"Başörtüsü Onurumuz Koruyacağız!" (FOTO)

"Başörtüsü Onurumuz Koruyacağız!" (FOTO)

Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Beyazıt Meydanı İstanbul Üniversitesi önünde 13. haftaya giren başörtüsüne özgürlük eylemlerinin sonuncusunu düzenledi.

Yaklaşık 250 kişinin katılım gösterdiği eyleme Grup Yürüyüş de marşlarlıyla destek verdi.

"Zulüm Bitene Kadar"", "Yasak Yok Yasakçı Çok", "Emrin 'Baş'ım Üstüne Ya Rab", "Tepkisiz Kalma, Zulüm Alışkanlık Yapar", "Zorbalığa Son Başörtüye Özgürlük" gibi döviz ve pankartların taşındığı eylemde "Başörtüye Uzanan Eller Kırılsın", "Başörtüsü Onurumuz Koruyacağız", "Uyan Diren Özgürleş", "Cübbeli Darbe Düzenine Son", "Yasakçılar Yenilecek Direnenler Kazanacak" sloganları atıldı.

Eyleme destek veren Grup Yürüyüş adına kısa bir konuşma yapan Necmettin Asma AGD'yi düzenledikleri eylemlerden ötürü tebrik ettikten sonra "Zulüm bitene kadar direnişlerin süreceğine inandıklarını, grup olarak her zaman direnenlerle birlikte olacaklarını" ifade edip, tüm kuruluşları başörtüsü eylemlerine topyekün destek vermeye çağırdı.

Hukukun öldüğünü temsilen, üzerinde "hukuk" yazılı siyah bir tabutla renklendirilen eylemde, aynı zamanda 9 anayasa üyesini temsilen ellerinde kanlı "demoklesin kılıcını" taşıyan gençlerin  gösterisi de anlamlıydı. Eylem basın açıklaması ve yaklaşık 20 kişinin taşıdığı büyük bir başörtüsünün önünde yapılan dua ile sona erdi.

Haksözhaber olarak AGD'yi bu duyarlı ve etkili eylemlerinden ötürü tebrik ediyor, müslümanların daha etkili ittifaklarına vesile olmasını temenni ediyoruz.

HAKSÖZ-HABER

Foto: Afgani Türkmen

Eylemde okunan basın açıklamasının tam metni:

Malumunuz üzere gecen hafta Anayasa Mahkemesinin talihsiz kararının şokunu hep beraber yaşamış ve millet olarak 60'lı ve 70'li yıllarda apoletle yapılanların bugün günümüzde cüppe ile yapıldığını görmek aklımızda, ülkemizin demokrasi anlayışı hakkında önemli soru işaretleri bırakmıştır. Demokrasi, laiklik ve Atatürkçülük zırhı altında halkın iradesini gönüllerince sınırlayıp, pervasızca  " biz yaptık oldu" dercesine, halka rağmen halkı yönetmeye çalışanlar bilmelidirler ki, hukuk kavramını ortadan kaldırmak suretiyle devletin varlık amacını derinden sarsmışlardır. Anayasa Mahkemesinin cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, laiklik ve sosyalite anlayışı ile evrensel normların, hatta iç hukukumuzun birbirine yüz seksen derece zıt olduğunu artık görmemiz gerekiyor. Bütün dünyada içleri hak ve özgürlüklerle doldurulan bu kavramlar bizde, bir elit despotizmini veya güçlünün keyfi iradesini temsil ediyor.

Anayasa Mahkemesi almış olduğu bu son karar ile birlikte halkın adalete olan inancını yok etmiştir. Anayasa mahkemesi anayasayı yok sayarak, kendi meşruiyetine son vermiştir. Eşitliğin sağlanması için gereken objektif hukuk yapısı, tamamen subjektif bir karakter almıştır. Siyaset dışı kalmakla yükümlü olan atanmışlar, yapılan seçimlere itibar etmeye ve meclis kararlarına itaat etmeye mecburdurlar. Zira memuriyetleri bunu gerektirmektedir. Halk adına hukukun icrası için; halkın temsilcisi olan cumhurbaşkanı tarafından atanan birkaç memurun, halkın iradesine rağmen yetkisini aşma gücünü nereden aldığını merakla sorgulamaktayız.

Geçen haftaki kararlara bir göz atalım. Anayasa Mahkemesi, almış olduğu kararla Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliklileri iptal etti ve yapılan değişikliklerin yürürlüğünü durdurma kararı aldı. Böylelikle Anayasada, Anayasa değişikliklerinin sadece şekil bakımından ve sınırlı bir şekilde denetlenebileceği yazmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi, korumakla yükümlü olduğu Anayasayı görmezden gelmiş ve bir hukuk skandalına daha imza atmıştır.

Ancak şunu unutmayalım ki, mahkemenin aldığı bu karar, hukuken hiçbir geçerliliği olmayan bir karar olup meclisin yasama yetkisini gasp ediyor olması açısından da "yok" hükmündedir. TBMM bir an evvel, alacağı bir meclis kararıyla bu kararı tanımadığını ve kararın yok hükmünde olduğunu beyan etmelidir. Zira Anayasa Mahkemesi'nin aldığı bu karar, Anayasa'nın birçok hükmüne açıkça aykırı olmakla birlikte 6. , 7. ve 148. maddelerinin de alenen çiğnenmesi anlamını taşımaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 153. maddesi gereği "iptal kararları gerekçeleri yazılmadan açıklanamaz" ilkesini de bu kararla çiğnemiş olmaktadır.

Diğer taraftan, bu kargaşa içerisinde çok önemli bir konu göz ardı edilmektedir.

Bir kısım yasakçı medyanın oluşturmaya çalıştığı genel kanının aksine, Türk hukuk mevzuatında başörtüsünü yasaklayan hiçbir yasal düzenleme mevcut değildir. Yani başörtülü kardeşlerimizin eğitimlerine devam edememeleri için rektörlerin keyfi tutumlarından başka hiçbir gerekçe yoktur. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini vurgulamakta olup eğitim hakkının engellenmesini içeren hiçbir kanun da bulunmamaktadır. İnsan haklarına tamamen aykırı olan bu çağdışı yasak da maalesef halen sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Yasakçı çevrelerin bu insanlık ayıbını sürdürürken; rejimi devirecek, toplumsal kaos yaratacak, bizi falanca ülkeye benzetecek, mahalle baskısı yaratacak gibi iddia sahibine şizofren tanısı koyduracak kadar hezeyan içeren manaların başörtüsüne yüklenmesi metodunu kullanması da akıl sır erdirilebilecek bir durum değildir. Hâlbuki başörtüsünün mahiyeti yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'de ve 1400 yıllık İslam pratiğinde hiç tartışmaya yer vermeyecek şekilde gayet açık ve nettir. Uzun sözün kısası şüphesiz başörtüsü dinimizin bir emridir ve Müslüman kadına farzdır. Dinimizin temel inançlarını yok etmeye, ayetleri tahrif ve akılları karıştırmaya çalışanlar ve dinin D sini bilmeden fetva vermeye kalkanlar bilsinler ki emellerinde asla ve asla başarılı olamayacaklar. Hamuru İslam ile yoğrulu olan milletimiz bu sinsi davranışları asla unutmayacaktır ve affetmeyecektir.

Şu anda çözümsüzlükle beraber halk arasında ümitsizliğin hâkim olduğu bir noktadayız. Bu problemin müsebbipleri; başta yetkisini aşan kimi kurumlar ve halka hizmet yerine şov yapma peşinde olan siyasi yetkililer ve kurumlardır. Başta bu konuyu eline yüzüne bulaştıran ve neredeyse çözüm yolunun tıkanmasına sebep olan hükümet ve din düşmanlığını muhalefet metodu olarak benimsemiş ana muhalefet partisi bu durumdan sorumludurlar. Hükümetin görev başında olduğu 2002–2007 yılları arasında, Anayasa Mahkemesi'nin yetkileri ve yapısıyla alakalı hiçbir değişikliğe gitmemesi ve başörtüsüyle alakalı bu uygulamayı, halkoyuna sunacağı yeni anayasa taslağından çıkarıp ayrı bir düzenlemeyle hayata geçirmeye çalışması da mahkemenin böyle bir karar vermesine adeta zemin hazırlamıştır. Başörtüsü karşıtı çevrelerin siyasete müdahale ederek, anti-demokratik yöntemlerle yürüttükleri mücadeleye destek veren muhalefet partisinin de, minder dışına kaçarak başka mercilerden medet umar hale geldiğini görmekteyiz!

Aslında meselinin özü şudur:

Başörtüsüyle tarlada çalışan Ayşe alkışlanırken, aynı Ayşe ırgat değil de ziraat mühendisi olmak istediğinde kınanmaktadır. Yani şöyle denmektedir, sen şu başörtünle ancak cahil bir çiftçi olabilirsin. Mühendis olmak istediğin takdirde ise ancak bizim dünya görüşümüzü benimseyip bizim gibi giyinmelisin. Halkın inanç ve kültürünü kendi zihniyetlerine göre dönüştürmeye çalışanlar ve bunu yaşadığımız son olayda da olduğu gibi halkın iradesini ipotek altına alarak yapanlar, acaba bu meşruiyeti nerden alıyorlar diye sormaktan kendimizi alamıyoruz"

Ve son olarak "kendi milletine karşı Sütçü İmam olunmaz" diyenlere de cevabımız şudur: Milletine Fransız olana karşı Sütçü İmam olmak, boynumuzun borcudur.

Türkiye'nin Her Yerinde Devam eden direnişimiz bugün de görevini ifa etmiştir ve yasak kaldırılıncaya kadar devam edecektir.

Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Üniversite Komisyonu