Bir Muhammed İkbal Yazısı: Aşk, Dert, Amel
Dünya Bizim’den Muaz Ergü, Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal’i kaleme aldı.
Dünya Bizim’den Muaz Ergü, Pakistanlı düşünür Muhammed İkbal’i kaleme aldı:
“Devletler şairlerin kalbinde doğar, politikacıların ellerinde büyür ve ölürler.” demişti Muhammed İkbal bir zamanlar. Kendisi de yıllar boyu bir devlet kurulabilmesi için çabalayıp durmuştu. Şairdi… Şiirleriyle Hindistan’daki Müslümanları bağımsız bir devlet kurmaları için ateşliyordu. Nitekim Pakistan’ın kurulmasıyla son bulan bir süreçti bu. Acaba hayallerin, düşlerin gerçek olduğunda anlamsızlaştığının, büyüsünü yitirdiğinin farkına vararak mı söylemişti yukarıdaki sözü? Kim bilir...
İkbal’in mücadelesi yalnız Pakistan’la sınırlı değildi. İstiklal Mücadelesi döneminde Anadolu’ya da büyük destek verdi. Bu zor dönemlerde kendi zorluklarını, yoksulluklarını düşünmeden milyonlarca sterlin toplayıp Anadolu’ya gönderdi. Karşılık beklemeyen bir vefa… Evet, Mehmet Akif de Milli Mücadele Döneminde muazzam vaazlarla, yazılarla, şiirlerle mücadeleye destek vermişti. Alın teri dökmüştü bu yolda. Yolları aşındırmıştı bir baştan bir başa… Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda onun payına da gönüllü sürgünlük düştü, yokluk, sefalet, vefasızlık… Ne kadar da birbirlerine benziyorlar değil mi? İkbal ve Âkif… İkisi de sözün ateşiyle sinemizi yakanlardan, şiirleri ok gibi yüreğimize saplananlardan…
Muhammed İkbal’i tek bir yönden değerlendirmek olası değil. Kürşat Atalar’ın Sembol Şahsiyetler kitabında Ali Şeriati’den alıntıladığı sorudaki gibi “asrımızın en büyük düşünürü mü?” yoksa modern eğilimleri yüksek biri mi? Acaba aklın yerine aşkı öneren bir sufi mi? Toplumuna duyarlı politik bir şahsiyet mi? Batı düşüncesiyle İslam’ı uzlaştırmaya çalışan bir sentezci mi? Ya da özgün bir düşünür mü? Hepsi ya da hiçbiri. Evet, İkbal’i herkes kendi yanına çekme gayretinde. Bunların yanında mason, dinsiz, “Ehl-i Sünnet düşmanı bir sapkın” nitelemeleri de işin başka bir yönü.
Batılı düşünceden çok yararlandı İkbal
İkbal, 1873 yılında Hindistan’ın Lahor şehrinde doğar. Müslümanlar için talihsiz dönemler… Batı karşısındaki geri çekilişin derin travması… Topraklarımızın emperyalistlerce işgali. Hindistan’a İngilizlerin kara bulut gibi çöktüğü zamanlar. İşte böyle bir dünyaya doğuyor İkbal… Çocukluk dönemi tasavvuf ehli bir babanın gölgesinde geçiyor. Tasavvufa ve Mevlana’ya ilgisi buradan olabilir. Eğitim hayatı Lahor’da devam ederken Batı düşünce ve kültür dünyasını tanımak için İngiltere’ye gider. Ardından Almanya… 1908 yılında Hindistan’a döner… Uzun bir süre avukatlık yapar. Atalar’ın kitabında belirttiği gibi ‘sentezci’ bir filozof olarak konferanslara, yazılara devam eder. Onun çabası ‘ben’ kavramını anlayabilmekti. Bu bencil, hodbin bir ‘ben’ değil. Kendini anlamak ve bulabilmek… Batılı düşünceden çok yararlandı İkbal. Ama özellikle muhalif filozoflardan… Schopenhauer, Nietzsche, Bergson…
Ali Şeriati, onu ve düşünce dünyasını tanımlarken ‘aşk, dert, amel’ üçlemesinden hareket ediyor. ‘Aşk’ derken cinselliğe indirgenen, laylamlomcu bir anlayışı temel almıyor. Kürşat Atalar’ın da vurguladığı üzere aşk onda bir adanmışlık, kendinden geçmişlik hali. Derdi, davası olan biri. Elbette ki yanlışları ve yanlış anlamaları olmuştur. Derdi ümmetin içine düşmüş olduğu karanlık kuyudan çıkmaktı. Amel ise bu dert yolunda fedakârlıktan kaçınmamaktı. “Filozof şair” ya da “şair filozof” İkbal’in yaşadığı yer İngiliz işgali altındaydı. Burası önemli. Aldığı eğitim ve o zamanki Hindistan’daki dini düşünce klasik çizgiyi kimileyin zorluyor kimileyin de aşıyordu. Oradaki Müslümanlar hem Batı kültüründen etkileniyor hem de o kültüre karşı savunmacı bir pozisyon alıyorlardı. İkbal’in kimi düşüncelerinde bu etkiyi görmek mümkün.
Muhammed İkbal, kimi düşünceleri dolayısıyla modernist, reformist olarak değerlendirilse de özellikle Kur’an’daki miras tanımına ve tesettür anlayışına sıkı sıkıya bağlıdır. Yine Atalar’ın verdiği bilgiye göre örtünmeyi gericilik alameti olarak gören sekülaristleri eleştirir. Onun ideal kadın tipi iffet, tevazu, itaat ve anneliğin timsali Hz. Fatıma’dır. Aynı zamanda bütün eşleri tesettürlüdür (purdalıdır).
O her dem ‘şarkın ruhu’nu arayan bir şair olarak düşünce dünyamızda yer almış biri. 21 Nisan 1938 yılında uzun süren bir hastalık sonucu bu dünyadan göçüp gider.
Ruhu şad olsun, mekanı cennet..