Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Bir kalp yazısı

Bu yazıyı şöyle sakin bir yere oturup, elinizi kalbinizin üzerine koyarak okumanızı dilerim:

Ak Parti’nin “Açılım” politikalarını çok önemsemiştim. Devleti bütün toplum kesimleriyle barıştırmak… hayati bir meseleydi. Yaralanmışlıklar vardı, tedavi edilmeliydi.

Bunu, benim de kendimi içinde hissettiğim bir toplum kesiminin siyasi kadrosu gerçekleştirecekti. Bunu ayrıca önemsiyordum. Mesela “Alevi açılımı”“Sünni” olarak bilinen bir kadronun yapması ayrı bir anlam taşıyordu. O zaman “Böyle bir işi mesela CHP yapsa bu kadar anlamlı olmazdı” diye yazmıştım. Akim kaldı o süreç.

O zaman şöyle yazıyordum: “Halkın yüzde şu kadarı Ak Parti’ye oy verse bile çok daha büyük bir yüzdesi “Ben oy vermiyorum ama adamlar iyi, dürüst çalışıyorlar” demeli.”

Ak Parti 20 yıldır iktidarda. Demek halktan onu iktidarda tutacak oyu alıyor. İçinden Cumhurbaşkanı da çıkardı. En son Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne gelindi ve Cumhur İttifakı sayesinde çok daha büyük yetkileri haiz bir Cumhurbaşkanı ile ülkeyi yönetme imkanına kavuştu.

Peki, mesajları, davası, iddiası, misyonu itibariyle ilk yola çıktığı kadar rahat mı, kendinden emin mi, daha önemlisi mutlu mu?

Uzunca bir süredir Ak Parti’ye yönelik eleştirilerin önemli bir kısmı “kamplaşma” ile, yani toplumun tümünü kucaklamaktan vaz geçme ve yüzde 50 artı 1’i bir arada tutma hesabı ile ilgili. Diller, tavırlar ona göre biçimleniyor.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın doktorlara yönelik “Giderlerse gitsinler” tavrı ne yazık ki tek değil. Bunu mesela Demirel başörtülüler için “Suudi Arabistan’a gitsinler” dediğinde de yadırgamıştık. Muhtemel ki Tayyip Bey de yadırgamıştır o zaman. Ama kendisi de birilerinin “İsterlerse Kuzey Irak’a gidebilecekleri”ni söyleyivermişti.

Bu işler böyle, söyleyiverme şeklinde oluyor. “Dil koparma”yı söyleyiveriyorsunuz mesela. Aslında herkes biliyor ki bunun bir psikolojik arka planı var. Sayın Cumhurbaşkanı zaman zaman parti teşkilatına “Kibir” uyarısı yapıyor. Ama belli ki kendisi bu tür sözler söylediğinde arkasında bir “kibir var mı?”ya pek dikkat etmiyor.

Bu yazıya sadece Cumhurbaşkanı’nın “Giderlerse gitsinler” sözünü değerlendirmek için oturmadım. O sözden pişman olmuş olmasını dilerim. “Özel ve kamuda çalışanlara şükran sunan” dünkü konuşması telafi niyeti taşıyordu belki ama kırılan gönülleri ne kadar tamir eder bilinmez. “Gözü gönlü dışarıya kayanlar” ifadesi kimi nasıl etkiledi ayrı konu.

Bir süredir CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Helalleşme” söylemini geliştiriyor. Bunu Ak Parti’nin ilk çıkış hamlelerine benzetiyorum. Evet o da, mesela bir Alevi olarak, mesela “inanç özgürlüğü” taleplerine hep mesafeli durmuş bir partinin, CHP’nin Genel Başkanı olarak, “başörtülülere yapılan haksızlıktan dolayı helalleşmek istediği”ni ifade ediyor. Diyarbakır’a gidiyor, Kürt vatandaşların yaşadıklarından dolayı “Helallik” istiyor.

Bunun küçümsenmesini, sadece politik bir jest olarak görülmesini sağlıklı bulmuyorum. Kılıçdaroğlu bunu, evet, bir siyasetçi olarak hitap alanını genişletme düşüncesiyle yapıyor olabilir ama bir noktada da, kendi partisinin düşünce – duygu yapısını değiştirme niyetiyle de yapıyor.

Ak Parti “Alevi ya da Kürt açılımı”nı kendi tabanına anlatma ihtiyacı hissetmedi mi?

“Partili Cumhurbaşkanı” yaklaşımına ısrarla karşı çıktım ve hep yazdım, “Cumhurbaşkanı tüm toplumu kucaklamak gibi bir ön irade ile yola çıkmalı, bunda ısrar etmeli, bundan asla vazgeçmemeli ve bunu ihlal edecek tavırlara asla girmemeli.” Bu konu ıskalandı maalesef. Sayın Cumhurbaşkanı kendi hitap alanını daralttı. Şimdi o alanı rakip ittifak adına Kılıçdaroğlu doldurmaya çalışıyor. Evet yüze 50 artı 1’le iktidar oluyorsunuz ama, derin bir misyon kaybı yaşıyorsunuz. Toplumun yüzde 49.9’unu kaybetmeyi istiyor muydunuz?

Bu konuyu yazmayı düşünürken, Genç Dergisi’nin bu ayki kapak dosyası düştü önüme: “Din dili gençlerde nasıl karşılık buluyor?” başlıklı bir dosyayı kapak yapmışlar. Derginin yayın yönetmeni Süleyman Ragıp Yazıcılar, Hocaların, siyasetçilerin (siyasetçileri yazmış mı?) din eksenindeki söylem ve tavırlarının gençleri dine yaklaştırmadığını ifade etmiş. Hocaların psikolojisini tahlil etmeye çalışmış. Benimle paylaştığı bir yazısında ayrıca, birbiriyle çok farklı duruşlar sergileyen Hocaları “Erik dalı” türküsü eşliğinde oyun oynamaya, halay çekmeye davet etmiş. Çok ilginç değil mi? Dilerim okunur Hocalar tarafından.

Benim “Din dili kalp dili” ismiyle küçük bir kitabım var bu konuda. “Kalp dili”ne hep çok önem verdim.

Diyarbakır’da bir cinayete kurban giden Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, t24’e yazdığı yazıda “Savaşın acımasız enkazının altında kemiklerimizle beraber erdemlerimizin de kaldığı”nı belirttikten sonra “enkazın küllerinden yeniden doğmanın önündeki engelin şiddet dili olduğunu” ifade ediyor.

“Giderlerse gitsinler” dili içinde barındırdığı şiddet dili ve kibir sebebiyle kim söylerse söylesin iyi bir dil değil. Hele sayın Cumhurbaşkanı Yunanistan Başbakanı Mitçotakis ile kravatsız yemek masasına oturduktan, ya da İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile bile el sıkıştıktan sonra…

Şimdi kalbinize danışın, ne hissediyorsunuz?

Bu yazı toplam 511 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar