Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Beraat Kandili üzerine

Allah affedicidir, affetmeyi sever”.

Peki ya biz!

Sakın Allah (cc)’ın affediciliğine güvenip günah işlemeyin. Şeytan sizi Allah’la aldatmasın. Tevbe etmeden, üzerinizdeki haram para, mal, mülk, makam; o her ne ise onlardan kurtulmadan, arınmadan olmaz. O günahın kirlerinden arınmadan olmaz. Kul hakkı ödenmeden olmaz. Sadece pişman oldum demekle olmaz. Tıpkı, “iman ettik” demekle yakanızın bırakılıvermeyeceği gibi!

Evet, “Ramazan’ın yaklaştığını haber veren” Berat Kandili, bir bakıma Ramazan vesilesi ile bağışlanmak için bir uyarıdır. Beraat Kandili gelenekte varolan hasenattandır. O geceyi perşembe günü idrak edeceğiz. Berat Kandili, 2 Şubat’ta başlayan 3 ayların 2’ncisi olan Şaban ayının 15’inci gecesine denk geliyor. Bugünlerin kesinlikle “İsra” ve “Kadir”le karıştırılmaması gerekir.

“Beraet”, halk arasında kullanılan şekli ile “berat”, İslam inancına göre “günahlardan arınma, temize çıkma, ilahi af ve rahmete nail olma” anlamlarına geliyor. Günümüzde yargılandığınız bir davada suçlandığınız bir konuda suçsuzluğunuzun kanıtlanması şeklinde de anlaşılıyor. Hukukta Beraet-i zimme”, bir kişinin suçu isbatlanana kadar suçsuz kabul edilmesi anlamına geliyor.

Tarihi açıdan bu gecenin şöyle bir anlamı da var: Hicretin 2. yılında Şaban’ın 15’inci günü, Hazreti Muhammed (sav) gittiği Beni Seleme yurdundaki Mescid’de öğle namazının ikinci rekatını kılarken, kıblenin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram yönüne değiştiği hakkında ayet nazil olmuştu. O gün bugündür bu gecenin kutlanması ile ilgili şöyle bir hadis rivayet edilir: “Şaban ayının 15’inci gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim. Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim. Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim. Yok mu başka isteği olan ona da istediğini vereyim’ buyurur.”

Ben derim ki, affedilmeyi ümid edenler, affetmeyi denesiler. Affedenler affedilecektirler. Tabii burada affedilecek olanlar affedilmeyi hakedenler. Yanlışından dönenler, tevbe edenler, özür dileyenlerdir. Yoksa zalimler için yaşasın cehennem!

Affetmeyi ve affedilmeyi sadece suç ve ceza açısından görmemek gerek. Borç verdiğinizde, borçlu olan kişi acze düşmüşse, mümkün ise tamamını, değilse bir kısmını ya da mehil vererek, ödeme kolaylığı sağlanması da bir bağışlamadır.

Tabii ki bu Riba ya da kumar borcu olmamak kaydı ile. Biz hırsızların çaldıkları malı “eşit” mi, ya da “adil” mi paylaştıklarının hesabını yapacak değiliz.

Eskiden böyle zamanlarda “Amin alayları” düzenlenirdi. Hapishaneler, hastahaneler, acuzeler, eytam evleri ziyaret edilirdi. İnsanlar bugün vesilesi ile zekatları, sadakaları ile “köle azad eder gibi, hayır maksatlı kurban keser gibi”, muhtaçların ihtiyaçlarını karşılarlardı. Bakkallardaki veresiye defterleri silinirdi.

Sakın bunları belediyeler yapmasın. Bunlar gönül işi. İhale ile devlet memurları ile yapılan bu tür işlerin manevi boyutu azdır. Mesele sadece yoksulun karnını doyurmak, borçlunun borcunu ödemekten ibaret değil. Bizim ferden ferde bu işi yaparak ahlaken arınmamız ve tekamülümüz gerekiyor. Barışa giden yol buradan geçer. Aslında bizim yoksula verdiklerimizle, bizim kazandığımız yoksulun kazandığından çok daha fazla ve değerlidir. O yoksula bağışladıklarımızın da esasen bizim borcumuz olduğunun idrakinde olmamız gerekir.

Kandil böyle kutlanır, sadece daha çok namaz, daha çok kıraat ve zikir, dua değil. Zaten bunların hepsi bizi bu sorumluluğa yönlendirmiyorsa orada bir sorun var demektir.

Bakın, biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. O, ahir zaman Peygamberidir. Biz yaşadığımız zamanın ve dünyanın bize yüklediği sorumlulukların ne kadar idrakindeyiz. Hiçbir Müslüman, dünyada olup biten şeyleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Biz Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Peki biz bu görevi hakkı ile yerine getiriyor muyuz! Bu gecelerde bunun muhasebesini yapmak gerek. Onun için sessizliğe ve kendi içimize dönüp, nefsimizi sorgulamamız gerek.

Gerçekten haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı mıyız? Hele de zalim babanızsa ve mazlum düşmanınızsa, kimden yanasınız! Haksızlıklar karşısında susuyor muyuz? Adaletsizlikten yana bir şikayetimiz var mı yok mu? Dulları, yetimleri, yoksulları, yurtlarından çıkarılanları görüp gözetiyor muyuz?

Müslümanlığımızın seviyesi bu soruların cevabında gizli. Ve tabii önce “Amentü”! Allah’a ve ahiret gününe, Kadere, rızga ve ecele imanımız ne durumda? Sadece mevlid dinleyerek, hafızların okudukları ayetlere “amin” deyip, sonra da hayatlarına, eski yanlışları ile kaldıkları yerden devam edenlere kötü bir haberim var! Ve zaten bu haberi biliyorsunuz.

Düşünelim, akrabalarımız, komşularımız, mesai arkadaşlarımız, müşterilerimiz, ortaklarımızla olan ilişkilerimiz ne alemde. Başkaları bizi “El emin” olarak görüyor mu? Kur’an ahlakı ile ahlaklandık mı? “Veresetül enbiya” olmaya aday mıyız. Teşrik-i mesaimizde Hılful fudul anlayışı ile Allah’a Resulüne, kitaba has kılalım. Ona ekleme ve çıkarma yapmayalım. Biz “Müslümancı” ya da “İnsancı” değiliz. Biz Hakk’a taparız. Din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini İlah ve Rab edinmeyiz. İnsanları kendi lider, örgüt, şeyhimize değil, Allah’a, Resulüne, kitaba çağırırız. Zaten onlar da istişare ve şûra ile İttihad, İttifak ve İtilaf üzerinden meşru hedefe ulaşırlar ve Allah da onların kalbini telif eder. Kandilimiz, uyanışımıza vesile olsun inşallah.

Ya Rab bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl ve bizim ellerimizle cezalandır zalimleri ve bizim ellerimizle yardım et mazlumlara.

Selâm ve dua ile.

Not: Kardeşlerimin kandillerini, bugünlerin bizi Allah’ın rızasına yakınlaşma vesilesi olması duası ile tebrik ediyorum.

Bu yazı toplam 774 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar