Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Ankara'da 414.,Kocaeli'de 456., Sakarya'da 435.,

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 414. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.

17 Aralık 2013 tarihi, Türkiye siyasi tarihi açısından önemli bir milat olarak hafızalarımıza ve tarih sayfalarına kazınmıştır. Askeri darbelere alışık olan ülke bu kez yargı eli ile hizaya sokulmaya çalışılmaktadır. Özellikle son derece titizlikle seçilmiş argümanlar üzerinden özel yetkilendirilmiş savcılar eli ile siyasi sürece balans ayarı yapılmak istenmiştir. Özel yetkili savcıların gizli soruşturma gerekçesi ile mesleki hiyerarşi içerisinde üstleri pozisyonunda olan kişileri dahi by pass etmeleri ve ardından tarafgir bir eda ile bildiri dağıtmaları toplumsal algının sınırlarını zorlamaktadır. Kuruluşundan bu güne değin bağımsız kararlar almakta zorlanan ve ideolojik bağnazlıklarını bir sopa gibi kullanıp hükümler veren ve toplumu kalıba sokmaya çalışan yargıda maskeler değişmiş ancak mantık değişmemiş görünmektedir. Yargının elinde bulundurduğu güç ile Jüristokratik bir ülke kurgulanmaktadır.  28 Şubat darbeci askerlerinin teker teker sessiz sedasız salınmaları, 28 Şubat darbesinin siyasi ve ekonomik figürlerinin isimlerinin dahi ağza alınmıyor olması, Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay tahliyeleri, 28 Şubat mağduru Yakup Köse ve arkadaşlarına verilen 7 ila 10 yıl arası değişen cezalar, Mavi Marmara Şehitlerinden Furkan Doğan davasında “İsrail yargılanamaz” ve “Giderken bize mi sordunuz?” diyen mahkemenin red kararı ve son olarak 17 Aralık hadisesi tesadüfler üzere ortaya çıkmış ve birbirinden bağımsız hadiseler olmayıp, aksine bir plan ve proje dahilinde tertiplenmiş olaylar olarak karşımızda durmaktadır. Maalesef toplum yargı mensupları eli ile kamplara ayrılmak istenmektedir.

17 Aralık operasyonu sonrası savcıların bildiri dağıtması ve sonrasında HSYK tarafından yapılan açıklamalar tartışmaları beraberinde getirmiştir. Savcıların üstlerine bildirmeksizin böylesi bir operasyona girişmeleri ilerleyen süreçte ülkeyi kaos ortamına sürükleyeceği gayet açıktır. Hukukçuların büyük bir çoğunluğunun hem fikir oldukları bu konuda HSYK’nın taban tabana zıt bir açıklamalar yapması oldukça düşündürücüdür. Mevcut iktidarın ise bu açıklamalar sonrası 6087 sayılı HSYK kanununun değiştirilmesine ilişkin teklifi bugün için günü kurtarsa da yarın büyük sorunlara sebep olabilecek bir girişimdir. HSYK’nın tek yetkili isminin adalet bakanı olması doğru bir karar değildir. Sivil ve tarafsızlığını korumuş kişilerin başında bulunması gereken bir kuruma değişen her iktidarda farklı ideolojilerin temsilcisi konumundaki adalet bakanını getirmek, farklı iktidarlar döneminde farklı uygulamaları beraberinde getirecektir. Ki bu hastalıklı bir durumdur. Bu düzenleme ile yargının bağımsız bir erk olarak işlev görmesi gerekirken, yürütmenin denetimine girmesi söz konusu olacaktır. Bu durum kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir ortam oluşturmaktadır. İdari bir kurul olan HSYK’nın siyasete karışması ve basın üzerinden polemiğe girmesi ne kadar yanlış ise iktidarın bu düzenlemesi de bir o kadar yanlıştır. Özellikle adalet mekanizmasına yeniden güvenin tesis edilmesi adına yargı mensuplarının ideolojik kimliklerinden sıyrılmaları ve bir yerden düğmeye basılmışçasına tepkisel yaklaşımlardan uzaklaşmaları şarttır. Hükümet başta olmak üzere tüm siyasi partiler ve yetkili organlar bir araya gelerek kalıcı çözümler ortaya koymak zorundadırlar. Yasama, Yürütme ve Yargıda dahil bütün kurumlar şeffaf olmalı ve denetlene bilir bir pozisyonda bulunmalıdır. Ellerinde bulundurdukları imkânları operasyonel bir güç şeklinde kullanan kişiler bilmelidirler ki gün gelir adalet kendiniz içinde ihtiyaç duyulan bir mefhum olarak karşınıza çıkar.

Diğer bir gündem maddesi ise Ergenekon ve balyoz sanıklarının tarafsız mahkemelerce yeniden yargılanması olmuştur. Özellikle medya üzerinden estirilen hava darbeci ve darbe heveslisi kişilerin masumluğu üzerine olmaktadır. Şu unutulmamalıdır ki; Ülkenin İslami kimlik ve kürt meselesi üzerinden kamplara ayrılması ve sahte irtica ve bölücülük tehlikesi üzerinden hizaya çekilmesi hala hafızalarımızda canlı olarak durmaktadır. İslami kimlik ve Kürt sorunu ile ilgili darbeciler eli ile açılmış yaralar hala kabuk bağlamamıştır. 28 Şubat post modern darbesi sonrası hüküm giyen ve eline tek bir çakıl taşı dahi bile almamış pek çok masum insan bugün hala ceza evlerinde yatmaktadır. Bugün darbeciler için içlerinde masum insanlar olduğu gerekçesiyle yeniden yargılamaya sıcak bakanlar 28 Şubat darbesi ve diğer siyasi dava mağdurları içinde aynı talepte bulunabilmelidirler. Geçtiğimiz günlerde cezası onanan Yakup Köse ve onun durumunda olan onlarca darbe mağduru da yeniden yargılanma hakkından yararlanabilmelidir. Aksi takdirde yeniden yargılama adı altında yapılacak olan darbecilerin aklanmasından başka bir şey olmayacaktır. Adalet mekanizması herkes için eşit ve adil bir şekilde çalışması elzemdir. Çifte standart adalet çarkının dişlilerinin kırılması demektir. Mahkemeler ideolojik saplantılıların karşı ideolojiyi cezalandırma mekanı değildir. Mahkeme önünde rütbeli ve sivil ayrımı yapılamaz. Statüleri kişileri mahkeme önünde imtiyazlı konuma getirmemelidir. Mahkemede esas olan suçun niteliğidir, suçlunun kimliği değil. Toplumun her kesimini şahısların kişisel görüşleri ve ideolojik şablonlarına mahkûm kılmayacak yeni bir hukuk sistemi derhal tesis edilmelidir. Hukuk toplumun bir kesiminin hizaya sokulacağı bir sopa olmaktan çıkmak zorundadır.

Son olarak tekraren yineliyoruz ki; Yasama, Yürütme ve Yargıda dahil bütün kurumlar şeffaf olmalı ve denetlene bilir bir pozisyonda bulunmalıdır. Dokunulmazlık meselesi her kişi ve kurum için yeniden gözden geçirilmelidir. Layüsel olmak ya Otokrasiyi yada Jüristokrasi’yi beraberinde getirecektir. Adaletin tesis edilmediği bir ülkede hiç kimsenin akıl, nesil, can, mal ve din emniyetleri güvende değildir. Adalet gün gelip gücü elinde bulunduranlarında ihtiyaç duyacağı bir mefhumdur.

Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.

        ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

 

Kocali İnanç Özgürlüğü Platformu 10.Yıl, 456.hafta basın açıklamasının konusu İsrail'in terörist olarak lanse etmek istediği İHH üzerinde yerli maşaları vasıtasıyla oynamaya çalıştığı “silah yüklü TIR" komplosuydu. Buna tepkiyi İnsan hakları Savunucuları derneği genel başkanı Ali Akbaş yaptığı basın açıklaması ile gösterdi. Vatandaşlar ellerinde, “İsrail ve maşaları İHH üzerinde oynadığınız operasyonların farkındayız”, “Furakanımızı İsrail'e değişenlere yazıklar olsun, “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin” pankartları taşıdılar.

KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 10.YIL, 456.HAFTA AÇIKLAMASI

Değerli halkımız ve basın mensupları, geçtiğimiz günlerin en önemli olayı terör devleti İsrail'in, ümmetin göz bebeği, mazlumların yardımcısı İHH üzerindeki TIR komplosuydu. İsrail, İHH'nın dünya üzerinde kendi aleyhinde açtığı davalardan temize çıkabilmek, Mavi Marmara gemisinin seferi ile yapılan insani yardımı bir terör eylemi olarak lanse temek için İHH'ya Türkiye'deki maşaları vasıtasıyla bir tuzak kurmuştu. Fakat Allahın izni ve sosyal medya vasıtasıyla erken haber alınarak tuzak bozuldu. Bu arada malum İsrail maşaları tüm dünyaya İngilizce olarak, silah yüklü olduğunu iddia ettikleri TIR'ın,  İHH’ ya ait olduğu bilgisini yaydılar.

TIR'ın durdurulması, aranması operasyonunu, hangi yapıya mensup kişiler tarafından yaptırıldığını herkes biliyordu. İnsani yardım çalışmaları ile bütün dünyanın takdirini kazanan, Müslümanların yüz akı İHH, Siyonist Yahudi'nin hedefi haline gelmişti. Emri veren siyonistler, uygulayan müslüman görüntülü anadolu'daki maşaları. O yapıya bağlı olanlar değil miydi, Mavi Marmara şehidimiz FURKAN DOĞAN’ ın Kayseri’deki mahkemesinde  İsrail'in  yargılanamayacağını  söyleyenler, Onlar değil miydi?.

Anadolu’nun Müslüman halkına 17 Aralık 2013 operasyonu başlatanlar. Müslüman anadolu halkının kendine gelmesini ve ipleri eline almasını hazmedemeyen İsrail ve batılı müttefikleri, içimizdeki kandırılmış insanları kullanarak Anadolu'nun Müslüman halkına darbe üstüne darbe vurmaktadırlar. Bizim üzüldüğümüz nokta koca çınar ağacını deviren baltanın sapının ağaçtan olmasıdır.17 Aralık darbesi, ülkemizin içinde yaşam mücadelesi veren Müslümanlara yeni bir 28 Şubat darbesidir, Ey Müslümanlar, İsrail , Amerika ve haçlı alemi, Türkiye'yi tamamen parçalayıp yutmak için gün saymaktadır. Ülkemizin dünyadaki saygınlığını düşürebilmek için tezgah üstüne tezgah kurmakta ve Türkiye’ li Müslümanların dünya’da söz sahibi olmasını hazmedemeyen batılı kafirler ve içerideki işbirlikçileri elinden geleni yapmaktadırlar. 

17 Aralık darbesi ile Türkiye'mizi yüz milyarlarca dolar zarara sokan İsrail ve batılı dostları, kirli ellerinizi Anadolu topraklarından, İHH’ dan, Müslüman halkın üzerinden çekin !.Bu uyarımızı dikkate almazsanız, sizi uyarıyoruz, Siyonist Yahudi ve uşakları, şunu asla akıllarınızdan çıkarmayın. Elinizden geleni ardınıza koymayın, fakat asla ve asla vatanımızı sizlere ve güdümünüzdekilere vermeyeceğiz. 

Akıllı olmazsanız operasyon yapan değil, operasyon yapılan olacaksınız !. Bu vatan topraklarında sizlerin operasyonlarına susmayacağız. Sizleri ve şaşkın maşalarınızı her yerde ve platformlarda teşhir etmeye devam edeceğiz. Onlar akıllarınca tuzak kurarlar, fakat bilsinler ki Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Allah onların tuzaklarını öyle bir geri çevirecektir ki, müesseseleri batacak, halk kurumlarına, yurtlarına çocuklarını yollamayacaktır. Bunu önümüzdeki günlerde hep beraber göreceğiz. Allah şüphesiz ki, tuzak kuranların en üstünüdür. Basın açıklamamıza katıldığınız için teşekkür ediyoruz.

11 Ocak 2014 cumartesi günü saat 12: 30 da öğlen namazının ardından Kocaeli gönüllü kültür teşekküllerinin merkez bankasının önünden başlayacak olan TÜRKİYE ÜZERİNDE KÜRESEL OPERASYONA HAYIR yürüyüşüne destek veriyor ve tüm halkımızı BU YÜRÜYÜŞE KATILMAYA davet ediyoruz.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ

 

 

Sakarya’daki 435. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde yoğun bir gündem vardı. Yerel ve bölgesel gelişmelere dair önemli tespitlerin olduğu açıklamayı Diriliş Saati Dergisi’nden Serdar Duman okudu.

Mazlum-Der’in yeni değiştirilecek olan Sakarya Stadyumu’nun arazisinin geleceği ile ilgili başlattığı kampanyayı zikrederek basın açıklamamıza başlamak istiyoruz.

AVM DEĞİL PARK!

Söz konusu arazi maalesef alışveriş merkezi ve/veya lüks konut yapımı için TOKİ’ye bırakılmış durumdadır. Mazlum-Der’in başını çektiği Sakarya’nın duyarlı sivil toplum kuruluşları olarak bu arazinin yeşil alan olarak halkımızın hizmetine sunulmasının doğru olacağını düşünüyoruz. Bu alana alışveriş merkezi ve/veya lüks konut yapılması; Sakarya’nın trafik sorununun büyümesi, alışveriş merkezinin Sakarya esnafının zaten bükülmüş olan belini daha da bükmesi, betonlaşmanın toplum sosyolojisi ve psikolojisi üzerindeki menfi tesirleri gibi bir dizi sorunu beraberinde getirecektir.

Sakarya’nın duyarlı halkını stadyum arazisinin yeşil alan olarak değerlendirilmesini amaçlayan bu kampanyaya destek vermeye, betonlaşmaya hayır demeye davet ediyoruz.

 

ROBOSKİ KATLİAMINI UNUTMUYORUZ

Kamuoyunda Uludere ya da Roboski Katliamı olarak bilinen 28 Aralık 2011 gecesi düzenlenen sınır ötesi operasyonda 34 masum vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Bu katliamın sanıklarının ortaya çıkarılması için açılan tüm soruşturmalar esrarengiz bir şekilde sonuç alınamadan kapatılmıştı.

Son olarak geçtiğimiz hafta Genelkurmay Askeri Savcılığı da bu katliamla ilgili takipsizlik kararı verdi. Takipsizlik kararının açıklamasında “TSK personeli kanunun emrini icra etmiştir. Kovuşturmaya gerek yoktur” ifadeleri kullanıldı.

Gerek TBMM İnsan Hakları Komisyonu, gerekse sivil/askeri yargı tarafından gerçekleştirilen soruşturmaların tümünden çıkan sonuçlar bu katliamın üstünün örtülmeye çalışıldığı izlenimini vermektedir.

Askeri vesayetin kalkmasından dem vurulduğu bir zeminde 34 masum can söz konusu olduğunda vesayetçi bir anlayışın yeni yüzüyle önümüze çıktığını hep birlikte gözlemliyoruz. Eğer gerçekten şeffaf bir yönetim olsaydı, gerçekten derin yapılar giderilmiş olsa idi; Roboski’de katledilen 34 canın faillerinin bulunamaması mümkün olabilir miydi? Biz gerek sivil, gerekse askeri yetkililerin Roboski gerçeğini bilmelerine rağmen üstünü örttüklerine inanıyoruz.

‘Bizim için asıl olan devlet değil, millettir’ diyen iktidar söyleminin Roboski için devreye gireceği günleri hasretle beklediğimizi bir kez daha kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

GAZZE’DE KRİZ BÜYÜYOR 

Gazze’ye uygulanan ambargo sonucu sağlık ve insani koşullar açısından her geçen gün daha da büyüyen bir kriz söz konusu…

Darbeci Mısır yönetiminin Gazze tünellerini kapatarak destek verdiği Siyonist ambargo Gazze’yi açık cezaevine dönüştürdü. Yakıt yokluğu nedeniyle elektrik santralinin de çalışmaması sonucu günlük 20 saate varan elektrik kesintisi Gazze’nin bir gerçeği haline geldi. Elektrik kesintisinin hastanelerde, konutlarda, imalathanelerde oluşturduğu kaos Gazze halkına acı çektirmeye devam ediyor.

Bunun yanı sıra Siyonist güçler havadan ve karadan Gazze’ye saldırılarını sürdürüyor. Şehit haberinin gelmediği bir gün yok gibi…

Bütün bu olumsuz koşullara rağmen Gazze direniyor. Gazze’ye maddi ve manevi yardımlarımızı artırmanın çabası içerisinde olmalıyız. Gazze Müslümanlarına ümmetin yanlarında olduğunu iliklerine kadar hissettirecek bir seferberlik içinde olmalıyız. Tüm Müslüman halkımızı duyarlı olmaya çağırıyoruz.

 

SURİYE’DE KAOS SÜRÜYOR 

Suriye’de de kaos devam ediyor. Amerika’nın ve müttefiki batı ülkelerinin gazıyla Suriye’de iç savaşın başlamasında etkili olan ülkelerden biri olan Türkiye maalesef hala hata yapmaya devam ediyor.

Suriye’de 150.000’e yakın insanın iç savaşta öldüğünden, milyonlarca insanın mülteci konumuna düştüğünden, insanların çok zor şartlarda açlık ve soğuk ile mücadele ettiğinden bahsediyoruz.

Bu kirli savaşın acilen durdurulması gerektiği aşikar… Bunun için Cenevre’de yakında gerçekleştirilecek bir barış görüşmesi söz konusu…

Böyle bir süreçte Türkiye’den Suriye’ye giden bir TIR gündeme düşüyor. Muhtemelen silah ve askeri mühimmat taşıyan bu TIR’ın savcılık tarafından aranmasına izin verilmiyor. TIR’ı kimin ihbar ettiği ya da cemaatin elinin nereye kadar uzandığı asıl soruyu oluşturmuyor.

Asıl soru şu: Türkiye niçin Suriye’ye silah göndermeye devam ediyor? Türkiye niçin ateşe körükle gitmeyi sürdürüyor? Bu kadar insanın ölmesi ya da iltica etmesi hiç mi politikalarınızı etkilemedi? Bizi Suriye bataklığına sokan Amerika ve batılı müttefiklerinin geri çekilmesi de bizim için ders olmadı mı? 

Ak Parti iktidarının Suriye konusunda çok acil ve ciddi bir özeleştiriye ihtiyacı var. Bu özeleştiriyi ve buna bağlı olarak doğru politikaların geliştirilmesini tüm halkımız sabırla beklemektedir.

Diriliş Saati Dergisi