Bilgi, Düşünce ve Modern Dinî Yaklaşımlar

Bilgi, Düşünce ve Modern Dinî Yaklaşımlar

İslamî gelenekte bilgi ve düşünce şan-şöhret elde etme vasıtası ve ticarî meta olarak değil Hakk’a ve halka hizmet vasıtası olarak görüldü ve bu amaçla kullanıldı, bu nedenle ilim-hikmet -veya ilim-irfan- ehli hep mütevazı ola geldi.

 

 

I

Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça hikmet kayboluyor, zahmetsiz elde edilen malumat kişiyi canavarlaştırıyor. Oysa geçmişte zaman içinde bin bir emekle elde edilen bilgi insanın kişiliğine yerleşiyor -yani bilgi insan tarafından hazmediliyor- böylece kişiyi olgunlaştırıyordu, ilim-irfan sahibi şahsiyetler böyle yetişti.

Geçmişte bilgiye ulaşmak için bir eserin peşinde diyarlar gezen adamlar vardı, bugün ise ellerinin altındaki kaynakları okumadan, tahlil etmeden kötüleyici yorumlar yapan sonradan türediler var; bu ikisi arasındaki fark Bağdat’la Paris kadar.

İslamî gelenekte bilgi ve düşünce şan-şöhret elde etme vasıtası ve ticarî meta olarak değil Hakk’a ve halka hizmet vasıtası olarak görüldü ve bu amaçla kullanıldı, bu nedenle ilim-hikmet -veya ilim-irfan- ehli hep mütevazı ola geldi. Buna mukabil modern dünyada bilimsel ve entelektüel terörle karşı karşıyayız, bilgi ve düşünce üzerine kurulu bir sektör ve bu sektörden geçinen, çıkar sağlayan kibir abideleri var.

Modernleşme ideolojisi, ilim öğrenmeyi farz, hikmeti yitik malı bilen İslam düşünce geleneğinden söz sahibi olmak ve kariyer yapmak için okumayı kendine zorunlu kılan, Cemil Meriç’in yerinde tespitiyle hocayı öğretmene, talebeyi de öğrenciye dönüştüren bir anlayışa savrulmamıza yol açtı. Modernite bilgi ve düşünceyi hizmet aracı olmaktan çıkararak tahakküm aracına dönüştürdü, mağluplara da galipleri taklit etmek düştü haliyle.

Elinin altındaki kaynaklara hiç müracaat etmediği halde müracaat etmiş gibi davranmak, sonra aradığını Batılı düşünce kaynaklarında bulduğu zannıyla şaşırmış gibi yapıp “Vay be adamlar her şeyi söylemiş” demek sağlıklı bir yaklaşım değil, bilakis şizofreni belirtisidir.

İbn-i Haldun yerine Marks’a, Maverdî yerine Gramsci’ye, İmam Ebu Hanife veya İmam Şafiî yerine John Locke’a, Gazalî yerine Aquinolu Thomas’a… başvuran Müslüman’a saygı duymak zorunda değiliz, zira kendi düşünce tarihinden, ilmî-felsefî mirasından yola çıkmayan Müslüman’ın mankurtlaşmış olduğu aşikârdır.

Sözünü ettiğimiz sorun, örnek olarak zikrettiğimiz şahsiyetlerin eserlerini karşılıklı olarak bilmekle ilgili değil, kendi kaynaklarını bilmeden diğerlerinden yola çıkmak, burada yok zannedileni öncelikle orada aramakla ilgilidir.

II

İslamcılık daha çok siyasî-ideolojik bir yaklaşım olmasının yanı sıra modern bir yaklaşım olduğu için bu kadar çok hata yaptı, o da genel olarak Batı karşısındaki mağlubiyetin faturasını tarihe, kültüre ve geleneğe kesti. “Kur’an ve Sünnet’e dönüş” adı altında “yeni şeyler” söylemek isterken farkında olarak ya da olmayarak sonradan türedi bir yaklaşım ortaya koydu.

Bir dönem savunmuş olmakla birlikte bugün Menar ekolünün yol açtığı tahribatı görmemek elde değil. Belki de Menar ekolünün getirdiği en önemli “yenilik” -modern düşüncenin dayattığı şekilde- kuşları önce sineğe sonra da mikroba dönüştürmek oldu, buradan hareketle gerisini siz düşünün. Dolayısıyla Menar’dan başlayarak son dönem tefsirlerinin hemen hepsi problemlidir, söz konusu tefsirler modern bakış açısıyla, sanki akıl dışı imiş gibi dini “aklîleştirmek” amacıyla kaleme alınmışlardır.

Oysa kâmil manada akıl duracağı yeri bilir, sınırlarının farkındadır, yeri geldiğinde susması gerektiğine hükmeder ve susar. İslam, insanın her şeyi bilebileceği ve her şeyi anlayabileceği yönündeki Aydınlanma’cı iddiayı reddeder; haddini bilmek, İslam inancının, düşünce tarihinin ve medeniyetinin köşe taşlarından biridir.

Pratik sorunların çözümü açısından İlmihal Müslümanlığının imkânları üzerinde etraflıca düşünmemiz gerekmektedir. Modernitenin hücumu karşısında pratik açıdan meallere ve son dönem tefsirlerine değil ilmihale müracaat etmek ve her şeyden önce deyim yerindeyse kocakarı imanına sahip olmak en güvenli yol olmaktadır. Hadis ve Siyer üzerinde yoğunlaşmak, bir bütün olarak hayatı Hz. Peygamber’in örnekliği doğrultusunda tanzim etmek ise tek çıkar yoldur. Hiçbir Müslüman’ın meal ve dipnotlu tefsir sahiplerinin modern yorumlarına tabi olma zorunluluğu bulunmamaktadır.

“Allah Mehdi’yi de çıkaracak, Roma’yı da fethettirecek, Avrupa’ya mescidleri de yaptıracak” diyen kimsenin “Kur’an’a göre şu yok, bu sakat, şurası akla ters, burası bilime uymaz…” vs. diyen kimseden daha işe yarar olduğu aşikârdır. Modern aklın “hurafe” dediği şeylere iman eden kimseler tarihte medeniyet kurup yedi iklime hükmettiler, onlara “hurafeci” diyenler ise elan modern dünyanın pislikleri arasında debeleniyorlar.

Kesin olan şu ki, tarih, kültür ve geleneği yok sayanların Batı’yla, moderniteyle, kentleşmeyle dertleri yok; düşünce tarihimizle, ilmî, felsefî, kültürel mirasımızla, mahalledeki imamla, hiç hemhal olmadıkları camideki cemaatle, bir de üç-beş gariban sûfîyle dertleri var. Eline meal alan kendini peygamber zannediyor ve hemen herkesi “müşrik” ve “kâfir” olarak nitelendiriyor. Arapça bilen mealci “allâmeler” ise, muhatap oldukları reddiyelere cevap yetiştirmekle meşguller.

Şüphesiz modern Müslüman’ın en büyük eksikliği manevî sahipsizliktir. Dizinin dibine çökülecek, nasihati dinlenecek, danışılacak, destur alınacak ilim-irfan sahibi şeyhler kalmadı artık, varsa da biz bilmiyoruz. İşte bu yüzden kimimiz âlim, kimimiz entelektüel, kimimiz de devrimci rolündeyiz, her birimiz kendimizce iş görmeye çalışıyoruz. Hal böyle olunca kaçınılmaz olarak elimize yüzümüze bulaştırıyoruz.

Modern ilahiyatın ise günümüz insanının manevî problemlerine yönelik hiçbir söylemi yok, tam tersine materyalist bir anlayışla Müslümanların manevî dayanaklarını ortadan kaldırmakla meşgul, kerameti kendinden menkul yorumlarla Allah’ın yardımına kadar her şeyi inkâr ediyor.

Modern ilahiyat bir ictihadın nasıl kanun haline gelebileceğini dahi bilmiyor, moderniteyle uyumlu usûlsüz “ictihadlarını” ümmete dayatmaya kalkıyor, kabul etmeyeni de yakışıksız ithamlarla mahkûm etmeye çalışıyor. Bununla beraber “ictihad” yapan modern ilahiyatçılar için ictihad kapısı açık değil, çünkü ictihad yapmak için gerekli yetkinliğe -yani müctehid olmak için gereken vasıflara- sahip değiller.

Peki, bu kargaşa ortamında dinî hükümleri kimden alacağız veya kimden fetva soracağız? Bu konuda kime müracaat edilmeyeceğini bilirsek işimiz kolaylaşır. Şu altı kimseden dinî hüküm alınmaz: Usûl bilmeyenden, Sünnet’e ittiba etmeyenden, namaz kılmayandan, yalan söyleyenden, içki içenden, ahlaksızdan. Aksi halde yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.

Atilla Fikri Ergun – akilvefikir.org