Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)
Kocaeli'de 439., Ankara'da 397.,
İnsan Hakları Savunucuları Derneği Genel Merkezi Resmi Basın Açıklamasıdır
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 9.YIL, 439.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ- KOCAELİ- TÜRKİYE-
TÜRKİYE İNSANİ VE İSLAMİ İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI
İZMİT ÖZGÜRLÜK MEYDANI KOCAELİ- TÜRKİYE
Sevgili Kocaeli Halkı ve Kıymetli Basın Mensupları
Bugünlerde bir tasarı halinde olan okullarda ibadet odası açılması ile ilgili basın açıklaması yapmak istiyoruz. Bugün burada yıllardır bir kangren olan bir yaranın tedavisi içini bulunuyoruz!
Nedir bu yara? Kamu ve Özel kurumlarda İbadet Özgürlüğü ve bilhassa okullarda ibadet odası mescid meselesi…
Bilindiği gibi dinimiz İslam’da İbadet yani namaz günlük beş vakit belli saatlerde kılınması gerekir. Bunun unutma gibi bir takım istisnai durumları hariç başkaca bir mazereti yoktur. İş yoğunluğu, iş saatleri vs. bunun mazereti olamaz. Nasıl ki iş saatleri arasında yemek-çay-boşaltım ihtiyacı bir badeni ihtiyaçsa, bunlara yasalar izin veriyorsa, namaz da bir ruhsal ihtiyaçtır, buna da kanun ve onun uygulayıcıları olanlar açıkça izin verip imkân tanımalıdır. Namazların ne zaman kazaya bırakılıp bırakılamayacağına hukuk ve kanunlar değil, din âlimleri karar verir. Ve hukuk da bu konuda diyanet işleri başkanlığımızın din işleri yüksek kurulunu görevlendirmiştir.
Anayasamızın Madde 24’ü Din ve inanç hürriyetini yasalaştırmıştır. Şöyle ki: 1) Herkes din ve inanç hürriyetine sahiptir. Bu hak, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama ….hürriyetini içerir...
Bu maddeye göre kamu kurumlarında ve özellikle okullarda ibadet edilebileceğine, buna imkan tanınmasına dair izin vardır. Cami uzak olduğu veya iş yoğunluğu nedeniyle gidip gelinceye kadar iş aksayacağı için ibadet etmek zordur. İbadet odası da bu konuda açık bir yönetmelik hükmü olmadığı için sanki yasak gibi anlaşılmaktadır. Çoğu yönetici anayasaya dayanması gerekirken, maalesef bu konuda cesaretli davranamamaktadır. Kamu kurumlarında ibadet odası laikliğe aykırı zannedilmektedir. Hâlbuki laiklik din ve vcdan özgürlüğün garantisidir deniyor. Peki, soruyorum imkân verilmeyen yerde özgürlükten bahsedilebilir mi? Daha bariz şekilde anlatacak olursak; adamı hapsedeceksin yarım metre kare yere, su vermeyeceksin, yatak vermeyeceksin sonra da diyeceksin ki su içme özgürlüğün var uyuma-ayaklarını uzatma özgürlüğün var böyle hukuk devleti anlayışı olur mu? Aslında ibadet özgürlüğü ile ilgili 1977 tarihli genelge[1] ve 2198 sayı ve 4 kasım 1985 tarihli M.E.B Tebliğler dergisinde emsal hüküm var…
Öğrencilerin okullarda namaz kılması hakkında, Milli Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Kurulu`nun 13 Aralık 1977 tarihinde karara bağladığı genelge var. Buna göre; okullarda, okul yöneticileri ibadet etmek isteyen öğrencilere yardımcı olmak zorunda… Süleyman Demirel başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Nahit Menteşe zamanında bütün valiliklere dönemin müsteşarı Abdurrahman Demirtaş imzasıyla gönderdiği genelgede, "Din ve vicdan hürriyeti Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Bakanlığımıza bağlı okullarda ders saatleri dışında ibadetlerini yerine getirmek isteyen öğrencilere okul idarelerince mümkün olan kolaylıkların gösterilmesi gerekmektedir." deniliyor. Bakanlığın Anayasa`ya atfen verdiği emir 1982 Anayasası`nın 24`üncü maddesi aynen korunuyor. Devlette devamlılık esastır. Bu hükümler halen devam ediyor. Neden uygulanmıyor. Çünkü bir korku ve aşağılama politikası bazı mihraklarca, özellikle Siyonistlerin yerli işbirlikçileri ile medyada körükleniyor. Kendi dininden, kendi tarihinden kendi örf ve adetlerinden insanlar korkutuluyor, batının mülevves değerleri çağdaşlık adına özendirilip kendi değerlerimiz küçümseniyor. Tabii bunun uzantıları kamu hayatında hakları vermemek şeklinde ortaya çıkıyor.
Aynı şekilde yöneticilerimiz bir takım siyasi baskı ve kendini bilmez, dinini bilmez, tarihini bilmez kendine ve değerlerine yabancılaşmış vatandaş ve gazeteciler tarafından korkutulmaktadır. Yöneticilerimiz de hukuki mücadeleyi kendi başına yapmayı bilmediklerinden, avukat tutmak da pahallıya mal olduğundan, makamları gider korkusuyla mağdurdan yana olmaları gerekirken zalimden yana olmaktadırlar. 4.kuvvet medya ara sıra okulda sanki zorla ibadet ettiriliyormuş gibi okulda-çatıda-bodrumda ibadet görüntüleriyle bu işin yasak olduğu izlenimini veriyor. Sanki çok mutena bir yerde ibadet edilmesini ister gibi… Çatıda ibadet bodrumda ibadet gibi başlıklar atıyor. Ne zaman gazeteler bünyelerinde bir din danışmanı bulunduracaklar merak ediyorum. Neden herkes her konuda uzman?... Uzmanına danışmadan hukukçu, uzmanına danışmadan din alimi, uzmanına danışmadan şu bu… nasıl olunuyor… Beyninizde ur varsa kasaba mı gidersiniz… Niçin Türkiye’de uzmanlığa önem verilmiyor.
Özellikle din ve hukuk alanında neden herkes kendini kanun adamı yerine, din alimi yerine koyuyor. Çünkü ideolojik bir medya ve devlet anlayışı var da ondan… Tamam, belki Tanzimat ve Cumhuriyetle birlikte batı tipi Levanten bir insan modeline bir özenti var. Peki, soruyorum: katı laiklik anlayışına sahip Fransayı dışarıda tutacak olursak batıda bir çok okulda ve devlet kurumunun bünyesinde ibadet odası mevcut… Üstelik Fransa’da bile kilisenin açtığı okullar var ve orada herkes dinine göre rahatça ibadetini edebiliyor. Bizde niçin yok? Varsa kapısına niçin ibadet odası yazılamıyor. İmam hatip lisesinde bile ibadet odasının kapısına, ibadet odası yazılamıyor. Kanunen sadece Kuran dersinde başını örtebilir. Devlet hukuku ile ilgili kanunları aldığımız Fransa’dan daha katı niçin oluyoruz? Çünkü dinimizden korkuyoruz da ondan. Demek çok hatalarımız var. Çok kendimize yabancılaştık.
İlle anayasadaki genel özgürlüğün uygulanması için “okullarda ibadet odası açın, kapısına da ibadet odası yazın!” yazması mı lazım… Hâlbuki hukuk doktrininde ve felsefesinde “Yasak olmayan yerde serbestlik olur” kuralı vardır. Bu en basit hukuk kuralıdır. Ama bazıları fısıltı ile bunu yasak göstermektedirler. Vatandaşlarımıza, yöneticilerimize bu konuda yasak olmadığını, aksine genelge ile imkan verildiğini hatta 2198 sayılı teb.der ile askeri ve özel okullarda bulunabilecek müştemilat arasında “ibadet etmek isteyenler için uygun bir oda” ibaresi vardır.
Özel okul da askeri okul da devlet okulu da sonuçta devlete ve mili eğitime bağlıdır Anayasadaki eşitlik kuralına göre hepsi ya tam kamu kuruluşu ya da yarı kamu kuruluşu sayılmaktadır. Kamuya hizmet vermesi açısından da hepsi kamu kuruluşudur. Bu konuda özel kamu ayrımı yapılamaz.
Dileğimiz sivil anayasa sürecinde bu hususun da açıkça düzenlenmesidir. Antidemokratik, kendi değerlerine yabancılaşmış, devlet heyulası ile korkutulmuş, devletin ne olduğu anlatılamamış, devlet denince akla sadece bazı hatalı liderler ve onların yaşam tarzı gelen bir toplumda maalesef vatandaşın hakkını korumak için ayrıntılı anayasa yapmak gerekiyor. Zaten ideolojik olarak yapılmış ayrıntılı bir anayasa var. Bunun da ilacı ayrıntılı bir anayasa olabilir. Herkes kendine göre laikliği bir lastik gibi uzatıp istediğini mahkûm ediyor. İbadet hürriyetini yasaklıyor, imkân vermiyor. İmkân vermeyince yasaklamış oluyorsun zaten… İbadet hürriyetini yasaklamak için ille de “İbadet hürriyeti yoktur” demek gerekmez. Bu açıdan da yeni anayasa taslaklarında kamu kuruluşlarında ibadet etmenin önü laiklikle ilgili olarak açıkça tanımlanmalıdır.
Bir de bazıları o zaman Yahudi, Hıristiyan ve Alevilere de ayrı oda açalım okulda yer kalmaz diyebilirler. Sorarız onlara “Alevilik İslam’dan ayrı bir din mi onun da günlük belli vakitlerde ibadeti mi var?” Yine onlara cevabımız: “-İbadet odası, sade olmalı içinde doğrudan bir dinin sembolünü içermeyen bir yapıda olmalıdır” şeklindedir. Ayrıca bir okulda hiç yahudi, hristiyan yoksa, onların bizim gibi farz anlamında 5 vakit şeklinde ille de o vakitte yapılması gereken ibadetleri yoksa size mi kalıyor kafa karıştırarak azınlıklar adına bu milletin kahir ekseriyetinin hakkını sınırlandırmak, azınlıkların hakkını müdafa etmek… Korkma! Tanzimat’tan beri Osmanlının gerileme döneminden beri, değil onların ibadet hakkını! Türkiye’deki görünmez egemenlik haklarını bile büyük devletler garanti altına almışlardır. Ki sen böyle konuşuyorsun… Onların her türlü hürriyetleri var. Sen kendini ve kendi milletini düşün! Azınlığa zağarlık yapma! Önce bir okulda Yahudi-hristiyan olsun, ibadet için oda istesinler, ondan sonra verilir. İster diye müslümana da vermemek böyle bir anlayış Afrika muz cumhuriyetlerinde bile yok…
Şimdi biz talep ediyoruz önce bize verin ibadet odası hakkımızı, ibadet hürriyeti değil ibadet etme imkanı tanıyacaksın insan onuruna yakışır bir şekilde özel oda vereceksin. Eskiden bu sesler cılız çıkıyordu ama bundan sonra daha kuvvetli çıkacak. İbadet odası hakkında birçok okulda, birçok öğrenci ve öğretmenin sözlü talebi var. İstediği halde, verilmiyor. Ama maalesef halkımız göçebelikten tam çıkamadı. Yazılı müracaatı pek bilmiyor veya korkuyor. Hayır, hakkını sözle değil yazılı isteyeceksin!
Bodrumlar da harita odalarında, kalorifer dairelerinde insanlar ibadete zorlanıyor… Bu mu eşitlik ve adalet… Bu mu insan hakları… Hani birçok uluslar arası sözleşmelere ve belgelere imza atmıştık. Hani hukukun üstünlüğü vardı. Olursa biri birilerini zorlarmış. Kim kimi zorlamış… Kaç örneği var? Git zorlayanı bul cezalandır? Bıçakla birileri adam öldürecek diye imalatçılar bıçak üretmesin mi? Ne biçim kamu yönetimi anlayışıdır bu? Nadir örnekler, geneli kapsayabilir mi? En büyük mantık hatası genelleme değil mi?
Son olarak vatandaşlarımızdan hassaten öğrenci velilerinden bu hususta özellikle ilköğretim ikinci kademe ve lisede dilekçe ile haklarını talep etmelerini, olumlu cevap verilmediği takdirde bir üst makama ve mahkemeye başvurmalarını istiyoruz. Bu işler kahvehane köşelerinde, dost meclislerinde bireysel sohbetlerde, öğretmen odalarında, mecliste kanun çıkararak, konuşarak olmaz. Beşeri hukuklarda haklar, mücadele ile bireysel talep ile alınır.
Aynı şekilde okullarda ve kamu kurumlarında memur olan vatandaşlarımızdan haklarını, özellikle ibadet odası hakkını, yöneticilerinden ısrarla, dilekçe üzerine dilekçe yazarak, yanlarına ayrı bir dilekçe ile başvuran arkadaşlarını da katarak istemelerini, sendikaların da bu hususta ön plana çıkmalarını istiyoruz. Katılımınızdan dolayı hepinize teşekkürler…
Mukayeseli Hukuk Doktoru
Dr. M. Abdülmecit Karaaslan.
14 EYLÜL 2013 TARİHLİ 397. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli basın mensupları ve sevgili misafirler! Basın açıklamamıza hoş geldiniz.
...
Suriye’de direniş iki buçuk yılını doldurdu. Bu sürede yüz binden fazla şehid, yüz binlerce yaralı ve milyonlarca mültecinin dramı yürekleri dağlamaya devam ediyor. Suriye’de Baasçı Esed rejiminin Şam’ın banliyölerine kadar yaklaşan muhalifleri püskürtmek için kullandığı kimyasal silahlar batı kamuoyunda geniş yankı uyandırmış görünse de, batılıların esas endişesinin kimyasal silahların bir gün İsrail’e karşı kullanılma ihtimali olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Zalim Esed rejiminin kimyasal silah kullandığı, şimdi bu silahları Rusya’ya teslim edebileceği kendi itirafı ile kesinleşmiş oldu. 21 Ağustos’ta Şam’ın Gota banliyösünde Suriye ordusu tarafından kullanılan kimyasal silahların, aslında provokasyon için muhalifler tarafından kullanıldığı iftirasını atanların şimdi yüzleri kızarıyor mu acaba? Çin’in desteği, Rusya’nın silah yardımı, İran’ın maddi destek ile birlikte askeri yardımı ve Şii Hizbullah örgütünün fiili olarak savaşması zalim Esed yönetimini ayakta tutmaya yetmeyecektir. Verilen şehidler cihadı daha da yaygınlaştıracaktır.
Kimyasal silahlar nedeniyle dünya gündemine oturan Suriye konusu bizlere birçok açıdan önemli dersler vermektedir. Söz konusu Müslümanlar olunca barış ve insan hakları söylemlerinin bir şey ifade etmediği, batılıların prensiplerini değil menfaatlerini ön planda tuttuğu bir kez daha görüldü. Batının Suriye politikasında önemli olan konunun İsrail’in güvenliği olduğu belli oldu. Rusya’da toplanan G-20 toplantısında dünya liderlerinin Suriye konusunda görüşmeler yaptığı açıklandı. Ancak nasıl bir çözüm teklifi üzerinde görüşüldüğü anlaşılamadı. Meşhur İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki “ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı” Müslümanlar söz konusu olunca kimsenin dikkatini çekmiyor. Suriye’de Birleşmiş Milletler tarafından bir an önce ateşkes sağlanmalı ve halka kendi yöneticilerini seçme imkânı verilmelidir.
Diğer yandan CHP Suriye’de İran ile birlikte Esed rejimine destek çıkarken daha sonra Irak Maliki yönetimini ziyaret etti. İran ve Irak’lı Şiiler ve Hizbullah’ın Suriye’de Özgür Suriye Ordusu’na karşı birlikte savaştığı biliniyor. CHP’nin bu ittifak içinde ne aradığı merak konusu oldu. CHP son olarak ülkesinde seçilmiş cumhurbaşkanını darbe ile indiren, darbeyi protesto eden kitlelerin üzerine ateş açarak beş bine yakın Müslüman’ı şehid eden Mısır’daki cunta yönetimine desteğini göstermek üzere Mısır’ı ziyaret etti. Türkiye’de Müslüman kanaat önderleri ve İslâm âlimleri ile arasına mesafe koyan CHP, Mısır’da El-Ezher Şeyhi’ni ziyaret ediyor. Demek ki CHP yanında din adamının (!) bile darbecisi makbul.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
PLATFORMU