Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bir varmış, bir yokmuş!

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir grub mülki idare amiri, hakim, savcı oturup konuşuyorlarmış. Bu kişiler emekli olalı çok olmuştur. Hani şu bizim ünlü Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu gibi kişiler bunlar. Hani Adnan Kahveci tipi kişiler bunlar. “Ya hu” demişler, “bizim görevimiz nedir, kanunları uygulamak değil mi? İstediğimiz kanunu uygulamak, istemediğimizi uygulamamak gibi bir lüksümüz var mı?” Tabii ki yok!

Biri demiş ki, “Beyler, bu konuda sabıkası olmayan var mı aramızda?” Kimseden çıt yok!

Burada gelirken baktım kimsenin başında kasket ya da fötr şapka yoktu. Bu değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen bir yasa. Şapka giymeye karşı çıktığı için asılan ilim adamları, Şalcı Bacılar oldu bu ülkede. Şimdi, bırakın kamu görevlisi olduğu için şapka giymeyi, yasaları uygulamak zorunda kişiler bile şapka giymiyor. Hatta, Atatürkçü geçinenler de inkılabların yılmaz savunucuları bile şapka filan giymiyor. Peki bize demezler mi, o yasayı uygulamıyor, o yasaya sen de uymuyorsun, bu yasayı niye bize karşı uyguluyorsun” diye.

Diğer arkadaşı demiş ki, “Tamam da siz daha söze başlarken ‘Beyler’ diye başladınız, memleketimizde bey, efendi, hacı, hoca, şeyh demek de yasak. Bakıyorum masada ‘Hacıbekir lokumu’. “Dede” demek bile yasak. Çevremizde ‘hacı-hoca’ o kadar çok ki. Zaten hocaları maaşa bağladık. İmam devlet memuru. Hacı demek yasak, Müslümanları ‘Hacı’ yapmak için yönetmelik yayınlıyoruz.”

Bir başkası lafa girmiş, “Laiklik ne oldu, laiklik..”

Öbürü “ne laikliği kardeşim, Diyanet İşleri Başkanı devlet memuru”.. Hem size bir olay anlatayım. Fıkra gibi, ama gerçek. Bu bazı lakab ve unvanların kaldırılması ile ilgili yasa mecliste oylanıp kabul ediliyor. Meclis kürsüsünde oturan, oturum başkanı diyor ki, “Arkadaşlar bundan sonra, hacı, hoca, paşa, efendi demek yasaklanmıştır. Anlaşıldı mı efendim”.. Anlaşıldı EFENDİm.

Ben bundan bir şey anlamadım ama, o gün meclis başkanı anlatmış, mebuslar da anlamışlar. Hem zaten anlaşılmayacak ne var ki! Paşa demek de yasaklanmıştı değil mi, “İsmet Paşa”nın paşalığına bir zarar geldi mi! Millet “cami imamı”nı bırakıp Üniversite hocalarına “Hoca” demeye başladı.

Türbe de yasaklanmıştı bu memlekette, Anıtkabir’i türbe yapmadılar mı? Ya da bana söyler misiniz, bunlar arasında ne fark var.

Yasa dediğin ne ki! Hani şu İstanbul Sözleşmesi var ya, ona göre “Toplumsal cinsiyet eşitliği” diye bir şey var. Bir de Lanzarote var. Çocukların 13 yaşından itibaren cinsel deneyim, yönelim ve tercihlerine karşı nötr kalacağız, ama deneyimleri için eğitim vereceğiz. Hadi yapın! Yasa, din, ahlak ve gelenek çatışırsa ne olacak. Sözleşmeye göre BİREY “Din, ahlak ve gelenekten bağımsız” bir şekilde karar verebilecek. Nötr kalacaksınız. O tercihini, yönelim ve deneyimleri ile sonuçlandırdıktan sonra, toplumda dışlanan bir kesim olursa, mesela LGBTQI+ gibi, onlara sadece özgürlük, hoşgörü değil, pozitif ayırımcılık uygulayacaksınız! Artık “özgürlük, hoşgörü, pozitif ayırımcılık” deyince bir irkiliyorum.

 

Fırsat eşitliği diye yola çıktılar, pozitif ayırımcılık diye devam ediyorlar.

Şimdi bir vali ne yapsın, bir kaymakam ne yapsın. Bir yargıç, bir savcı ne yapsın! “Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya / Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya”..

Bugün CoVID tedbirleri de aslında giderek bu zemine kayıyor. Maske, mesafe, musluk, HES derken, aşı derken, seyahat özgürlüğünü sınırlandırmaya, sentetik et’e, kafalara chip takmaya, yani beş temel emniyete yönelik müdahale sınırına gelip dayandı iş. Kısırlaştırıcı etkisi yanında hayati anlamda fıtrata yönelik bir tehdit noktasına geldi bu iş. İstanbul Sözleşmesi aileyi ve ahlakı yok etmek üzere planlanmış Şeytani bir oyun, CoVID de insanı manevi şahsiyeti ile biyolojik kişiliğini inkara kadar varan bir komplonun ürünü. Artık Global Resetle birlikte din algısını değiştirmekyeni normal dönemde Trans hümanizmden söz ediyorlar. CoVID komplosu bu anlamda İstanbul Sözleşmesinden daha kapsamlı tehlikeli bir komplo. İnsan nesline yönelik bir tehditten söz ediyoruz.

CoVID uygulaması, hem yurttaşlar ve kamu görevlileri için önemli bir sınav. Hiç kimse, devletin anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeline karşı bir tehdit oluşturamaz. Böyle bir tehdit, bu müesseselerin varlık ve meşruiyetini tartışmalı hale getirir.

Ama işte bu anayasa, uluslararası sözleşmeler bu anlamda sayısız tuzaklarla dolu. Ve bizler bu yanlışları bir türlü düzeltemiyoruz.

Tek parti döneminin darbelere bile ihtiyaç duymayan diktası ve çok partili dönemlerde hâlâ yaşamakta olduğumuz darbeler başımıza bela edilen siyaset, bürokrasi ve mevzuat yığınından bir türlü yakamızı kurtaramadık ve hâlâ bu mevzuat çöplüğüne yeni çöpler üretmeye devam ediyoruz.

Hali pürmelalimiz ortada. Yasamanın hali ortada. Yürütmenin de yargının da. Bürokrasi malum, media, sermaye, STK ve akademya.. Onlar böyle iken, biz ne yapıyoruz!. Dindar insanlar, cemaat, ulema! Sahi biz, alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiydik, Hakkın ve halkın haykıran sesi olacaktık hani! Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 527 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar