Ahmet Taşgetiren
Belirleme - Belirlenme
Türkiye “One minute” günlerinde değil.
29 Ocak 2009’da Davos’ta Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in yüzüne karşı “Siz kadınları ve çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” dediği günlerde de değil.
“Mavi Marmara cinayeti”nden sonra Türkiye ile barışmak adına İsrail Başbakanı Netanyahu’nun telefonda özür dilediği zamanlarda değiliz.
Bir dönem BM Genel Kurulu için gidilen New York’ta, darbeci Sisi ile aynı masaya oturmamayı tercih etmişti Cumhurbaşkanı Erdoğan… O günlerde de değiliz.
Ne yapıyoruz?
Normalleşiyoruz.
Normalleşmeye mecbur kaldık çünkü.
Ekonomi iyi gitmiyor çünkü.
Ekonominiz iyi gitmezse başka şeylerin de iyi gitmesi zor oluyor.
Demirel ne demişti “One minute” olayı sonrasında? “Bunun bir faturası olur!” Siyonizm bunu kesenize bırakmaz anlamında…
Şimdilerde hakim söylem şu oldu: İsrail ile iyi ilişkiler geliştirmemiz lazım. İsrail bölgede herkesle arayı ısıttı. ABD’nin ebeliğinde gerçekleşen “İbrahim Anlaşması” ile bölgenin tüm “İslam ülkeleri” İsrail ile el sıkıştı. Filistin meselesi neresinde yer aldı bu el sıkışmaların?
Türkiye olarak biz de istedik İsrail ile el sıkışmayı. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog Türkiye’yi ziyaret etti, Cumhurbaşkanı Erdoğan, son BM genel kurulu sırasında Netanyahu ile de görüştü ve Türkiye’ye davet etti. Kendisinin de İsrail’e gitmesi gündeme girdi.
Sisi’yi de buyur ettik memlekete.
Körfez ülkeleri ve Suudlarla yaşanan ve pek haklı olduğumuz çok netameli zamanlardan sonra arayı ısıttık.
Arayı ısıtmak kategorik olarak kötü değil, hatta kategorik olarak iyi bile denebilir. Ne de olsa dünya ilişkiler dünyası…
Ama her ilişkinin bir “kalite standardı” var.
Bütün bu son ilişkiler, bizim ekonomide sıkıştığımız, resmen dışardan para aradığımız zamanlara denk düşüyor. Bu ilişkilere ihtiyacımız olduğunu hal diliyle ortaya koyuyoruz.
O tür bir ilişki de tabii ki “One minute” kalitesinde olmuyor.
Bu Filistin, Karabağ, Kıbrıs, Doğu Türkistan, Bosna, Kırım, Batı Trakya…. gibi “mazlum İslâm coğrafyaları” söz konusu olduğunda “İslam dünyası”nın birlikte tavrı akla gelir. O arada da “İslâm Konferansı Teşkilâtı”nın devreye girmesinden söz edilir. Türkiye öncülük eder, toplantıya çağırır vs….
Orada ne görüyorsunuz? Bir canlılık var mı? Profil bir hayli düştü değil mi?
Ne oluyoruz?
Şu anda Türkiye’nin bile orta yerde durmayı tercih ettiği bir durum söz konusu…
Sizce İsrail Türkiye’nin bu tavrını nasıl okumuştur?
Haaa, “Saldırıyı Hamas başlattı, Hamas saldırıyı başlatırken Türkiye’ye haber mi verdi?” vs… denebilir.
Ama herkes de biliyor ki, boğazı sıkılan bir Filistin, 1948’den beri geçen tüm 75 yılın her saniyesinin gerçeğidir. İsrail savaş manikası, her gün Filistin’i boğazladı.
Türkiye, Filistin davasına bir insanlık davası olarak sahip çıkmakta sonuna kadar haklıydı ve onun için “One minute” bedeli göze alınmış destansı bir tavırdı.
Dünya utansın. Bu, gözler önündeki canlı yayınlanan ölüme seyirci kalan dünya utansın.
Tabii bir de bir türlü olamayan “İslâm dünyası” var. İsrail, tıpkı Filistin topraklarını merhale merhale ele geçirişi ve hakimiyet alanını genişletişi gibi, bölgedeki İslâm ülkeleri ile kurduğu ilişkilerle bu “realiteye boyun eğdirdiği” bir iklim oluşturdu. İbrahim Anlaşmasının çerçevesine giren hangi İslâm ülkesi İsrail’le “Filistin”i konuştu?
Belki Türkiye istisnadır. Evet, Filistin bu iktidar öncesinde de Türkiye’nin hep gündeminde oldu.
Ama şimdiki zamanlar, İsrail’le “normalleşme” aradığımız zamanlar… Bir de Netanyahu Türkiye’ye gelirse var ya… Yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Ak Parti grubunda söylediği “Devlet gibi davranmazsa örgüt muamelesi görür” sözünü Netanyahu’ya postalanmış bir mesaj olarak kaydedelim.
Ah bu ekonomi!
Hamas bu hamleyi yaparken bir “Kuvvet değerlendirmesi” yaptı mı acaba? Mesela Türkiye’nin, İslâm ülkelerinin nasıl tavır geliştireceğini hesaplamış olabilir?
Yoksa “Öyle de ölüyoruz böyle de… Ne olacaksa bir an önce olsun!” gibi bir psikoloji mi hakim oldu?
İşte abluka, işte gece – gündüz gökten yağan bombalar, işte Amerikasından Avrupasına “Kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne bela” türü bir ittifak… “Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir kara…” Gazze.
Orası Çanakkale idi, burası Gazze… Ufacık bir kara parçası… Amerikan uçak gemisi kapıda imiş…
Hindistan bile İsrail’i destekliyormuş… Birinci Dünya Savaşından sonra coğrafyamız tanzim edildi.
Belirlenendik. Bir ara “Belirleyen” olma iradesini kuşandık. Ne dersiniz belirliyor muyuz, belirleniyor muyuz?
Bence “Belirleyici olmanın şartları” üzerine daha çok düşünmeliyiz. Yoksa daha çok “Gazze acısı” yaşarız. Ne garip! B1u “Gazze acısı – Kudüs acısı” ifadesini daha önce de kullanmıştım. Taaa 1980’lerde… 10 yıllar geçiyor coğrafyamızı onaramıyoruz.