mazeret üzerine değil çözüm ve çözüm yolları üzerinedir.
Herkesin üzerine düşeni yapıp Tevhid ve adalet eksenli özgürlüklerin bir an önce gerçekleşebilmesi umuduyla hepinizi 164. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.
Konya İnanç Özgürlükleri Platformu
Son günlerde yurdun çeşitli yerlerinde bazı ilköğretim öğrencilerinin başörtüsüyle okullarına gitme taleplerini Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül "Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alırsa çocuk aileden alınır" diyerek tehditle karşılamıştır.
Devletin bazı öğrenciler başını örtüyor diye öğrencilerin velayet hakkını anne babadan almayı düşünmesi, hele hele de böyle bir tehdidi meclis insan hakları komisyonu başkanı sıfatını taşıyan Zafer Üskül'ün ağzından yapması, vesayetçi devlet anlayışının ulaştığı son noktayı gösterir.
Çocukları hayata sağlıklı bir şekilde hazırlama konusunda sosyal devlet ilkesi gereği velilere yardımcı olması gereken devlet bu rolünü abartıp anne babanın yerine geçemez, en doğal ve tabi hak olan velayet kurumunu tehdit edemez.
Çocukların hangi hallerde anne babalarından devletin koruması altına alınabileceği evrensel hukuk çerçevesinde yasa koyucu tarafından belirlenmiştir. Çocukların kılık kıyafetleri vesayet altına alınmayı gerektiren bir durum değildir. Bazı veliler kendi inançları doğrultusunda yürürlükteki kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı talepte bulunmuş olabilirler. Ancak insan hakları komisyonu başkanı sıfatını taşıyan yılların hocası Zafer Bey de gayet iyi bilir/bilmelidir ki, yasalara aykırı olması bir hakkın insan hakkı talebi olarak ileri sürülmesine mani değildir.
Anne babanın çocuk üzerindeki haklarından biri de şüphesiz dini inancı doğrultusunda eğitmesi ve hayata hazırlamasıdır. Anlaşılıyor ki, bazı veliler çocuklarının ilköğretimde de dinen sorumlu olduğunu ve örtünmesi gerektiğini düşünüyor ve çocuklarına da bu yönde telkinde bulunuyorlar. Bunu da çocukları üzerindeki en tabi hakları olarak görüyorlar. Bundan başka mümkündür ki bazı çocuklar da bizzat kendi tercihleriyle başlarını örtüyor olabilir. Sayın başkan anne babanın veya çocukların böyle bir hakkı olduğuna inanmıyor olacak ki; devletin örtünen çocukları anne babanın elinden alabileceğini söylüyor. Gerekçe de bu velilerin çocuklarının eğitimini engellemesi. Bu gerekçe 28 Şubat zihniyetinin hortlamasıdır. Zira o zaman da öğrenciler başörtülü oldukları gerekçesiyle hem okula alınmıyor, hem de devamsız sayılıp sınıfta bırakılıyordu. Açıklamada ayrıca ikna odaları kurulmasını ima eder şekilde "idare önce veliyi ikna etmeye çalışır. Şu anda yapılan bu. İkna olmazlarsa cezalar var" beyanlarına yer verilmiştir ki bu da 28 Şubat yasakçı zihniyetinin sıkça başvurduğu bir yöntemdir.
İnsan hakları komisyonu Başkanı Zafer Üskül'ün tehditkâr beyanından bunca yıl sonra dönüp dolaşıp yine aynı yere gelip dayandığımız anlaşılıyor. Eğer burada eğitimi engelleyen biri varsa örtülü veya açık çocuğunu okula gönderen baba değil, onu kıyafetinden dolayı içeri almayan devlet yetkilileridir. Oysa insan haklarına aykırı kılık kıyafet yönetmeliği dahi öğrenciyi okula almamaya izin vermiyor, ancak uyarma, kınama veya en fazla başka bir okula gönderme gibi müeyyideler öngörüyor.
Durum bu olduğu halde meclis insan hakları komisyonu sıfatını taşıyan Zafer Üskül'ün "devlet çocuklarınızı elinizden alır ha" diye anne babaları tehdit etmeye kalkması hakkı da değildir haddi de. Kılık kıyafet serbestîsi gibi doğal bir talebi dahi "çocuklarınızı alırım ha" diye tehditle karşılayan bir devletin çocuklardan önce aklını başına alması gerektiğine inanıyoruz.
Bu talihsiz beyanlara ilave olarak Ak Parti gurup başkan vekili Hüseyin Çelik'in ve Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'nun ilköğretimde başörtüsü takma talebini provokasyon olarak değerlendirmesi hukuk ve insan hakları adına kabul edilemez bir durumdur. İnsanların özgürlük taleplerinin önünü açmak durumunda olan siyasilerin bu talepleri karşılamak yerine talepte bulunanları suçlamaya başlaması siyasetin yasakçı zihniyete teslim olmaya başladığının işaretidir. İnsan hakları taleplerinin bizzat komisyon başkanı tarafından bastırılmaya çalışılması iktidar partisi başta olmak üzere bütün siyasiler tarafından ayrıca sorgulanması gereken bir ibret tablosudur. Bu talihsiz açıklamalar sadece muhalefet partilerinin değil bizzat iktidar partisinin dahi 12 Eylül referandumunda halkın mesajını doğru okuyamadığı anlamına gelir ki çok üzücü bir durumdur.
Başta Meclis İnsan Hakları komisyonu başkanı olmak üzere en doğal insan hakları taleplerini provokasyon gibi kötü niyetli bir okumaya tabi tutan bütün siyasileri halktan özür dilemeye, bu açıklamalardan sonra insan hakları savunuculuğu kimliğinin üzerine oturmadığı açıkça anlaşılan Zafer Üskül'ü de komisyon başkanlığından istifaya davet ediyoruz.
Mazlum Der Bursa Şubesi
Yönetim Kurulu Adına
Av. Şakir ÇALIŞKAN
Şube Başkanı
Son günlerde başörtüsü sorununun siyasilerin gündemini birden bire işgal etmesi, yoğun bir şekilde konu ile alâkalı beyânatlar verilmesi bizleri hem mutlu ediyor, hem de kaygılandırıyor. Konuyu, ciddi bir şekilde yakinen takip eden platformumuz, sorunun gündeme taşınması üzerinde de aynı hassasiyeti göstermektedir.
Başörtüsü sorununun halledilmesi ile ilgili, şimdiye kadar ciddi bir adımın atılmadığını görüyoruz. 1968 yılında, Ankara İlâhiyat Fakültesi'nde başlayan ve günümüze kadar gelen bu sorun; halledilmek, çözüme kavuşturulmak şöyle dursun, daha da karmaşık bir sorun yumağı haline getiriliyor. Hem öğrenciler başörtülü olarak okula girebilir deniliyor, hem de okulun dışına çıkarılmaları hâlinde YÖK'e başvurup, haklarını aramaları isteniyor.
Eğer, kız çocuklarının okullarına girmelerinin hukuken hiçbir engeli yoksa, bu neden bir genelge ile tüm Fakültelere bildirilmiyor? Rektörlüğün başörtülü kız öğrencileri okula almamaları, velevki kılık kıyafet yönetmeliği bahanesiyle de olsa, hukuksuz bir uygulama ise neden bu keyfi uygulamaların önüne geçilmiyor?
Diğer taraftan, başörtülü öğrencilerin, yine bir oyalama taktiği ile sorunlarının çözüme kavuşturulmadan yarı yolda bırakılacağı intibâını veren söylemlerle karşı karşıyayız. "HİZMET ALAN, HİZMET VEREN" gibi hukuki temeli olmayan bir ayırım ile "PEKİ, YA BUNLAR DA BAŞÖRTÜSÜZ KIZLARA BASKI YAPARLARSA" gibi, paranoyak söylemler, işin çözümü yönünde ciddi adımların atılmayacağı kuşkularını da beraberinde getirmektedir.
Tüm siyasî partilerin, birden bire "Başörtüsü sorununu biz hallederiz" edâsı ile ortaya çıkmaları ancak bu konuda hiçbir ciddi teklif getirmemeleri, "yaklaşan seçimlerde oy kaybına uğramak endişesi ile böyle bir yola başvurdular'' şeklinde düşünmemize sebep olmaktadır. Bu konuda yanılıyorsak ve kendilerinin samimi olduklarını iddia ediyorlarsa, çözüm için sunacağımız şu paketi hukuki anlamada gündeme taşısınlar:
İfade özgürlüğü çerçevesinde başörtülü hanımların başlarını örtebilmeleri, sadece okullarda değil, okulunu bitirdikten sonra da mesleğini icra edeceği ve hizmet vereceği her alanda bu hakkını kullanması yönünde hukuki düzenlemelerin yapılması"
Evet; eğitimde eşitlik, çalışma özgürlüğü, vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmama gibi hukuki gerekler sebebiyle, bu talepler mutlaka yerine getirilmelidir. Aksi takdirde, tüm söylenenler siyasi şovdan öteye geçmeyecektir.
Nitekim, miting meydanlarında verilen sözlerin tutulması ve CHP'nin her zamanki tutarsızlığını bir kez daha sergilemesi, bu kaygılarımızın hiç de haksız olmadığını gösteren en açık bir kanıtıdır.
Tüm bu olumsuzluklar içinde, eğitim özgürlüğünün önündeki en büyük engel olarak görülen ve hiç bir hukuki zemini olmayan BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI'NIN YÖK Başkanlığı'nca ALES ve diğer sınav kılavuzlarından çıkarılacağını açıklaması, elbette yeterli olmayan, ancak hukuksuz bir uygulamanın ortadan kaldırılması yönünde atılan bir adımdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Fakültelerde ve mezun olduktan sonra hizmet alanlarında da uygulanan bu keyfi yasağın kaldırılması asıl beklentimizdir.
Bugün açıkça görülmekte ve tüm dünyada dillendirilmektedir ki, "Laikçi"lerin tek derdi "DİN" dir. Katolik dünyasının ruhani lideri papa 16. BENEDİKTUS' UN da "LAİKLİK, DİNİ HAPSETTİ" şeklinde ifade ettiği gibi kimi laikçi çevrelerce Türkiye'de de din ve dindarlar mahkum edilmek isteniyor. Amerika'da Kur-an-ı Kerim yakanlar, Hollanda' da "Kur-an-ı Kerim-i camiler ve evlerde yasaklayalım, başörtülülerden ayrıca vergi alalım" kampanyası başlatanlar olduğu gibi, ülkemizdeki laikçi kesim de onlardan aşağı kalmıyor. Bu anlamda tipik bir örnekle karşı karşıyayız.
Tüm yetersizliğine rağmen, iktidarıyla muhalefetiyle başörtüsü ve özgürlükler önündeki engellerin kaldırılması için müspet adımların atılmaya çalışıldığı şu dönemde, Yargıtay Başsavcılığı'ndan yapılan açıklama, bu adımlara atılmış bir çelme gibi Türkiye'nin gündemine düştü. Türkiye'li insanımız, tarifi bile yapılmamış bir laiklik adına hukuksuzluğun, yetki gaspının, parlamenter rejime müdahalenin, iktidara tehditler savurabilmesinin, partiler kapatma tehditlerinin tipik bir örneğini büyük bir şaşkınlıkla izlemektedir. Toplumsal mutabakat adına yapılmaya çalışan olumlu girişimler maalesef baltalanmaya çalışılmaktadır. Bu olayı da platformumuz adına kınıyor, ilgili Başsavcı hakkında hukukun işletilmesini talep ediyoruz.
Şurası kesinlikle bilinmelidir ki, hiçbir şahıs, kurum ve kuruluşun insanımızın en tabii hakkı olan düşünme ve düşüncesini ifade etme; inanma ve inancını yaşama; eğitim ve çalışma haklarını engelleyemez, bu gerekçelerle insanımızı cezalandıramaz. Bu sebeble, tüm bu hak ihlallerinde birilerini cesaretlendiren ve hak ihlallerinin baş müsebbibi olan vesayet ve cunta anayasalarının kökten ve tamamen ilga edilmesi gerekmektedir.
İnsanımızın düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü, meslek edinme ve mesleğini özgürce icrâ edebilme hakları verilinceye kadar mücâdelemiz devam edecektir.
Katılımlarınız için, hepinize platformumuz adına teşekkür ederim
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ adına
VAHDET VAKFI SAKARYA TEMSİLCİLİĞİ