İbrahim Karagül
Ber Şeba ve 300 Osmanlı şehidi: Bu iş burada bitti!
Akdeniz'den kaçırılıp İsrail limanına götürülen Mavi Marmara gemisinden, elleri kelepçeli, iki yanında iki İsrail askeri olduğu halde, limanda toplanan İsraillilerin arasından teker teker geçirilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını görünce ne hissettiniz?
Ben acı duydum. Öfke duydum. Eminim; kendini bu ülkeye ait hisseden, bu ülkeye katkıdan bulunan herkes aynı şeyleri hissetti.
Türkiye, aynı üniformayı giyen İsrail askerleriyle Akdeniz'de, Anadolu'da birlikte yıllarca askeri operasyonlar yaptı. Bu ülkeye yönelik sert tepkileri göğüsledi, düşmanlarıyla barıştırmaya çalıştı. Türkiye, aynı üniformayı giyen bu askerlerle yaygın ve çok derin bir ortaklığı hala devam ettiriyor. Üç tatbikat ertelendi ama askeri anlaşmalar, istihbarat anlaşmaları olduğu yerde duruyor.
Bize şunu dediler: Akdeniz artık sizin için güvenli değil. Doğu Akdeniz, Alman nükleer denizaltılarıyla güçlendirilen İsrail donanmasının "karasuları"dır. Akdeniz'de dolaşan bir Türk gemisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, artık kendini güvende hissetmeyecek. Kim demiş, karasuları on iki mil olur diye? Yetmiş iki mil ötede bir Türk gemisine el koyuyorsa bir ülke, gemidekileri alıp götürüyorsa, sorguluyorsa, hapsediyorsa, öldürüp yaralıyorsa ortada açık bir meydan okuma vardır. Ve o meydan okuma, o gemilere değil, doğrudan bu ülkeye, bu devlete, bu halka, bu tarihedir.
Aynı gün, birileri, İskenderun'da deniz üssünü tarıyorsa, askerleri şehit edebiliyorsa, ilk kez bu kadar kapsamlı ve organize bir saldırı deniz gücüne yapılıyorsa ve bu yer İskenderun'sa bize başka ve "yeni" bir şey söylüyor demektir. İskenderun Doğu Akdeniz'dir. Doğu Akdeniz Türkiye'nin enerji kavşağıdır, gelecek projesidir. O birileri bize; "Sizin için artık Doğu Akdeniz tehlikeli sulardır, orada hiçbir zaman güvende olmayacaksınız, burası İskenderun bile olsa" diyorsa bu, "Enerji stratejinizin güvenliği bu kadar" diyorsa bu, üzerinde çok ciddi biçimde düşünülmesi gereken bir mesajdır.
Birileri bu ülkeye savaş açmıştır. Bu ülkenin geleceğini tehlikeye atacağının işaretlerini vermiştir. Terör dahil, bütün zaaf alanlarının istismar edileceğini göstermiştir. Yarın Türkiye karasularının hemen dışında benzer operasyonları yapabileceğini ilan etmiştir. Terörü kıyılarımıza kadar yaymıştır.
Akdeniz'de, bir Türk gemisi güven içinde seyredemeyecekse, bir ülkenin donanması sınırlarının doksan kilometre açıklarında Türkiye'nin gemilerine el koyup, insanlarının canına kastediyorsa, bu ülkenin donanmasının, istihbaratının, caydırıcı gücünün aynı uluslararası sularda kendi insanını, gemisini koruyamadığını mı düşüneceğiz? O birileri bize bu mesajı mı vermek istedi? O birileri bizi Anadolu topraklarına hapsetmek mi istiyor?
Ve biz, o birileriyle hala müttefikiz, canımıza kastedenlerle askeri ortağız, bizi terörle vuranlarla birlikte hareket ederiz, askeri teknolojimize onlarla birlikte geliştiririz, istihbaratımız bütün bölgede onlarla birlikte çalışır.
Ama artık öyle değil. Öyle olmayacak, olmamalı. Bu ülke, Cumhuriyet tarihinde hiç karşılaşmadığı türden bir saldırı altında kalmamalı, kalamaz. Kalırsa bunu kaldıramaz.
Başbakan Tayyip Erdoğan, "Bu bir milattır" dedi. "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" dedi. Buna inanıyoruz, bu inanca ihtiyacımız var. İsrail'le Türkiye arasındaki o derin anlaşmalar, bu ağır faturaya rağmen devam edemez. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, gece-gündüz dünyayı harekete geçirmeye çağırıyor. Erdoğan ve Davutoğlu'nun konuşmaları, Türkiye'nin İsrail'e bakışının temel eksenini ortaya koydu. Bundan sonra, bu "milat"tan sonra geri dönüş kolay mümkün olmayacak. Oradaki kardeşlerimizi, insanlarımızı ülkelerine getirdikten sonra, zamana yayılmış, sistematik ve akıllıca düşünülmüş bir süreç uygulamaya konulmalı. Biz buluyoruz ki; uluslararası süreç, bir noktaya kadardır. Bugünkü küresel denklem, her ne kadar Türkiye'nin tezlerine hak verse de, İsrail'e karşı bir yerde duracak. Durmayacak olan Türkiye'nin İsrail'e bakışındaki değişimdir.
Aksi takdirde, bu bizim için bur utanç olarak orada kalır. Çünkü bu, Türkiye'nin onuruna yapılmış bir saldırıdır. Heyecanla atılan adımlara, rasyonel olalım diyerek atalet sergilenmesine izin veremeyiz. Bu bir iç politika meselesi de değildir. Gerçekçi, somut adımlara ihtiyacımız var. Bu ülkenin buna ihtiyacı var. Bu adımların atılacağına inanıyoruz.
Dün orada, elleri kelepçelenip, iki yanında iki İsrail askeri olduğu halde kalabalık arasında teker teker geçirilen dostlarımız, yakın arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, insanlarımız Ber Şeba'daki hapishaneye kapatıldılar. Bizler, Birinci Dünya Savaşı'nda aynı yerde, Ber Şeba'da 300 askerimizi şehit verdik. Onlar orada. Arkadaşlarımız onların yanında. Tarihimiz, geçmişimiz nereye gidersek yanımızda, oracıkta. Biz böyle bir milletiz. Onlar, Negev Çölü'ndeki bu yerlerde gizli işkence merkezleri kursalar da, CIA'nın sorgu evlerini, gizli hapishanelerini işletseler de, orası tarihimizin bir parçası. 93 yıl önce Anadolu'dan oraya gidip kanlarını akıtanların yeri.
Kimse umutsuzluğa kapılmasın. Bizler, bu mesajların hepsini aldık, sembollerin ne anlama geldiğini bildik. Her şeyi not ettik. Gerçekten de, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Olamaz da...
yenişafak