Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)
Sakarya'da 438., Konya'da 334., Kocaeli'de 459., Ankara'da 417.,
Sapanca Gölü Sanayi ve Ticari Amaçlı Kullanılmasın!
Sakarya’daki 438. Hafta adalet ve özgürlükler eyleminde Sapanca Gölü’nde yaşanan çevre sorununa dikkat çekilerek, göl ve derelerin sanayi ve su fabrikaları tarafından kullanılmaması istendi
Sakarya’daki 438. Hafta adalet ve özgürlükler eyleminde Sakarya Dayanışma Derneği’nden Emre Berber’in okuduğu açıklamada, 17 Aralık sonrası süreç ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin yarattığı sorunlarla birlikte, Sapanca Gölü’nde yaşanan çevre sorunları gündeme geldi. Ülkedeki kriz ortamıyla ilgili olarak “Türkiye, 17 Aralık'tan beri devam eden yeni bir iktidar savaşını seyrediyor. Birbirlerine çok yakın olan iki oluşum tarafından sürdürülen bu savaşta rahatsız edici gelişmeler yaşanıyor.” diyen Emre Berber, açıklamasının devamında “Zaten ağır aksak işleyen ve çok az güven veren yargı sistemi bu savaşın ardından tamamen güvenilmez bir hale geldi. Kolluğun savcılığın emirlerine uymaması, binlerce polisin görev yerlerinin değiştirilmesi, savcılıkla MİT arasında cereyan eden tır krizleri devletin bütün kurumlarıyla beraber ciddi bir krizin içinde olduğunu gösteriyor.” ifadelerini kullandı.
Emre Berber’in yaptığı 438. Açıklamada Sapanca Gölü’ndeki kuraklık ve doğal dengenin bozulma riskinin ortaya çıkmasıyla ilgili olarak ise şu ifadelere yer verildi: “Göl’ün su seviyesi son sekiz yılda ölçülen en düşük seviyeye çekilmiş halde. Mevcut seviyenin kritik bir seviye olduğu söyleniyor. Gölde meydana gelen bu kuruma ve çekilme doğal sebeplere dayanmıyor. Başta TÜPRAŞ olmak üzere çeşitli sanayi kuruluşlarının yüksek miktarda su çekmesinin su seviyesinin azalmasının temel sebeplerinden biri olduğunu biliyoruz. Bunun yanında Sapanca’yı besleyen derelerin özel su firmalarına tahsis edilmesi ve söylenenlere göre bu firmaların kanunî haklarını da aşan oranda bu derelerden su çekmelerine göz yumulması çekilmenin önemli nedenlerinden. Hükümet tarafından benimsenip uygulanan, satılabilen her şeyi satmaya yeltenen kapitalist mantık ve politikalar Sapanca Gölü’nü de kurumanın eşiğine getirdi. Yetkilileri, bu kritik durum karşısında gerekli önlemleri almaya çağırıyoruz.”
Açıklamada Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı tarafından hazırlanan İnsanî Gelişme Raporu’na da değinildi. Berber, “Rapora göre dünya nüfusunun en zengin %1’lik kesimi dünya üzerindeki bütün gelirlerin %40’ına sahip. Buna karşılık gelir tablosunun alt kısmındaki %50’lik nüfus, yani dünyanın zengin olmayan yarısı ise dünyadaki toplam gelirin yalnızca %1’ini almakla yetiniyor. Rapor ayrıca, 1990 ile 2010 yılı arasında gelir dağılımındaki adaletsizliğin de %11 oranında artmış olduğunu tespit ediyor. Bu çarpıcı rakamlar dünyada zulmün ve adaletsizliğin nasıl da derinleştirildiğini gösteriyor. Zenginlerle yoksullar arasındaki makasın bu kadar açılmasının en önemli sebebi, şüphesiz, neoliberalizm ve kapitalist ekonomik sistemin tüm dünyaya egemen olmasıdır. Bizler, ilhamını vahiyden alan Müslümanlar olarak, bu ahlakî yozlaşmaya ve zenginliğin aramızda böyle bölüştürülmesine itiraz ediyoruz. Kimsenin geçinebilmek için ömrünü çalışmakla tüketmediği, servetin yalnızca zenginlerin arasında dönüp dolaşmadığı, Allah’ın sınırsız nimetlerinin aramızda adil bir şekilde paylaştırıldığı bir dünya hedefliyoruz.” dedi.
438. Hafta Basın Açıklaması:
Değerli Sakarya Halkı;
Bilindiği gibi, Türkiye, 17 Aralık'tan beri devam eden yeni bir iktidar savaşını seyrediyor. Birbirlerine çok yakın olan iki oluşum tarafından sürdürülen bu savaşta rahatsız edici gelişmeler yaşanıyor. Kavga sırasında kamuoyuna yansıyanlarla tarafların bütün kirliliklerini öğrenme imkanı buluyoruz. Kolluğun savcılığın emirlerine uymaması, binlerce polisin görev yerlerinin değiştirilmesi, savcılıkla MİT arasında cereyan eden tır krizleri devletin bütün kurumlarıyla beraber ciddi bir krizin içinde olduğunu gösteriyor.
Zaten ağır aksak işleyen ve çok az güven veren yargı sistemi bu savaşın ardından tamamen güvenilmez bir hale geldi. Kolluğun savcılığın emirlerine uymaması, binlerce polisin görev yerlerinin değiştirilmesi, savcılıkla MİT arasında cereyan eden tır krizleri devletin bütün kurumlarıyla beraber ciddi bir krizin içinde olduğunu gösteriyor. Karşılıklı olarak ifşa edilen ses kayıtlarıyla ekonomik sömürü ve istismarın ne boyutlara ulaştığını görüyoruz. Yıllardır sistemin çarklarının ne gibi ahlakî düşkünlüklerle döndürüldüğünü, sisteme eklemlenmenin ne gibi ahlakî zaafiyetlere sebep olduğunu anlıyoruz.
Sistemin sahipleriyle uzlaşarak kendisine yer açan ve şimdi kıyasıya bir güç mücadelesine girişen tarafların ülkeyi düşürdükleri ve kendilerinin de düştüğü bu pozisyon hepimiz için ibret verici olmalıdır.
Duyarlı Sakarya halkı;
Perşembe günü kamuoyuna Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı tarafından hazırlanan İnsanî Gelişme Raporu isimli bir rapor açıklandı. Açıklanan rapordaki veriler insanın tüylerini diken diken edecek cinsten. Rapora göre dünya nüfusunun en zengin %1’lik kesimi dünya üzerindeki bütün gelirlerin %40’ına sahip. Buna karşılık gelir tablosunun alt kısmındaki %50’lik nüfus, yani dünyanın zengin olmayan yarısı ise dünyadaki toplam gelirin yalnızca %1’ini almakla yetiniyor. Rapor ayrıca, 1990 ile 2010 yılı arasında gelir dağılımındaki adaletsizliğin de %11 oranında artmış olduğunu tespit ediyor.
Bu çarpıcı rakamlar dünyada zulmün ve adaletsizliğin nasıl da derinleştirildiğini gösteriyor. Zenginlerle yoksullar arasındaki makasın bu kadar açılmasının en önemli sebebi, şüphesiz, neoliberalizm ve kapitalist ekonomik sistemin tüm dünyaya egemen olmasıdır. Ülkemizde de bilhassa AKP döneminde gittikçe yerleşen kapitalizm, servetin ve zenginliğin adaletsiz bir şekilde dağıtılmasının en önemli sebebidir. Aramızda tüketim kültürünün yayılması, ihtiyacımız olmayan şeyleri tüketmeye itilmemiz, tüketmekle ve gösterişle birbirimize üstün olacağımızı sanmamız, dayanışma yerine rekabeti temel almamız, bireycileşmemiz, bencilleşmemiz uygulanan neoliberal politikaların ve kapitalist ekonomik sistemin doğal sonucu ve zeminidir.
Bizler ilhamını vahiyden alan Müslümanlar olarak, bu ahlakî yozlaşmaya ve zenginliğin aramızda böyle bölüştürülmesine itiraz ediyoruz. Kimsenin geçinebilmek için ömrünü çalışmakla tüketmediği, servetin yalnızca zenginlerin arasında dönüp dolaşmadığı, Allah’ın sınırsız nimetlerinin aramızda adil bir şekilde paylaştırıldığı bir dünya hedefliyoruz. Kapitalizmin önümüze koyduğu seçeneği reddediyor; gösterişin yerine tevazuyu, rekabet yerine dayanışmayı, bireycilik ve bencillik yerine hayırda yarışmayı savunuyoruz.
Değerli Sakaryalılar;
Bölgemizin doğal denge unsuru ve şehrimizin başlıca içme suyu kaynağı olan Sapanca Gölü hızla kuruyor. Göl’ün su seviyesi son sekiz yılda ölçülen en düşük seviyeye çekilmiş halde. Mevcut seviyenin kritik bir seviye olduğu söyleniyor.
Gölde meydana gelen bu kuruma ve çekilme doğal sebeplere dayanmıyor. Başta TÜPRAŞ olmak üzere çeşitli sanayi kuruluşlarının yüksek miktarda su çekmesinin su seviyesinin azalmasının temel sebeplerinden biri olduğunu biliyoruz. Bunun yanında Sapanca’yı besleyen derelerin özel su firmalarına tahsis edilmesi ve söylenenlere göre bu firmaların kanunî haklarını da aşan oranda bu derelerden su çekmelerine göz yumulması çekilmenin önemli nedenlerinden.
Hükümet tarafından benimsenip uygulanan, satılabilen her şeyi satmaya yeltenen kapitalist mantık ve politikalar Sapanca Gölü’nü de kurumanın eşiğine getirdi. Buradan bölgemizin ve şehrimizin bu nadide değerinin çeşitli şirketlere peşkeş çekilmesine ve talan edilmesine karşı itirazımızı açıkça dillendiriyoruz. Yetkilileri, bu kritik durum karşısında gerekli önlemleri almaya çağırıyoruz.
Son olarak, geçtiğimiz hafta içinde; Roboskî’de katledilen 34 kişiden biri olan Nadir Alma’nın işlediği iddia edilen ‘kaçakçılık’ suçundan dolayı ailesine ceza tebligatı geldi. Roboski katliamının failleri henüz hiçbir cezaya çarptırılmamışken, İngilizler tarafından çizilen sınırları aşarak akrabalarıyla ticaret yaptı diye, henüz katliamın acısını yüreklerinde taşıyan aileye böyle bir cezanın tebliğ edilmesini kabul edilemez bulduğumuzu bildirmek istiyoruz.
Sakarya Dayanışma Derneği
Rahman Rahim Allah’ın adıyla
70- Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
71 - Firavun: "Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım.... Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz" dedi.
72 - (İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: "Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin."
73 - "Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
Taha(70-73)
Sevgili dostlar değerli basın mensupları
Bundan asırlar önce Mısır Firavunları da aynı şekilde, Çağdaş Firavunların dedikleri gibi diyorlardı. Firavun da Allah’ın elçisi olan Hz. Musa’ya ve O’na iman edenlere karşı neye, kime, nasıl ve niçin iman edeceğinize ben karar veririm. Benim izin verdiğim ölçüde inanabilirsiniz diyordu.
Alemlerin Rabbi Allah da çağlar üstü bu düşüncelerin şifrelerini kendisine iman edenlere bildiriyordu. Şeytan da aynı şekilde Allah’ın emrini ön planda tutup Hz. Adem’e secde etmesi gerekirken mazeretler üretiyor ve Allah’a isyan ediyordu. Şu anda da şeytan ve dostları, Firavunlar da aynı metodu takip ediyorlar. İşlerine geldiği şekilde toplumu, insanları dizayn ediyorlar. Vakti saati geldiği anda da kendi putlarını yemekten uzak kalmıyorlar.
Adaleti kendileri için; hukuku kendi işlerine geldiği gibi kullanıyorlar. Sanki kendileri yeryüzünün ilah ve rableri gibi hareket ediyorlar.
Bu gün için benzer oyunları Mısır’da Muhammed Mursi ve İhvan-ı müslimin mensuplarına karşı oynandığını açık bir şekilde görmekteyiz. Yargılamaların hepsi ayrı birer komedi, yargıladıkları kişilerin savunmalarını yaparken söylediklerini istedikleri anda kesip istedikleri anda vermektedirler. Kamuoyunun doğru bilgilenmesini engellemek için bunu her daim yapıyorlar. Kendi beşeri hukuklarındaki kişinin kendini savunma hakkını dahi gasp ederek onlar hakkında karar veriyorlar. Buradan Muhammed Mursi ve İhvan-ı Müslim’in mensuplarının şanlı direnişlerini selamlıyor har zaman dualarımızın onlarla olduğunu bildiriyoruz.
Zannetmeyin ki bu oyunlar sadece Mısırda;
Bangladeş’te Cemaat-i İslamiye mensuplarına karşı verilen idam kararları da bu oyunun farklı coğrafyalardaki zulmün açığa çıkmasıdır. Bu tür hukuksuz kararların oradaki mücadeleyi sekteye uğratmayacağına inanıyor; dualarımızdan onları da eksik etmediğimizi belirtiyoruz.
Bizler biliyoruz ki, Müslümanların varlık sebebi, bütün alemin varlık sebebi sadece Allah’tır. Varlığımız yaratandan başka hiç kimseye bağlı değildir.
Tarihin bir ibret levhası olduğu sonu kan ve zulümle bitecek heyecanların bulunmadığı tevhit ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 335. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 01 REBİULAHİR 1435 - 01 / 02 / 2014
NEFRET SÖYLEMİNE!, TEPKİYE!, TEPKİ !!, 17 ARALIK DARBESİ, İSRAİL VE USA PROJESİ.459.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformunun 459.hafta basın açıklamasının konusu, bu günlerde bir kesime ait STK'ların paralel saldırıyla başbakanın nefret Söylemine tepki adı altında yaptıkları açıklamalara tepkiydi. FBI'nın 14 Aralıkta yapıya ait okullarda baskınlar yapıp, dünya üzerinde eğitim hizmetlerinin sekteye uğrayıp, okullarının kapatılacağı endişesi ile dış güçlerin baskısıyla başlatılmak zorunda kalınan 17 Aralık darbe operasyonuna tepkiydi. 14 Aralık tarihli haberler. https://www.hurriyet.com.tr/dunya/25357971.asp . Duruma tepki gösteren halk, ellerindeki pankartlarda, “İsrail!in nefretini 1 kez olsun kınasaydınız”, “17 Aralık darbesi İsrail projesi”, “İsrail, USA darbelerinede, maşalarınada geçit yok”, “Nefret söylemine tepki çıkışıyla, israil ve USA güdümlü darbeyi, maskelemeye çalıştığınızın frakındayız” pankartları açtılar. İzmit İnsan Hakları Parkında basın açıklamasını, İnsan hakları savunucuları Derneği genel başkanı Ali Akbaş yaptı.
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 459.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli halkımız ve basın mensupları 459.hafta basın açıklamasına hoş geldiniz. Türkiye'nin insan hakları alanında alması gereken daha çok yol var, bu konulara yoğunlaşmak yerine, İsrail ve Amerika güdümlü 17 Aralık darbesinden sonra ortaya çıkan durumla ilgili halkı aydınlatmak için açıklama yapma gereği duymaktayız. İsrail ve Amerika, Ortadoğu’da kendine boyun eğmiş iktidarlar istiyor. İş başındakinin asker, darbeci, sağcı, solcu olması hiç önemli değildir. Haçlı ve Siyonist âlemin tek istediği vardır, iş başında olan iktidarlar onların güdümünde olsun. Bu iktidarlar Mavi Marmara, Van Minut, Çin'le yapılan 5 milyar dolarlık silah anlaşması gibi sebeplerle şer güçlerin güdümünden çıkarsa, ellerindeki her kesimi, sağcısını, İslamcısını, kemalistini, solcusunu, gezi olayında olduğu gibi sivil halk darbesini, askeri ve yargı darbesini kullanarak, halkın seçtiği insanları iktidardan indirmeye çalışırlar. Amerika ve İsrail'in bu tür yöntemlerle iktidarları devirmesini bir insan hakları ihlali olarak gördüğümüz için, bu konuda mecburen açıklama yapıyoruz.
Halkı cahil bırakılmış ülkelerde bu yoşsuzluk senaryoları tutar. Rahmetli Adnan Menderesin dün idamının yıl dönümüydü. Amerikanın emriyle darbe yapan Atatürkçülerin en büyük mesnedi, “iktidar yolsuzluk yaptı” iddialarıydı. Amerika aynı senaryoyu bu sefer Atatürkçü değil sözde İslamcı kesimler üzerinden, yolsuzluk iddiası gibi gayet kolay tutabilecek bir söylemle sahneye koydu. 17 Aralıkta ucu Amerika'ya uzanan yapı şer güçler tarafından harekete geçirildi.Birbiriyle alakası olmayan ve senelerden beri yürütülen bağlantısız soruşturmalar bahane edilip, bir araya toplanarak yargı darbesi yapılmaya çalışıldı. Operasyonlar devam edecek ve olay başbakanı tutuklamaya kadar gidip, halkın seçtiği iktidar devrilecekti. Bu darbeyi yaparken, seçilmiş hükümeti devireceklerine mutlak gözüyle bakarak, her türlü kariyerlerini riske atarak hareket ediyorlardı. Allah izin vermedi, tam tersi oldu, iktidar devrilmediği gibi, “İsrail ve Amerika karşıysa !, başbakana sahip çıkmak lazım” diyen halkın teveccühü arttı ve iktidar partisinin oy oranlarının yükselmesine neden oldular. Darbe tutmamıştı, gerçekleri gören mensupları hızla bu yapıyı terk ederek, İsrail, Amerika yandaşlarının karşısına geçtiler. Bu bozgunun getirdiği dağılma süreci, ticari ve sosyal hayatta aldıkları tepkiler, bunları panikletti. Hiçte bunları hesaba katmamışlardı, darbeyi yapacak sonrada kurum ve kuruluşları da eskisi gibi yoluna devam edecekti. Hiçte öyle olmadı, halkın büyük bir tepkisi ile karşılaştılar. Şu an mazlumu oynayıp, duygu sömürüleri yapıyorlar.
Son savunmaları “nefret söylemine tepki” adı altında tepki açıklamaları yapmak. Bu güne kadar sesleri solukları, çıkmayan, varlıkları, yoklukları belli olmayan bu yapıların, “ nefret söylemine tepki” çıkışlarını hep beraber gördük. “Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır “ buyuruyordu Resullulah aleyhisselam. Bırakın nefreti?, bu güne kadar Siyonist İsrail Müslümanlara soy kırım uyguluyordu?, siz o zaman neredeydiniz? , hiç sesiniz çıkmıyordu. Irakta Müslümanlar katlediliyor, Mısırda Amerikancı Sisi binlerce Müslümanı katlediyordu !, sizin dernekleriniz o zamanlar neredeydi?. Başörtüsüne, 90 seneden beri nefretle bu ülkede saldırılıyordu, neredeydi sizin o nefret tepkicisi vakıflarınız?. Kuran kursları, İmam hatip okulları kapatılıyor, boykot eden küçük çocuklar acımasızca itilip kakılıyorlardı, neredeydi sizin o zamanlar nefrete tepki söylemcisi gazete ve televizyonlarınız?. Dünya ve Türkiye Müslümanlarına Amerika, İsrail ve TC rejimi, bırakın nefreti, nefret sonucu zulmedilirken, katliam yaparken, sizin o derneklerinizin, vasıflarınızın sesi çıkması bir kenara, “başörtü eylemlerine katılmayın, provokatörler sizleri olayların içine çekmek istiyor” mesajları veriyordunuz.Yine sizin anlayışınızdan duymuştuk, Mavi Marmara’nın, Gazze’de açlıktan ölen bebeklere mama götürebilmek için İsrail otoritesinden izin alınması gerektiğini. Şimdi halkı aptal görerek karşısına çıkmış, nefret söylemine tepkiden bahsediyorsunuz. Meğersem sizin sesiniz ne kadar gür ve güçlü çıkıyormuş !, gazeteleriniz TV leriniz gümbür gümbür ötüyormuş. Allah için çıkmayan sesleriniz, Amerika ve İsrail güdümlü darbe için bangır bangır çıkıyor. Dünya ve Türkiye Müslümanlarına zulmedilirken ortada gözükmeyen sizler, Amerika ve İsrail güdümlü darbenin başarılı olamaması üzerine panik havasıyla, size bağlıları elinizde tutmak için, bir nefret söylemine tepki eylemleri içine girdiniz.
Döviz yükseldi, faiz artı, ülke ekonomisi sizin darbe girişiminiz yüzünden allak bullak oldu. Peki siz ne bekliyordunuz?. “ İyi yaptınız, dövizi, faizi yükseltip, ekonomiyi alt üst ederek gariban halkın ahını aldınız, bunun için size teşekkür ediyoruz” denilmesini mi?. Bu halkı aptal yerine koymaktan vaz geçin. Yayın organlarınız sabahtan akşama kadar darbe tellallığı yapıp, sonra pişkin pişkin, “ bizim bu işlerle hiçbir alakamız yok” diyerek halkın gözünün içine baka baka, utanmadan yalan söylemekten vaz geçin. Hiç kimse aptal değil, herkes yapılanları görüyor. 80 sene sonra halkın ele geçirdiği bu fırsatı, işine gelmedi için devirmek isteyen Amerika ve İsrail'in taşeronların yaptığınızı herkes gördü. Sizleri bu ihaneti bitirmeye !, başta İHH üzerine başlattığınız operasyonlar olmak üzere, Yahudi ve Hıristiyanlarla tüm dostluklarınızı ve iş birliklerinizi kesmeye davet ediyoruz. Ayeti kerimedeki “onları dost edinen de onlardandır” ikazını unutmayın. Bu sözümüz yapı içindeki samimi insanlara değildir. Fakat onlarında bu yapının hangi kriptolar, CIA, MOSSAD ajanları tarafından kullanıldığını görmesi gerekiyor. Görüp bu yapıyı terk etmezlerse, onlarda hesap gününde Allahın mahkemesinde hesabını vereceklerdir. Bu samimi insanları da gerçekleri görüp, gerekeni yapmaya davet ediyor, basın açıklamamıza katıldığınız için teşekkür ediyoruz.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU’NUN
01 ŞUBAT 2014 TARİHLİ 417. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli basın mensupları ve sevgili misafirler! Basın açıklamamıza hoş geldiniz.
Terör kelimesi sözlüklerde “Genellikle siyasal nedenlerle halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet ögesini kullanmak” şeklinde açıklanır. Mısırda ise halkın oylarıyla seçilen meşru Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, askeri darbe ile devrildikten sonra işbaşına gelen General Sisi önderliğindeki yönetim Müslüman Maddeler teşkilatını kapatarak terörist ilan etti. Askeri yönetim darbe karşıtı gösterilerde halkın üzerine yaylım ateşi açarak binlerce Müslümanı şehid eden caniler bati basınında pek de yer almadı. En son Hüsnü Mübarek yönetiminin devrilmesinin üçüncü yıldönümü gösterilerinde darbeci güçler 49 müslümanı katlederek yüzlercesini de yaraladı. Bütün bu olaylar gerçekten de terörist eylemler olmasına rağmen batı basınında Gezi olaylarında biber gazı sıkan polisler kadar yer bulmadı. Misalleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak Siyonist güdümlü batı medyasının gerçek teröristleri gizleyerek Müslümanları terörist olarak yaftalamasını lanetliyoruz.
Suriye’de ise Esed yönetiminin uyguladığı devlet terörünü ifade etmeye kelimeler bile yetmiyor. Filistinlilerin kaldığı Yermük mülteci kampında açlıktan ölenlerin sayısı yüze yaklaştı. Açlık ve işkence sonucu ölen on bir bin Suriyeli müslümanın fotoğrafları dünya müstekbirlerinin vicdanlarını yumuşatmaya yetmedi. Cenevre 2 toplantıları ile dünya kamuoyu oyalanırken Suriye’de katliamlar varil bombaları ile devam ediyor. Bir İngiliz projesi olan Vahhabiliği Selefilik olarak pazarlayanlar Mısır’dan sonra ihanetlerine Suriye’de de devam ediyorlar. İran’ın yardımı Müslüman katliamında yetersiz kalmış olacak ki İŞİD adlı örgüt de Esed yerine Müslümanlara karşı savaşarak efendilerinin emrini yerine getiriyor. Kafasını kestiği bazı Müslümanların görüntülerini internet üzerinden dünyaya yayarak “terörist Müslümanlar” imajının oluşması için ellerinden gelen gayreti sarfediyorlar. İçinde yaşadığımız zaman dilimi birçok ibretlik olayın geliştiği, melek yüzlü Şeytanların çeşitli olaylar neticesi maskelerinin düştüğü zamanlardır. İslâm dini bize bir fasığın getirdiği haberi bile araştırmamızı emreder. Çağımızda ise Siyonistlerin güdümündeki haberleşme araçları tarafından yayılan haberler araştırmaya daha da muhtaçtır. Bu yüzden bütün Müslümanları haberleri dikkatli incelemeye, olayların perde gerisini öğrenmeye, Müslümanlar üzerine oynanan oyunlardan ders almaya davet ediyoruz.
Türkiye’de ise yargı üzerine tartışmalar devam ediyor. “Yargının bağımsızlığı” sözü dillere pelesenk olmuş durumda. Yargı bağımsız olmalı yani yargıya kimse karışmamalı imiş. Yargı sanki Allah’ın (cc) indirdiği hükümlere göre karar veriyor da biz aciz kulların yargının işine karışmamamız isteniyor. Yargının bugüne kadar adaleti tesis edebildiğini söyleyebilir miyiz? Aynı konularda birbirine taban tabana zıt yargı kararlarını anlatmaya bizim sahifelerimiz yetmez. Yargının tarafsız olması gerektiği üzerinde niçin hiç durulmuyor? Zira herkes yargıyı ele geçirip silah olarak kullanma peşinde. Daha önce yargıyı ele geçiren bir gurubu tasfiye için 12 Eylül referandumu yapılmıştı. Bu defa da yargıyı başka bir gurubun ele geçirdiğinden şikâyet ediliyor. Yargı Türk Milleti adına karar verdiğini söylüyor ancak milletin temsilcilerinin karar aşamasında adı geçmiyor. Bu yüzden yargı sisteminde köklü değişiklikler yapılmalıdır. Bu cümleden alarak;
1- Savcılar kürsüden indirilerek avukatların karşısında yerlerini almalı,
2- Jüri sistemi getirilerek hakim kontrolünde savcı ve avukatların jüriyi ikna etmesi sistemine geçilmeli, kararlar jüri tarafından verilmeli;
3- Ceza kanunundaki her yere çekilebilecek muğlak ifadeler metinlerden çıkarılmalıdır. Meselâ; Özel Yetkili Mahkeme, terör suçları, çete kavramı ile “iki yıldan beş yıla kadar hapis” gibi.
4- Soruşturmayı basına sızdırarak yargısız infaz yapılmasına karşı caydırıcı tedbirler alınmalı.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU