Beyaz Çarşaf, İsrail Ve Referandum
Türkiye ile İşgalci İsrail arasında bilmediğimiz , gizli anlaşmalar mı var?
AK Parti hükümeti, İsrail’le ilişkiyi referanduma sunmalı / Kenan Çamurcu
Diplomatik bir ilişkinin halk oyuna sunulması uluslararası ilişkilerde adetten değildir kuşkusuz. Fakat konu İsrail olduğunda neyin kurallara ve usüllere uygun olduğu sorarsak bu konuda da o usüllere uyma zorunluluğuna cevabımızı vermiş oluruz.
Neden Türkiye’nin İsrail’le diplomatik ilişkisini referanduma sunarak halkın iradesine göre yoluna devam etmesi gerektiğini soranlara da, “İsrail” isimli rejimin ortaya çıkmasındaki tuhaflığa aldırmadan dünyada bu yeni rejimi ilk tanıyan ülkelerin başında gelen Türkiye’nin, bu simgesel anlamı yüksek davranışın benzerini tekrar sergileme hakkı bulunduğunu söyleyerek cevaplayabiliriz.
Türkiye’nin, esas itibariyle askeri olmak üzere İsrail’le stratejik sayılabilecek ilişkileri var. Uzmanlarının aktardığına göre, Türkiye ve İsrail arasında bilmediğimiz, gizli birçok anlaşma var.
İşte bu İsrail, Türkiye’den de aldığı güç ve cesaretle Gazze’de katliam yapıyor.
Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye dilediği an saldırmaya kendinde hak gören İsrail’i cesaretlendiren, Amerika’nın askeri desteği olduğu kadar, bölgedeki ittifaklarının onu var kabul etmesi, ittifak ve anlaşmalarla bu varlığı onaylaması ve hatta normalleştirmesidir.
HAMAS hükümetini devirmeyi başaramayınca Filistin’i bölme planını uygulayıp Gazze’ye karşılık Batı Şeria hükümeti kurduran Amerika, AB ve İsrail’e ilk destek, hatırlanacağı gibi yine Türkiye’den gelmişti. Türkiye’den TOBB’un öncülük ettiği serbest bölge projesi daha önce Gazze’de kuruluyorken bölünmeden sonra hemen Batı Şeria’ya kaydırıldı ve Türkiye, fiilen bu bölünmeye en güçlü desteği veren ülke oldu. Oysa o sırada Arap ülkelerinin büyükleri (Suudi Arabistan ve Mısır) bölünmeye yol açan şartları ortadan kaldırmaya çalışıyor, HAMAS ve el-Fetih arasındaki ihtilafı çözmeye çalışıyordu.
İsrail ve Amerika, Türkiye’nin bölünmeye desteğini Arap ülkelerine emsal gösterdiğinde ülke içinde muhafazakar ve laik kesimlerin hep bir ağızdan “model ülke” sakızını ağızlarından düşürmediklerine tanık olduk.
İslami medya bile 2007 Kasım’ında Ankara’ya gelen Peres’in ziyaretini nasıl coşkuyla karşılamış, onun Ankara’da Abbas’la buluşmasını yere göğe sığdıramamış, bunun Türkiye’nin bölgesel gücüne işaret ettiği palavrasıyla mutlu olmuştu. Oysa İsrail, Ankara’yı gösteri sahnesi yaparak gerçekte kendisiyle ilgili normalleşme ve var hükmünde olma gayretinin halkla ilişkiler faaliyetiyle meşguldü.
Aralık’ta Filistin-İsrail barışı adı altında Amerika’da yapılan Annapolis toplantısının açılış töreninde Bush, konuşması sırasında, İslami medyanın kendini kandırmaktan bitap düştüğü ne Ankara buluşmasını, ne de Türkiye’nin adını andı.
İsrail’in Ortadoğu’daki varlığıyla ilgili en önemli konunun tanınma ve normalleşme olduğunu hiç unutmamak gerekir. Filistin’i işgalini sürekli gerilim, çatışma ve saldırılarla sürdürmeye çalışan İsrail rejimi, kuruluşundaki anormalliği unutturabilmek için normalleşmeye büyük ihtiyaç duyuyor.
İran’ın, HAMAS’ın ve Hizbullah’ın İsrail rejiminden “Siyonist rejim” olarak sözetmesi ve onu yok hükmünde kabul etmesi o nedenle İsrail için ciddi bir sorundur. Bu nedenle alternatif Ortadoğu’nun bu güçlü aktörlerinin ne yapıp edip ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyor. İkinci Lübnan savaşının nedeni buydu. Suriye’ye taciz saldırısının sebebi buydu. Gazze’ye imha saldırısının arkasında bu var. İran’a yönelik tehditler hep bununla ilgili.
Hatta Müslümanları hedef alan “İslamcı” terörün de, Şii-Sünni ihtilafının körüklenmesinin de, etnik kışkırtmaların da ardında İsrail’in güvenli bir şekilde hayatiyetini koruması kaygısı yatıyor.
İsrail’in önlemeye çalıştığı tek şey, İsrail’i yok hükmünde kabul eden alternatif Ortadoğu eksenine daha fazla ülkenin girmesidir.
Filistin topraklarını ve mukaddes emanetleri İsrail saldırganlığına karşı koruyan HAMAS başta olmak üzere, İran ve Hizbullah’ın Amerika-İsrail eksenine karşı yürüttüğü mücadele o nedenle çok anlamlıdır, önemlidir ve hayatidir.
“Yok hükmü”nün gücü, İsrail’i askeri olarak yoketmekten çok daha etkilidir.
İsrail, Güney Afrika’dan sonra dünyada kalan son ırk ayrımcısı, saldırgan ve yayılmacı rejim olarak “yok hükmü”nde kabul edilmelidir. Filistin topraklarında Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi, ya da başka inanç ve ırk kesimlerinin bir arada ve barış içinde yaşacakları, adil, eşitlikçi ve demokratik bir devlet kurulmalı; tüm toplum kesimleri bu tek devletin çatısı altında eşit vatandaşlar olarak uygar dünyada onurlu yerlerini alabilmelidirler.
Bu çerçevenin karşısında ise şu anki ırk ve inanç ayrımcısı, saldırgan, yayılmacı, gerilim ve çatışmadan beslenen, dogmatik etnik rejim vardır. Uygar dünya bu rejimle bir gün bile geçirmeye katlanmamalıdır.
Türkiye, böyle bir rejimle değil stratejik ilişki kurmak, aynı havayı solumaktan bile acı duyuyor olmalıdır.
AK Parti hükümeti, bu felsefi ve siyasi gerekçeye dayanarak İsrail rejimini var sayan ilişkisini halkın iradesine sunmalıdır.
Gazze’de yaşayan insanlara acımasızca saldıran İsrail rejimi ile hiçbir şey olmamışçasına ilişki sürdürmek, bu saldırganlığa büyük öfke duyan halkın iradesine zıt bir tutumdur.
Bugünkü dünyada zulmün simgesi olan İsrail rejimiyle ilişki, halkın hemen hemen tamamının (kamuoyu araştırmalarında bu oran yüzde 95’i geçiyor) nefretle karşıladığı bir şey.
Öyleyse, Başbakan Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı gibi, adil ve milli iradeye dayalı bir yönetim, halkın bu talebini ona sormalı değil midir?